Duygusal felç çağı: Yeniden hissetmek mümkün mü?

Duygusal felç çağı temasını simgeleyen, maskeli ve robotlaşmış modern insan figürleri içeren dramatik görsel

Bir zamanlar insanı insan yapan şeylerin; üzülmek, tepki göstermek, kabullenmemek, yas tutmak gibi bedelleri vardı. Şimdi ise bu bedelleri ödememek için yeni bir beceri geliştirdik: Dokunmadan geçiyoruz.

İnsan psikolojisi net bir kırılma yaşıyor, çünkü artık her şey çok ağır ve yorucu geliyor. Önceleri duygularımızı bastırdığımızı düşünürdüm şimdi ise duygulara dokunmayı gereksiz gördüğümüzü düşünüyorum. Bu insanın kendisiyle kurduğu ilişkinin nereye evrildiğini gösteren bir eşiktir. 

Unutmanın hız kazandırdığı bir çağ

Hissetmek sorumluluk getirir, sorumluluk da ağır ve yorucu gelir. Hisseden insan duramaz, unutamaz, geçip gidemez. Artık unutmanın hız kazandırdığını düşündüğümüz bir çağdayız ve ne yazık ki bu çağın en büyük erdemi ‘unutmak’ gibi görünüyor. 

2026 yılına girmemize ramak kala acı; bir çığlık değil, arka plan gürültüsü halini aldı. Kimse artık hiçbir şeye şaşırmıyor, kimse uzun süre üzülmüyor. Sadece kısa bir öfke gösterisiyle, birkaç kelimelik tepkilerle ve ardından başka bir gündeme geçişle hayata devam ediyoruz.

İnsanlık artık acıya alışarak değil, acıyı sıradanlaştırarak ilerliyor. Bunun bir dayanıklılık değil, duygusal bir felç olduğunu düşünüyorum. 

Vitrin ve karakter arasındaki uçurum

Eskiden yaşanan bir felaket, ölüm, adaletsizlik bizleri durdururdu, şimdi sadece geçiştirerek hızlıca arkamızda bırakıyoruz. Görüyor ama bakmıyoruz, duyuyor ama dinlemiyoruz, tepki veriyor gibi yapıyor ama sadece görünüyoruz, konuşsak da çoğu kez içi bomboş konuşuyoruz.

Ne yazık ki tepki; içten yelen bir refleksten çok, sosyal bir performans haline geldi.

Eskiden nasıl bir insan olduğumuz sorulurdu, karakterimiz çözümlenmeye çalışılırdı, şimdiyse nasıl göründüğümüz, hangi markaları kullandığımız, hangi mekanlara gittiğimiz, hangi ülkeleri gezdiğimiz, nasıl bir evde oturduğumuz sorgulanıyor.

İç dünyamız ile dış vitrinimiz arasındaki mesafe hiç bu kadar çok açılmamıştı. Dışımız pozitif, güçlü, maskeli, içimiz, yorgun, tükenmiş, öfkeli… Bir bedende en az iki kişilik yaşamak standart bir hal aldı. Bir yanımız kendine bile tahammül etmekte zorlanıyor, diğer yanımız altın tepside sunulan kokoreç misali duruyor. 

Gittikçe zorlandığımız yaşam döngüsünde pek çok duyguyu kaybettik. Bu yıl en çok kurduğum cümlelerden biri ‘utanan insan görmeyi özledim’ oldu. Utanmayı unuttuk, sabrı yitirdik, beklemeyi anlamsızlaştırdık, şefkati zayıflıkla karıştırdık. Anlamak yerine ‘etiketlemeyi’ tercih ettik, üstelik hiç utanmadan. 

Tepkisizlik bir tehlikedir

Tepkisizlik bir tehlikedir. Gebe bir kadın karnındaki bebeğinin hareketlerini hissettiğinde hayatta olduğunu anlar. Bir nehirim gürül gürül sesi geliyorsa doğa coşar. Uyuyan bir insanın nefes alıp verişi dinlenerek yaşadığı anlaşılır. Yani ses varsa, can vardır. Belki yapay ya da sahte değilsiniz ama susarak buna alan açtığınızı da inkâr edemezsiniz. 

Evet, teknolojik olarak ilerledik ama duygusal olarak sınıfta kalıyoruz. Her tür konuyu daha çok biliyoruz ama daha az hissediyoruz. Zekâ ile vicdan arasındaki denge gittikçe açılıyor. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız, git gide mekanikleşiyoruz.

Çoğumuz robotların insanlığı ele geçirmesinden korkuyoruz, aramızdaki tek fark olan duygusal becerilerimizi kaybettikçe, aslında bizler robotlaşıyoruz.

Eğer tepkisizleşerek olgunlaştığımızı sanıyorsak yanılıyoruz.

  • Kasada herkes sırada beklerken araya kaynayan birine ‘boş ver, değmez’ demek olgunluk değil, adaletsizliğe karşı geliştirilmiş pratik bir tembelliktir.
  • Yanlış gelen bir faturayı sessizce ödeyip ‘aman tatsızlık çıkmasın’ demek, haksızlık adına satın alınmış bir suskunluktur.
  • Toplantıda herkes haksız bir fikri alkışlarken, sessizce baş sallamak bilgelik değil kalabalık içinde sürü psikolojisiyle uyum sağlama çabasıdır. 
  • İç dünyası darmadağın bir hayatı pahalı bir kombinle kamufle etmeye çalışmak, kişisel gelişim değil, ütüsü iyi bir kaçıştır. 
  • Kredi kart limitlerine yüklenmek zenginlik değil, vitrini parlak bir güvensizliktir. 
  • Acılarla yüzleşmeyip üstünü örtmek güç değil, ertelenmiş bir hesaplaşmadır. 
  • Utanmamayı özgüven saymak bir gelişim değil, sınır duygusunun emekliliğe ayrılmasıdır. 
  • Kimseyle ters düşmemek için ortamına göre fikir değiştirmek akıllılık değil, karakterin askıya alınması demektir. 
  • Hiçbir şeye sevinmemek ya da hiçbir şeye üzülmemek olgunluk değil, hislerin şalterini indirip karanlıkta kalmaktır. 

İnsanoğlu olarak yapaylığı fazlasıyla deneyimlediğimizi düşünüyorum. 2026 yılı yapaylıktan çıktığımız bir yıl olmalı. Karakteri, esneklikle, sınırları sertlikle, nezaketi tepkisizlikle karıştırmadığımız bir yıl olsun diliyorum.

Olgunluğu konuştuğumuz kadar da sergilediğimiz bir yıl olsun diliyorum. Tekrar ‘insani hislerimizin’ olduğu bir yıl olmasını diliyorum. 

Bu dileklerim hızlıca gerçekleşir mi bilmiyorum ama benim gibi düşünen milyarlarca insan olduğunu biliyorum ve ben kelebek etkisine çok güveniyorum. Kötülük ve negatifliğin azalması için de milyarlarca iyi ve pozitif insan olduğunu biliyorum.

Uyanmanın tam sırası! 

Yorulmuş kalplere, uyanmayı göze alanlara, hala hissetmeye cesareti olanlara, sevgiyle kararlı bir ‘Mutlu Yıllar’ diliyorum.


🌐 Bunlar da ilginizi çekebilir:



🎯 Sponsorlu içerik ve tanıtım yazısı fırsatımızı keşfedin. İndigo Dergisi’nde tanıtım yazısı yayınlatın; asla silinmeyen/süresiz içeriklerle markanızı yüz binlerce okura ulaştırın. 👉 Reklam paketlerini incele
Serpil Çavuşoğlu
1973 İstanbul doğumluyum. Hayatın her alanında gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim. Bağımlılık ile mücadele, kadın ve çocuk istismarına karşı destek, eğitime katkı amaçlı kütüphanaler kurulması, yardımlaşma derneklerinde faaliyetler, tüketicinin her tür hakkı (sağlık, hukuk...) üzerine destek çalışmaları, kültür sanat projelerine koçluk, danışmanlık, tutuklu çocukların topluma kazandırılması amaçlı eğitim organizasyonları, kan bağışı, organ bağışı, ilik bağışı üzerine organizasyonlarda koordinatörlük, özel eğitim öğretmeni olmam sebebiyle engelli çocuklarımızın ailelerine danışmanlık, okullarda çocuklarımızın yardımlaşma güdüsünü pekiştirme amaçlı seminerler ve sayamayacağım daha pek çok alanda, neredeyse hiç durmadan yıllardır gönüllü olarak faaliyet göstermekteyim.