Zihinden Çıkıp Form Bulan Fikir

Yaratım sürecindeki fikir, kişiye aynı doğumdaki gibi bir sancı yaşatır. Zihin yaratana kadar ve fikri doğurana kadar bu sancıları çeker. Akla gelenler, imgeler, buluşlar, vazgeçişler, tereddütler… Hepsi zihnin bir sancıyla kasılması gibidir.

form

İnsanın aklındaki imgeyi veya düşünceyi; çizgiye ya da harflere ilk aktarışıyla başlar tasarım süreci… Düşünce kâğıda akana kadar; gidilmemiş karşı kıyı gibidir zihindekiler, henüz kat edilmemiş… Fikir zihinde belirince ve kâğıtla buluşunca, uzak diyarlardan bize sürpriz yapmış gelmiş bir arkadaşın ziyaret sevinci yaşanır adeta.

Bazı zaman geldiğinde içimizdeki o boşluğu dolduran, tamamlayan olur. Bazen gelse de, bir yanında eksikliğini, tamamlanmamışlığını hissettirir insana: “Bunu saymıyorum, yine gel ve bu sefer daha iyi bir zamanda gel” dedirtir yaşayana. Gelmesi beklenen, tasarımın ruhu ve ilham için hep bir yer ayrılmıştır zihinde ve yürekte. Onun yeri hep hazırdır içimizde. Ve o yer “onun” için her daim boş tutulur.


Hep beklenilen, yolu gözlenilendir akla gelip konan fikir. Bazen parça parça gelen; her gelişiyle ruhta bir coşku, bir sevinç izi bırakandır. Kimi zaman çağrılıp da, yolu gözlenen ama biz bekledikçe bir türlü gelmeyendir. Takip etmekten ve izini sürmekten vazgeçmişken ansızın bir şarkıyla, bir resimle, bir sözcükle, bir görüntüyle teklifsizce çıkıp gelendir.

formFikir bilinçli akla gelip, form bulmak için doğru anı bekler. Esin; akla ilk hücum etmeye başladığı andan itibaren, onu doğru bir şekilde zihnin süzgeçlerinden süzüp; ne eksik, ne fazla olarak kusursuz formunda yarattığımız zaman sonuç başarıyla tamamlanmış olur. Fikir; yaratım sürecinde ilgiyle, merakla, algıyla, bilgiyle, araştırmayla ve sezgiyle form bulur.


Biz insanlar da önce Tanrı’nın düşüncesinde ve sonrasında, kusursuz yaratıcılığında form bulduk. Tanrı’nın lütfuyla, O’ndan miras aldığımız yaratıcılık sayesinde sayısız fikri, düşünceyi tasarladık ve meydana getirdik.

Düşünce, bir kâğıda dökülebilir, çizgiye aktarılabilir, duvara yansıtılabilir, bir objeye montaj edilebilir veya sahnelenebilir… Kendi benliğimizden ve varlığımızdan çekip çıkartarak, onu alıp nereye koyduğumuzun çok önemi yoktur aslında; o bir yere yazılır, çizilir, kazınır, yapılır ya da inşa edilir… Yaratılan ve ortaya çıkan her şey içimizdekilerin dışa vurumudur.

Zihinden dışarı çıkıp, sonsuzluğun içinde ve yeni yerinde, kendi başına ayakta duran özgür bir varoluştur şimdi o.


Yaşam da düşüncelerle, fikirlerle gelişir ve değişir. Yapılan her tasarım, bulunan her fikir, yazılan her söz dünyanın gelişimine ve yaşama artı bir değer katacaktır. Ortaya konulan her fikir, bu yönüyle bir diğerine de ilham olur ve yaşama yeni fikirler doğurur.


Figen Karaaslan
İstanbul’da doğdu ve İzmir’de büyüdü… Mersin Üniversitesi Seyahat İşletmeciliği, Yakındoğu Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık mezunu. İletişim Fakültesi’ni bitirdikten sonra reklam ajanslarında, birçok büyük firma için reklam kampanyaları hazırladı, reklam ve metin yazarlığı yaptı. Bir bilişim firmasında Editörlük yapıyor. Seyahat etmeyi, insanı içsel yolculuklara taşıdığını düşündüğü için seviyor. Bu sebeple fırsat buldukça bir seyyah gibi yolculuk yaparak; gördüklerini ve yaşadıklarını kendi sitesi; Seyyahca'da (www.seyyahca.com) yazarak, insanlarla paylaşmaktan keyif alıyor. Modern dans ve Latin danslarının yanı sıra Psikoloji ve Yaşam Koçluğu eğitimlerine katıldı. Almış olduğu bilgileri, şimdi diğer insanlarla paylaşıyor ve Yaşam Koçluğu eğitimleri veriyor. Doğada olmayı, tarihi yerleri gezmeyi, yolculuk yapmayı, okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı, denizi, dansı ve dil öğrenmeyi seviyor. Hayatın, paylaşarak güzelleşeceğini ve anlam kazanacağını düşünüyor.