İşte ben öldüm!

Konu size sevimsiz ve soğuk geldi değil mi? Dünyaya çok bağlandığımız, onu bunu dert ettiğimiz, yapılacak işler için, sevdiklerimizi ertelediğimiz zamanlarda ölüm gerçeğini hatırlamak, ölüm tadında yaşamak gerektiğini hatırlatmak istedim.

ölüm

Ölüm insanoğlunun  kaçınılmaz olduğunu bildiği sondur. Her son gibi yeni bir başlangıçtır.

Korkunçtur. Belki de ayrılışları, yok oluşları, toprağı çağrıştırdığı için soğuk ve korkutucu buluruz ölümü. Belki de dünyaya tutunmamızı sağlaması için yaradan tarafından DNA’larımıza işlenmiştir ölüm korkusu.


İnsanın en ilkel yaşam amacının hayatta kalmak olduğunu düşünürsek, en ilkel korkusu da ölüm korkusudur.

Peki kötü bir şey midir ölüm korkusu? Ölümden korkan cesaretsiz midir? Hayır tabii ki. Ölüm korkusu doğal, insana özgü, iç güdüsel bir duygudur. Ve hepimiz ölümden korkarız. Kaybedecek bir şeyi kalmamış, ölümü arzulayan insanlar bile derinlerde bu korkuları barındırır. Sadece yaşamdan korkuları ölümden korkularından daha fazladır o kadar…

Korkularımla yüzleşme serüvenim başlayalı hep ölüm korkusunu sonraki sıralara öteler dururum. “Ölmeden ölmek” kavramı da kafamı kurcalamıyor değil hani. “Ölümü Öldürmek”  kavramını yakınlarımın gidişine bakış açımı değiştirerek sindirmeye çalışıyorum çalışmasına da  iş kendi hayatının son bulmasını sindirmeye gelince, “Yapılacak, yaşanacak çok şey var” diye bir isyan yükseliyor derinlerden. Fakat çevremde genç ölümler arttıkça, “Neden ben ölmeyeyim? Ölenlerin de yapılacak çok işi vardı eminim” diyorum.

Yalnız olduğum, hiçbir şey yapmayı planlamadığım bir gün seçiyorum kendime. O gün ölmeyi planlıyorum. Aman yanlış anlamayın intihar etmeyi falan düşünmüyorum. Ölmeden ölmeyi diyelim daha iyi. Bir tür meditasyon havası içerisindeyim. Güne gülerek uyanıyorum o gün. Her gün doğan güneş hiç bu kadar güzel görünmemişti gözüme. O güne kadar güneşin içinde olduğunu fark etmediğim bir sürü ara renk keşfediyorum. Kendime çeşitçe zengin bir kahvaltı hazırlıyorum. Kahvaltıma sevdiğim müzikler eşlik ediyor. Televizyon falan istemiyorum. Zira ne o gün olanlar ne de hava durumu umurumda değil. Telefonumu da kapatıyorum. Tüm mesajlarımı siliyorum önce. Mahremim de benimle gelmeli .

ölüm meleği

Sonra evimin en sevdiğim köşesine rahatça uzanıyorum. İşte ben öldüm…

Babam asi kızının başına buyruk gidişini hüzünlü fakat gururlu bir veda ile karşılıyor. Beni öte yakadaki anneciğime emanet ederek ve bıraktığım emanetler için hayata direnerek. Tüm dostları, sevdiklerimi, iş arkadaşlarımı tek tek görüyorum. Kimisi dolu dolu yaşananlardan tatminkar, bir tek ayrılık acısından muzdarip. Kimisi ertelenen, ötelenen ne varsa zamanın durduğu yere bırakmış, elleri boş. Hüzünlü. Ve ben de onlarla birlikte benzer hüzünler içinde “Geçmiş olsun” diyorum hem kendime, hem onlara.

İndigo Dergisi kalemdaşlarımın hüznüne şahit oluyorum. Editörüm Hale Hanımın diyaloglarımızı hatırlayıp gülümsemesini, telemizle patimizin birleştiği yerde ben de gülümsemeyle karşılıyorum. Hatta siteyi görüyorum. Kocaman “seni unutmayacağız” yazılı bir başlık ve başta bu yazım olmak üzere sayfa benim yazılarımla dolu.


En zorunu en sona bırakıyorum. Çocuklarımın hüznüne içim el vermiyor ve zamanı ilerilere alıyorum. Yetişkin anneler oldukları  zamanlara kadar uzanıyorum. Çocuklarına beni anlatırlarken gururlanıyorum. Benim onlara anneannelerini anlattığım gibi.

köprü

Önümde bir merdiven beliriyor sonra. Ağır ağır çıkıyorum basamaklardan. Son basamağa adım atmadan arkama dönüp bakıyorum son kez. Tüm sevdiklerim merdivenin altında toplanmış el sallıyorlar. Adını uzun süredir anmadığım, unuttum, unutuldum sandığım dostlar da gelmiş.

Üzerinde indigo Dergisi yazılı bir köprüde, gönül bağım olduğu aşikar ama hiç tanımadığım yüzler görüyorum. Okurlar olsa gerek onlar da. Hepsine el sallıyorum elim yoruluncaya kadar, yüzümde kocaman bir gülümseme ile…

Fakat dünyada benim dediğim, evim, eşyalarım, giysilerim, kazanmak için çırpındığım param benimle gelmedikleri gibi bir vedayı bile çok gördüler yazık ki. Gücendim doğrusu :). Bu gücenmişlik duygusuyla son basamağı çıkarken, dünyadaki kimliğimden, bedenimden de sıyrılıyorum veeeeee kendi hapşırığımla irkiliyorum. Gözlerimi açıyorum.“Çok yaşa! İyi yaşa!” diyorum kendime ve yeniden merhaba hayat!

Konu size sevimsiz ve soğuk geldi değil mi? Dünyaya çok bağlandığımız, onu bunu dert ettiğimiz, yapılacak işler için, sevdiklerimizi ertelediğimiz zamanlarda ölüm gerçeğini hatırlamak, ölüm tadında yaşamak gerektiğini hatırlatmak istedim.

Bu hissi zaman zaman hatırlamak, bağımlı ilişkiler oluşturmamak, hayatımızdaki maddi ve manevi dengeyi sağlamak ve misafir olduğumuz gerçeğini unutmamak açısından faydalı olabilir.


Çok yaşayın! İyi yaşayın! Ama Ölüm tadını hayatınızdan eksik etmeyin emi!


Özgül Süsler
Falanca yılın, filanca ayının, bilmem kaçıncı gününde doğmuşum. Kutu kutu pense, yakan top ve misket oynamışım. Komşuların zilini çalıp kaçmışım. Balkondan sarkan komşu teyze “kimdi o? “ diye sorunca, “Bilmem” demişim...