Derin Bir Ayrılık

Çok erken gittin be iki gözüm
daha söylenecek o kadar söz varken…

Derin Bir Ayrılık ahmet kaya adalet

Derin Bir Ayrılık

Çok erken gittin be iki gözüm
daha söylenecek o kadar söz varken
bu kadar da acele edilir mi
ah be iki gözüm
bir anda böyle gidilir mi
şöyle güzel bir albüm daha yapsaydın
bir konser daha verseydin
bir sigara yakıp canlı yayında derin derin çekseydin
sana çatal bıçak atanları
yerin dibine sokmaya çalışanları
şimdi nasıl değiştiklerini bir görseydin
kırk üç yaşında değil de
şimdi elli sekiz yaşında olsaydın
ah be gözüm
ne olurdu bu kadar erken gitmeyip
yine derinleri gözleseydin


***

Benim Hiç Beyaz Torosum Olmadı Abi

Senin hiç beyaz torosun oldu mu abi?
Benim hiç olmadı.
Kanatlarını açmış bağıra bağıra uçan, beyaz martıların arkasından baktığım gibi baktım hep beyaz torosların arkasından.

Martı ve beyaz toros ne alaka mı?

Renk ve kanat benzerliği işte, o kadar; başka ne olsun, ne olabilir?! Toros’ tan Jonathan olacak değil herhalde; yok artık! Kanatlarını açmış “süzülen” martılar, seyir halinde kapılarını açmış “süzen” toroslar!.. Olay bu kadar. Aynı, martıların kanat açtığı gibi, beyaz toroslar da kapılarını açardı seyir halinde, uçuyormuş gibi yapardı… Ben arkalarından bakardım; martılar uçar, çığlıkları gökyüzüne yayılırdı!

***


Akıllı Telefon

Efendim, sözüm akıllı geçinen baaağzı telefonlara. Bugün bakıyorsunuz, her an her yerde, çok akıllıyız diye ortaya çıkıp dolaşan telefonlar var. Ben onu bilirim, bunu bilirim, şunu da bilirim, yanlış demiş olabilirsin acaba bunu mu demek istedin… Bak bak bak ukalaya! Sonra, akşam kurarsın sabah çalmaz, kendi kendine bir ayarlar, bir tafralar, kafasına göre geri almalar, ileri gitmeler, şaşırtmacalar…

Yahu sen kimsin?! Madem bilmediğin şey yok, sen nasıl genel seçimlerden dolayı saatlerin dünyadan farklı olarak, ileriki bir tarihte geri alınacağını bilmezsin?! Bunu bilmeyen telefona akıllı telefon mu denir? Bizim duvarda bekleyen hep manuel salak saat bile doğru tahmin yaparken, sen nasıl bu kadar kafa karıştırırsın?! Eeeeyy akıllı telefon; aklını başına topla!..

***

Adalet Demişken

Adalet, adalet, adalet!
Efendim neydi bu adalet?
Kim içindi, kimler içindi, birilerine mi aitti?
Yenilir, içilir bir şey miydi? Nerelerde bulunur, nasıl edinilirdi?
Hatırlar gibiyim…
Ama, gibiyim işte, o kadar!
Neydi?!
Yok yok, bu tamamen bir soru; adaletin “ney” olduğunu, bunu söylerken de, isteyene güzel, eğlenceli havalar üfleyip, neşelendirip, kimine ağır ağır üflediğini, hayatları bir arabesk, sonra hiç utanmadan bir daha arabesk yaptığını ima etmiyorum tabii…
Bir dakika!
Yoksa dönemsel ortaya çıkan bir şey de, zamanı mı denk getirilemezdi?
Yok yahu, öyle olsa mutlaka fabrikasyonları üretilir, “tamamen organik efendim, bunu mutlaka tadın” reklamlarıyla halkın içine sürülmez miydi?
Sahi, adalet neydi?

“En büyüğü bizde bizde” diye, övüne övüne yapılan kocamaaan sarayların içinde mi dağıtılırdı? Ama sarayı bu kadar büyük olan şeyin, hadi saray kadar olmasa da, kendisi de büyük olmaz mıydı; peki o zaman mutlaka göze çarpmaz mıydı? Hiç şüphesiz. Bildim bildim, çok utangaç, bir o kadar kırılgan.


Adaleeet, yavrum geldiysen kapıyı iki kere tıkla, sakın utanma.


 

Cihan Yılmaz
İstanbul’da yaşar, İstanbul’u da ülkenin bütününü de çok sever. Ne güzel topraklardır bu topraklar; ne güzeldir bu topraklarda düşünmek, yazmak, çizmek, yaşamak; güzeldir elbet…