Mustafa Filmi ve Can Dündar

‘Mustafa’ filmi oldukça değişik açılarla işlenmişti. Filmin senaryosu ve işleniş biçimi olumsuz eleştiriler almış olsa da çok sevdim ben ve ötesinde duygulandım. Peki neden?

mustafa filmi can dündar

‘Ben mi hassasım bu kadar, anlatım mı güzel?; O halde niye bir sürü olumsuz şey çıkardılar ve Atatürk düşmanı ilan edildi Can Dündar bu filmden dolayı… İnsani yönlerimizle de ortaya konunca neden sevemiyoruz birbirimizi? Bu, zayıflık mı oluyordu yani?’ diye düşündüm… 

Mustafa filminin gündeme bomba etkisi

Bir süredir heyecanla beklediğimiz ‘Mustafa’ fimi’ gündeme bomba gibi düştü. Sanatçılardan siyasetçilere tarihçilere kadar pek çok kesim tarafından eleştiri bombardımanına tutuldu. Eleştirilerde; ‘Atatürk’ yanlış tanıtılmış, çok içkici, zayıf, yalnız adam’ tanımlamalarının üzerinde duruldu.


Peki Can Dündar söylenildiği ya da düşünüldüğü gibi gerçekten Atatürk’ü aşağılamak mı istemişti? Ya da karalamak, kötülemek miydi niyeti? Eğer öyle idiyse bence başarılı olamamış. Çünkü ne kadar aksi anlatılsa da ya da farklı yönleri işlenerek aşağılanmaya çalışılsa da Atatürk bizlerin yüreğine öylesine kazınmış ki o yerden O’nu söküp almak hiçbir şekilde mümkün değil. Senaryo ve filmin işleyiş biçimine rağmen bizlere bunu gösterebilmiş olduğu için yine de mutluyum.

Can Dündar, kendisine yönelik eleştirilere cevaben; “Filmi iki saatle sınırlandırmak zorundaydık, o yüzden” dedi. Kimisi inandı, bir kesim ise hiç inanmadı…

Kendisi de zaten eleştirileri kabul etti; ” Zaman daha uzun olsaydı, o günün dünya ve Türkiye konjonktürü daha iyi anlatılabilseydi, bu eleştirilerin dozu daha az olabilirdi” dedi.

Belki de ne rahatsız olunan konuların bir tanesi de Atatürk’ün diktatörlüğü yönündeki vurguydu. Fimin bunu dış basına dayandırarak yaptığını gördük;. Ama çoğumuz çok iyi biliyoruz ki dış basında Atatürk’ün nasıl bir dünya lideri olduğuna dair harika yazılar da vardı. Bu konulara hiç değinilmemesi de seyirciyi film hakkında olumsuz düşüncelere itti belki. Tüm kızgınlık da zaten bu bakış açısıyla filmin yapılmış olabileceği yönündeki düşünceye idi.
Bu tartışma belki de yıllarca sürecek gibi görünüyor. Ancak Atatürk teması, doğru bir düzlemde, doğru argümanlarla ortaya konulmalı. Bunca olumsuz eleştiri sonucunda görülüyor ki Atatürk filmini çekmek çok çok özen, doğru kaynak, doğru senaryoyla yapılmalı. Ha ‘ben böyle işlemek istedim, bu yönlerini ortaya koymak istedim gibi bir düşünceyle bir kurgu yaptım, bu bir film’ deniyorsa da Atatürk söz konusu olunca bu milletin söyleyecek çok şeyi olduğunu görmek mümkün işte.

Mustafa filmine yapılan tüm bu eleştirilere rağmen düşüncelerim ve bendeki etkileri neler?

İlla ki mükemmeliyetçilik yanılgısının ardında mutsuz yaşamlar yaşamayı niçin seçiyoruz insanlar olarak?’ soruları eşliğinde filmde neler gördüklerimse; bir insanın, böyle önemli, özenle dokunulmuş bir yaşamın, ne kadar kudretle donatılmış olduğunu, tüm o kudretin ardındaki hassaslığı, sevgi doluluğu, şefkati, düzeni, hedeflerine gitmek için kendine koyduğu planlamayı, stratejiyi, ideali, kararlılığı, ilkeliliği, dahiliği, o günün tüm zorluklarını yaşayan ‘Gerçek bir insan’ gördüm. Tüm zorluklara rağmen yılmayan büyük bir lider! Azmi ve kararlığı, derin bir öze sahip insanı, akıl ve zeka birleşimini gördüm. İnsanların her yönünü (yapısını) gözardı etmeyen, gerektiğinde en yakınındakilerin bile kıskanç, hain, düşman olabileceğini bilen bir Atatürk gördüm bu filmde. Ve tüm mücadelesini aslında birkaç dostu dışında tek başına verdiğini, kendine ve ideolojisine milletini inandırabilmiş, özünde topladığı tüm güzelliklerle Türk insanının kalbini kazanmış bir Atatürk, birlik olmayı, tek bir güç olmayı öğreten bir deha gördüm. Farklılıkların güzellikler yaratamayacağı düşüncesinin tersine, bütün haince saldırılara rağmen, tüm insanı, dünyayı kucaklamak aşkını, dünyaya verdiği mesajı gördüm…

Mustafa Filmi’nden bende kalan notlar alacak olursam;

Hayatın zorluklarına küçük yaşta başlamış bir çocuk ve onun muazzam gücü.

Hayatını bilinçli bir şekilde planlaması…

İlkesini hedeflerine götürmek için düşündüğü ve yaptığı dahice hedef programları!

Tarih kitaplarının sayfalarından çıkarak, başka bir şekilde, duygusal ve romantik Atatürk’ün o zor yıllarda, cephede savaşırken yaşadıklarını, bir kadınla; Madam Corin’le hassas, duygusal paylaşım ve mektuplarına tüm bunları dökerek belki de bir kadının sıcaklığıyla dinlenip, avunması, moral bulması!

Atatürk’ün yıllar sonra bir gün çocukken etkilendiği (ki hepimiz karanlıktan korkmuşuzdur) karanlıktan korkma olayını tertemiz bir saflıkla paylaşması!

Annesi ikinci kez evlenince, (belki) o zamanki Mustafa’da oluşan çocukça kabulsüzlüğü!
Atatürk’ün bir Fransız gazetesinde çıkan haberinde ‘boyunun kısalığı’ haberlerine çekilen dikkat!

Sofya’da düzenlenen baloya davet edildiğinde, Yeniçeri kıyafetiyle giderek, bir anda herkesin odağı haline gelerek verdiği mesajı ve özgüveni…
O zaman kendisini dinsiz ilan edenleri susturup, Meclisi 22 Nisan Perşembe günü değil, 23 Nisan Cuma günü ilahilerle, kurban vs açtırması!

1923’ten altı yıl sonra dünyaya ‘başı açık modern Türk Kadını’ imajını göstermek için, bir güzellik yarışması düzenleyişi!

En hasta olduğu zamanda bile ülkesi için göreve gidebilen bir lider!

Diğer dünya liderleri ve büyükleri gibi, sanatın çeşitli dallarını seçerek halka örnek olan Mustafa’nın Mussolini’nin heykeltıraşına kendi heykellerini yaptırması ve müziğe, dansa, resme, okumaya verdiği önem!

Aileye duyduğu özlem, annesine duyduğu sevgi ve saygı!

Atatürk’ün modern bir sosyal hayatı hak ettiğini düşündüğü halkına ülkesinde oluşturmak için, bazılarına acı gelse de;

“Bu halkın sosyal hayatını bir darbe ile değiştireceğim! Ben onların seviyesine ineceğime, onlar benim seviyesine çıksın!” diyecek kadar yüksek özgüveni, bilinci!
Onun kafasında hayal ettiği model ülkeyi, çok kısa bir süre sonra yaptığı devrimlerle uygulamaya geçirmesi ve halkına yaşatması!

Yaşamı böylesine kararlı, güçlü, bilinçli yaşayabilen O adamı gördüm. O adama gözlerim sürekli ıslak, hayranlık içinde baktım kaldım, gönlüm onunkiyle birleşti bir kez daha… Mustafa! Ne güzel bir öz, ne güzel bir isim!

Atatürk gözümde değer kaybetmek bir yana aksine değer kazandı. Kendime daha yakın gördüm. Yaptıklarını, yaşayışındaki öz iradeyi, kararlılığı, azmi, heyecanı, milletini ne kadar çok sevdiğini gördüm ve bir kez daha ne kadar büyük bir lider olduğunu anladım.

Göklerden bize indirildi gibi bir düşünce içinde olanlar varsa, O yanımıza, kalbimize bir kez daha indi bu filmle. “Mustafa” ismiyle!

Filmi alacağım kendime! Ve sevdiklerime…

Benim gözümde ‘Mustafa’ filmiyle ilgili kritiğimden sonra beğendiğim, Atatürk’ün müthiş dehasını anlatan başka bir makaleyi sizlerle paylaşıyorum…

***

İşte Onun İçin Büyük Adamdı Atatürk Hangi Atatürk?

Kimininki kalpaklı kiminki fraklı, kimi sert kimi güler yüzlü… Herkes kendine göre bir Atatürk portresi çiziyor. Peki bunların hangisi gerçek Atatürk?

Ben gözümle görmedim, anlattılar: Atatürk, Anadolu’nun direniş ruhunun nasıl örgütlendiğinden söz ederken ‘küçük kıvılcımlardan büyük yangınlar doğabileceğini’ söylemiş.

Sonra bu söz “Küçük kıvılcımlar, büyük yangınlar doğurur” diye pankart olup asılmış.

Nereye biliyor musunuz?

İtfaiyenin girişine…

Erbakan’dan Çelik’e kadar.

Ne demek istediğimizi anlatmak için Atatürkçüler listesine şöyle bir göz atmak yeterli:

Adnan Hoca da Atatürkçü, Doğu Perinçek de…

Popçu Çelik de Atatürkçü, ‘ordu göreve’ pankartı açan gençler de…

Erbakan Başbakanken “En büyük Atatürkçü biziz” demişti; tabii onu hapseden Kenan Evren de…

Eski Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, partisinin başkanı Tansu Çiller’in yarımyüz fotoğrafını Atatürk’ünkiyle eşleştirecek kadar Atatürkçüydü…

Bu kadar farklı eğilimden insan, aynı liderden “Bizim önderimiz” diye söz ediyorsa bu işte bir yanlışlık olmalı.

O zaman da sormak gerekiyor:

Kaç farklı Atatürk var?

Ve hangisi gerçek Atatürk?

Bir liderden kaç farklı kimlik çıkar?

Devrimci Atatürk

Aslında ‘Kuvvacı Atatürk’ demek daha doğru…

Kuvvacılarınki, post bıyıklı, kalpaklı, antiemperyalist bir lider.

Daha 1960′larda Deniz Gezmiş, anti-Amerikan gençlik mücadelesine başlarken babasına şöyle yazıyordu:

“Sana müteşekkirim, çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni… Küçüklüğümden beri evde Kurtuluş savaşı anılarıyla büyüdüm. O zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş savaşçılarıyız.” Bu antiemperyalist ve sivil direnişçi ruh, bugün de siyasal alanda pek çoklarına ilham veriyor.

“Ordu göreve” diyen Türk Solu Dergisi, kalpaklı Mustafa Kemal kapağıyla çıkıyor.

Kemal Paşa’nın 1920′de bir komünist partisinin kurucusu olması, Lenin’e ezilen milletleri emperyalizmin hegemonyasından kurtarmak için’ mektup yazması ‘Solcu Atatürk’çülerin dayanakları…

Onun Anadolu halkına hitaben yayınladığı bir beyanname elden ele geziyor:

“Müslüman kardeşlerim, komünist arkadaşlar..!

Büyük devletler yeni bir Müslüman kurbanını boğazlıyorlar. Onu yok etmek azmindedirler. Fakat biz, elde silahımız, anavatan topraklarını savunarak ve haklarımızı haykırarak ölmesini bilenlerdeniz. Köylülerimiz topraklarını, yurtlarını ve köylerini istilacıya karşı müdafaa ederken, şehit düşerken emin olabilirler ki yakın bir zamanda bütün İslamiyet, komünizmle birlik olarak onların intikamını alacaktır.”


Ülkücü Atatürk

Ata’nın sağlığında yazılan tek biyografisinde HC Amstrong, ona ‘Bozkurt Atatürk’ ismini takmıştı.

Nazım Hikmet’in tabiriyle ‘sarışın bir kurda’ benziyordu.

MHP Kongresi’nde asılan bir afişte o Atatürk’ü, bıyıkları fırça darbeleriyle sarkıtılmış, sert bakışlı bir asker olarak tanımıştık.

Ülkücülerinki, “Komünizm gördüğü yerde ezilmelidir” dediği öne sürülen, daha 1933′te Sovyetler’in ilerde dağılabileceğini görüp “Oralardaki dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimize sahip çıkmalıyız” diyen bir ‘başbuğ’

Atatürk, 1927′de piyasaya çıkarılan 5 ve 10 liralık banknotların üzerine bozkurt resmi koydurmuştu.

1930′da tarihçilere ‘Türk tarihinin ana hatları’nı yazdırmaya başladığında, İslam’ın Türk tarihinin sadece bir bölümünü oluşturduğunu, oysa ondan önce de Türklere ait şanlı bir mazi bulunduğunu anlatmıştı. Alfabede, giyside, müzikte Osmanlı’yı çağrıştıran ne varsa silmeye çalışıyordu.

Yıllar önce Celal Bayar’ın damadı Ahmet İhsan Gürsoy’dan dinlediğim bir anıyı burada nakletmekte yarar var. Gürsoy’un anlattığına göre Atatürk, 30′lu yıllarda Türk bayrağını da değiştirmeyi düşünmüş. Çünkü ayyıldız simgesinin Osmanlı’yı ve Arap dünyasını çağrıştırdığına inanıyormuş. Türklere yeni bir ulusal kimlik kazandırmaya çalışırken, ona İslamiyet öncesi köklerini hatırlatan bir bayrağın yakışacağını hesaplamış ve Göktürk’lerin bayrağını düşünmüş.

O proje gerçek olsaydı, bugün Türk bayrağında ne olacaktı biliyor musunuz:

Mavi fon üzerinde yeşil bir kurt profili…

Kürtlerin Atatürk’ü

Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçtikten sonra Amasya’dan Kâzım (Karabekir) Paşa’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu:

“Ben Kürtleri ve hatta bir özkardeş olarak tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu cihana göstermek karar ve azmindeyim.”

Bu kararla, Amasya protokolünde ‘Türklerin ve Kürtlerin oturdukları yerler’ diye adlandırılan ülke için milli mücadele başladı ve BMM kuruldu.

Meclis’teki ilk tartışmalardan biri Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal Bey’in, “Türklerin sağlığı korunmalıdır” demesiyle patlamış, Sivas Mebusu Emir Paşa, bu vatanda sadece Türklerin yaşamadığını hatırlatmıştı. O aşamada, Mustafa Kemal Paşa devreye girmiş ve ‘Meclis’in sadece Türklerden değil, Çerkezlerden, Kürtlerden, Lazlardan oluştuğunu ve bunların çıkarlarının ortak olduğunu’ vurgulamıştı.

Kurtuluş Savaşı başlarken Kemal Paşa, Kürtlere özerklik verilmesinden bile söz etmişti.

Kürt sorunu yeniden gündeme geldiğinde, şahinler, Dersim isyanını sertlikle bastıran Atatürk’ü örnek alırken, güvercinler Mustafa Kemal’in 1920′lerdeki sözlerini arşivden çıkardılar.

Dindar Atatürk

Bitmek bilmez bir tartışma da Atatürk ve din meselesidir.

Timur Selçuk, Yaşar Nuri Öztürk gibi Atatürkçü müminler Kur’an’la Nutuk’u bir arada saklar kütüphanelerinde… Başuçlarında Ata’nın Meclis açılışında ellerini kaldırmış dua ettiği fotoğrafı asılıdır. Fotoğrafın altında da Ocak 1923′teki konuşması vardır.

“Bizim dinimiz en makul ve en tabii dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa tetabuk etmesi lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen mutabıktır.”

Onlara göre ‘Atatürk dinin özüne değil, din olarak kabul edilen geleneğe ve eskimiş kurumlara karşı tavır almış’tır ve vahiy ile akıl arasında uzlaşmazlık görmemiştir.

Ateistler, buna bir başka Atatürk metniyle karşı çıkar.

Onların elindeki metin, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis açış konuşmasıdır: “Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı siyasetler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

Demokrat Atatürk

Ve nihayet liberal-demokrat Atatürk…

Özellikle Cumhuriyet’le yaşıt İktisat Kongresi’nde uygulamaya konan ekonomi politikası ve Celal Bayar’ın Başbakanlığı döneminde hayata geçirilen uygulamalar, Atatürk’ü, İş Bankası’nın kuruluşuna imza atmış bir ‘liberal devlet adamı’ yönüyle öne çıkarır.

Hele İsmet Paşa’nın Başbakanlığında iki kez direkten dönen çok partili rejim arayışları onu ‘demokrat’ sıfatıyla bir arada değerlendirenlerin en inandırıcı kanıtıdır.

Her ne kadar Cumhuriyet tarihi boyunca demokrasiyi askıya alan tüm askeri müdahaleler, Atatürkçülük adına yapılsa da, Cumhuriyet’in asıl hedefinin demokrasi olduğuna inananlar, ‘muhtaç oldukları kanıt’ı, onun Afet İnan’a verdiği el yazısı notlarında bulabilirler:

“Artık bugün demokrasi fikri daima yükselen bir denizi andırmaktadır. Yirminci asır, birçok müstebit hükümetlerin bu denizde boğulduğunu göstermiştir.”

Neden bu kargaşa?

Baştaki soruya dönelim: Hangisi doğru bunların? Her biri gerçek belgelere, tanıklıklara, konuşmalara dayandırılan bu politik kimliklerin hangisi gerçek Atatürk?

Bir insan aynı anda hem devrimci hem ülkücü, hem ‘Kürtler’in özerkliğinden yana’, hem Türkçü, hem dindar hem pozitivist, hem otoriter hem demokrat olamayacağına göre bu iddia sahiplerinden biri yalan söylüyor olmalı…

Hangisi?

Sanıyorum, bu zor sorunun yanıtını bulabilmek için 1920′lerin koşullarını ve Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’in hangi şartlar altında gerçekleştirildiğini iyi bilmek gerek.

Kurtuluş Savaşı verilirken, Anadolu ahalisinin kahir çoğunluğu, nihai amacın Saltanat ve Hilafet’i korumak olduğunu düşünüyordu.

Kürtler’in bazısı özerklik peşindeydi.

Komünistler, Sovyet devrimine özeniyordu.

Bütün bu farklı eğilimlerden, ortak bir mücadele azmi yaratabilmenin yolu, hepsine yönelik sıcak mesajlar vermekten geçiyordu.

O yüzdendir ki Meclis’in açılışında eller açıldı, dualar edildi, Kürtler’e özerklik vaat edildi, muvazaalı bir resmi komünist parti kurulup Sovyet etkisindeki komünist hareket yok edildi.

Ulus olma sürecinde din yerine tutkal olarak Türklük ruhu gerekiyordu; bozkurtlu bayrak düşünüldü.

Ancak bunlar 1920′lere özgü geçici tedbirlerdi; hiçbiri bugün Atatürkçülük adına savunulamayacak kimliklerdi.

O yüzden zaman zaman birbiriyle çelişen bu sözler, tavırlar, tutumlar kargaşasını, Atatürk’ün olgunluk dönemine ait notlarının, konuşmalarının, eylemlerinin süzgecinden geçirmek şart…

Bu yapılmayıp da 1920′lerin kargaşasından rastgele bir fotoğraf çekince Atatürk, herkesin kullanımına açık “Binbir surat”lı bir lidere dönüşüyor ve ‘bunca yalancı’ içinde kimin doğruyu söylediğini bulmak, hepten güçleşiyor.

Yazar: Can Yücel

***

En son olarak yazımı Atatürk’ün çocuklara ve gençlere örnek olmasını dilediğim en güzel sözlerinden biriyle ve şair Nüzhet Erman’ın yazdığı bir şiirle bitirmek istiyorum;

“Çocukluğumda elime geçen iki kuruştan birini kitaplara vermeseydim, şu anda yaptığım işlerden hiç birisini yapamazdım.”

***

Atatürk
Atatürk de et artı kemik artı kandı.
İnsanüstü değildi Atatürk.
Atatürk her şeyden evvel;
Herkes gibi kusurları olan küçük, büyük
ve çirkin de olabilir, ama güzel;
Atatürk, yorgunluk kahvesini bir su başında ve rakısını tuzlu
leblebiyle yudumlamayı,
Serhat türkülerini, alaturkayı, mesela Safiye Ayla’yı
ve mesela yemeklerden fasulye pilakisini seven,
“Mir’i kelam” bir İstanbul efendisi,
(Aşık ve şair, mahçup ve ürkek)
Ama bir Adanalı kadar sıcakkanlı, Karadenizli değil ama, Karadeniz
kadar canlı.
Bir Aydınlı kadar oturaklı ve Zeybek
velhasıl;
Bizim mayamızdan, bizim kumaşımızdandı.
İnsanüstü değildi yani Atatürk;
Tam İnsandı…

Atatürk Filmi

Her Yer Atatürk

Atatürk’ün Yobazlara Zulmü

Atatürk Doğmasaydı


Atatürk Diktatör Müydü?


 

Hale Karaarslan
İndigo Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürü ve Yayıncı olarak görev yapıyor. İndigo Dergisi’ni kendisi ve yazarlar için bir okul olarak görüyor. Yaşama ve insana dair pek çok şey öğrenerek, yürekleri sonsuz güzellikle çarpan bir sevgi ailesinin içinde her gün biraz daha maskelerinden arınarak, özünü, kendi olanı buluyor. İki harika çocuğunun öğretmenliğinde ve eşinin her konuda kendisini destekleyen sevgisi eşliğinde öğrenmeye devam ediyor. İstanbul ve Marmaris'te yaşıyor.