Aşk bu mu? Gerçek bir aşk mı yaşıyorsunuz?

Aşk mı? Onunla karşılaştığım ilk andan, bana giderken el sallayacak kadar samimi olduğunu hissettiğim son ana kadar geçen zaman diliminde ruhumu esir alan bakışları “sana aşık oldum” der gibiydi.

aşk ikilem ilişkiler tutku heyecan sevgi coşku masumiyet

Aşk bu mu? Gerçek bir aşk mı yaşıyorsunuz?

Günlük hayatta gözüne gözlük takan ve kafasına da gözlük taktığını takan biri olarak ilk kez onun gözlerine dalarken hissetmedim gözlük taktığımı. Yoksa ne zaman biriyle göz göze gelsem gözlüklerimin gözümde olduğunu hissederdim ve kahrolası bir utanç bünyemi sarardı. Oysa onun huzur veren bakışları bana bütün takıntılarımı unutturdu sanki. Gözlüklerimden çok gözümde bir sıcaklık hissettirdi bana. Belki de o sıcaklıktır gecenin bu saati, ya da sabahın mı demeliyim, yatağımda kıvranırken gözlerimin uykusuzluktan yanmasına sebep olan.

Onunla karşılaştığım ilk andan itibaren bütün konuşmalarında en çok dikkat ettiğim nokta dudaklarının hareketleriydi. Bütün kıvrımlarını, gerilmelerini ve gülerken ortaya çıkan yanağındaki küçücük gamzeyi en ince ayrıntısına kadar çözümlemiştim. Dişleri o kadar beyazdı ki dudaklarının pembeliğinin öne çıkmasını biraz da ona borçluydu. Ağzından tane tane dökülen sözler bir şiir gibi geliyordu bana. O konuşurken yan masada ya da mekândaki hiç bir insan çıtını bile çıkarmıyordu sanki. Sonsuz bir huzurla dinliyordum onu ve bu huzurdu beni ona daha çok yaklaştıran. Omzunu açıkta bırakan elbisesi o kadar çok yakışmıştı ki ona kendimi bembeyaz omuzlarıma bakmaktan alıkoyamıyordum. Bakışlarımı da yakaladı ama nedense bir rahatsızlık belirtisi göstermedi. Utandım ama o sanki beni yüreklendiriyordu bakışlarıyla. Ellerimle saçlarını okşamayı, omzuna dokunmayı o kadar çok istedim ki o an… 


Kendimi, yıllardır kapalı kaldığı terkedilmiş sarayda kurtarılmayı bekleyen Rapunzel gibi hissediyordum. Kurtarıcım tam karşımdaydı. Elimi uzatsam beni alıp götürecekti sanki. Konuşmalarımı takip ediyordu ve o kadar güzel dinliyordu ki beni, o dinledikçe anlatmak geliyordu içimden ve öyle de yapıyordum. Belki saçmalıyordum ama o, sanki hayatın sırrını söylüyormuşum gibi dinliyordu ve ne o farkındaydı ne de benim umurumdaydı ağzıma geleni söylüyor olmam. O gün omzumu açıkta bırakan bir bluz giymiştim.

Omuzlarımı süzerken bakışlarını yakalamıştım bir kaç kez ama o kadar masum bakıyordu ki hiç rahatsızlık hissetmiyordum onun bakışlarının gölgesindeyken. Ben de onun ellerine bakıyordum,  bembeyaz, yumuşacık, dokununca yüreğimi pamuk gibi okşayacak ellerine. Çay bardağına götürürken nazikçe, iki parmağının arasına alırken, dudaklarını bardağın kenarına değdirip çayından bir yudum alırken soylu bir şövalyenin asaletini taşıyordu. Masamızın en beyefendisi oluveriyordu işte o anda.

Sonra yine ince bir espriyle herkesi kahkahaya boğarken tevazuyla harmanlanmış müthiş bir haylazlık yayıyordu insanların üstüne. Elleriyle saçlarımı okşamasını, omzuma dokunmasını o kadar çok istedim ki o an… Buna bir de gözleriyle dudaklarımın bütün ayrıntılarına bakması eklenince içten içe, iyice heyecanlanıyordum. Kendimi ona teslim olmuş gibi hissediyordum ve bu teslimiyet bana hiç de boğucu gelmiyordu. Beni kendine bağlamasını, damarımdan içeri bir şırıngayla hipnoz toksinleri vermesini küflenmiş özgürlüğümün damağımda kalmış yalnızlık tadına tercih ettim. Kararımdan mutluydum…

Yürüdük. Sadece yürüdük. Bir süre konuşmadım ve nedense onun konuşmasını da beklemedim, ikimiz de sustuk ama düşüncelerimiz bizim yerimize aynı şeyleri bağırıp duruyordu sanki:

“Neden ne hissettiklerini onun da bilmesine mani oluyorsun susarak?”

Bilmiyorum. Sadece içimden bir şey söylemek gelmiyor.

“Peki ona şu anda onu düşündüğünü söylersen tersleneceğinden mi korkuyorsun?”

Hayır. Ben konuşmaktan korkmam! Sadece sormak içimden gelmiyor?


“Eğer şu anda senden bir konuşma beklediği için susuyorsa ve sen susmakta direniyorsan bunun sana ne kazandıracağını zannediyorsun? Ya da kaybettiklerinin farkında mısın?”

Belki şu an kaybediyorum ama sadece susmak ve kendimi onun benliğini, yanımda yürüyüşünü düşünürken ve bunu dolu dolu hissederken hayal etmek istiyorum. Konuşursam büyü bozulacak! Sen de susarsan bu hissimi daha net yaşayacağım! 

Neden susuyordu acaba? Benim şu an çığlık çığlığa bağırıp bu tenha sokaklarda deli gibi aşkımı insanlara duyurmak istediğimi bilse gene böyle mi yapardı? Yo yapmazdı elbette. O çok cesur birisi bunu fark ediyorum susuyorsa bir sebebi vardır. Hem ben neden susuyorum ki? Elbette sebebi var. Onu yanımda yaşamak istiyorum. Varlığını hissetmek, beraber yürüdüğümüz bu dakikaların tadına doymak istiyorum. Konuşulacak sıradan birkaç konuyla bu doyumsuz anları öldürmek istemiyorum.

Geçtiğimiz sokakların isimlerini ezberlemek istiyorum günlüğüme yazmak için ama şu an aklım başımda olmadığı için bunun imkansızlığının da farkındayım. Bu sokaklardan bir daha geçince kesinlikle hatırlayacağımdan da şüphem yok çünkü kafamın içinde bir yerlerde beni aptallaştıran bu duygu gümüş saplı bir bıçakla kazıyor bu dakikaların her ayrıntısını beynimin kıvrımlarına. Acaba ona dokunsam mı? Ellerimiz birbirine paralel sallanıyor ama sanki birbirine değmekten utanıyor gibi. Hele bir yakalasalar birbirlerini alev alev yanan iki kor gibi yapışacaklar ve biz çaresiz ellerimize teslim olacağız. Keşke demekten kendimi alamıyorum ama bunun için bir çaba sarf etmek istemiyorum. Her şey kendiliğinden olmalı, tıpkı tanışmamız gibi. Biz bu oyunun doğaçlama oyuncuları olmalıyız, yönetmeni değil.

Evine geldik. Ona veda etme vakti gelmişti. Bütün yolların bir sonu olduğu gerçeği suratıma bir tokat gibi çarpmıştı veda vakti geldiğinde. Gözlerine baktım. Bana baktı. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibiydi. Aynı şeyleri ben de hissediyordum. Evet aşktı bu. 

Yok olmayacak böyle hiç bir şey söylemeden veda etmek! Evim ne kadar yakınmış? Keşke ya sokaklar daha uzun olsaydı ya da yolumuzu kaybetseydik…

Buruk bir gülümseme. Olsun, adam olana o da yeter. Kapısını açmak için anahtarlarını çıkartıyor. Ben de gideyim artık… 

Bu kadar mıydı? Aşk bu muydu? Evime girip yatağıma uzanıp elime günlüğümü alıp bir an önce onun hayaline kavuşmalıyım…

Arkamı dönüp son kez baksam mı? Acaba yanlış anlar mı? Ne diyorum ben? Yanlış bir şey yok ki, ne anlarsa doğru anlayacak!


Son kez bakmak istiyorum kapıdan içeriye girmeden. Belki tekrar gözlerini göremem ama siluetini görmem bile bana yeter! Hem arkamı dönüp ona tekrar bakarsam beni anlar…

Sevgi mi? Sevmek o kadar kolay mı?