Olagelen olanlar, “olağan” olarak kabul edildiği müddetçe, “olası” olanlar hep “olasılık” olarak kalırlar.
Meşguliyetlerimiz eğer mecburiyetlerimiz ise, mecburiyet altında meşgul isek o zaman o meşguliyeti bizler seçmiyoruz demektir. Seçmediklerimiz ise bizleri tanımlamaz. Bizi seçimlerimiz tanımlar. Mecburiyet altındaki her meşguliyetin bizlere koyduğu tanıma aldanıp kanmayınız. Sizler derinlerinizdeki seçimlerinizde yaşarsınız.
İşimiz bilmektir. Kendini bilmek büyük çaba ve emek gerektirir. Bunun için her durumda ve her şart altında düşüneceğiz! Böyle gelmiş böyle gitsin demeyeceğiz! Düşünüyormuş gibi de yapmayacağız. Düşüneceğiz. Birdenbire geliverdiğimiz bu âlemden birdenbire gidivermeden önce birdenbire düşünüverelim ki gelişimizin bir anlamı olsun. Bu anlamla tüm yaşadıklarımız hayat bulsun. Değerli bir hayat için anlamlı düşüncelere merhaba!
O kadar olağan bir hayat yaşıyoruz ki bu hayatın bu kadar olağan olması olağan dışı bir durum olsa gerek ve bu kadar olağan dışı bir durumdayken bu olağan dışılığı “olağan” olarak kabul edişimiz ise şaşkınlık verici. Her şey yolunda gidiyorsa eğer yolunda gitmeyen bir şeyler vardır. Olağan olanlar “olagelen” olarak yaşandıkları için dünün tekrarından ibarettirler. Dünün olagelen ve daimi tekrarları ise bugünü yaşatmayıp yarını da dünden engellerler. Bu durumda ise ne yenilik vardır nede keşif! Belli bilinenlerle belli olasılıkların şaşmaz tekrarıdır bu durum. Durum ibret verici ve hayrete şayan! Yaşlar, isimler, renkler, ömürler vesaire her şey farklı iken olagelenler hep aynı. Bireysel var oluş ve kendi hayatının tüm kararlarını alma hakkı ve özgür seçim yaşantısı “olagelenlerle” mümkün değildir. Olagelen “olağanlar” bunlara engeldir. Güneş her sabah aynı noktadan mı doğuyor acaba? Acaba batan güneş mi yoksa yitirdiğimiz hayallerimiz mi? Her şey değişip dönüşürken hiç değişmeyen çarka ne demeli?
Olağan hayatta olağan dışılıklar…
Meşgulüz. Tüm zamanımız dolu. Boş vaktimiz yok. Dolu vakitlerimiz var. Başımızı bile kaşıyamıyoruz. Boşa zaman harcama! Hatta zamanı hiç harcama! Hemen doldur. Boş geçmesin. Boş zamanlarda insanlar düşünebilirler! Niçin sükûnetle ve derinden derine düşünemediklerini düşünebilirler. Niçin tamamen dolu bir hayat yaşadıklarını düşünebilirler. Adeta düşünmekten uzak tutulduklarını düşünebilirler. Düşünmeyi bile düşünebilirler. Düşünüp hayatı sorgulayabilirler. Olağan bir hayatta bazı olağan dışılıkları fark edebilirler. Üstelik bunları anlayıp idrak bile edebilirler. Vakit varken tomurcukları toplama! Bırak yarın olsunda tomurcuklar solsun. Ki zaten solacak değil mi? Sonu baştan bilinenle ilgilenmek anlamsız olmalı. Düşünme! Buna zaten vaktin yok!
Şaşkınlığı bir acizlik belirtisi olarak addedip sonrada bu atıfla beraber mağrurlaşan egoların şaşırmadan gittikleri yolları açık olsun. İnsanoğlu karşılaştığı çoğu durumun şiddetli ciddiyeti karşısında en azından şaşırmalıdır ki idrakin ilk basamağından içeri girebilsin. Şaşkınlık idrakin ilk basamağıdır. Gökten sağanak sağanak zihinlerimize harikulade gizemler yağsa bile en cılız şaşırma belirtisi göstermeyenlere şaşırıyorum. Hayatın bu kadar boşa ve basite alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü zaten bilip durduğumuz için burada değiliz. Bilmek için buradayız. Dünyayı kurtarmak gibi bir görevimizde yok. Görevde yok. Bilmek var sadece! Kendiliğinden ve nefes alır gibi.
Ayırt ettirici unsur ne olabilir? Anlamlar içindeki anlamsızlıkları ve anlamsızlıklar içindeki anlamı! Neye göre ve nasıl? Hangi biçimde ve ne şekilde? Bizlerin zannettiğimiz çoğu düşünce ve düşünce kalıpları bizlerin olmayabilir. Şu ana kadar hiçbir şey düşünmemiş bile olabiliriz. Bu yaşadığımız hayatta bizim hayatımız olmayabilir. Her şey mümkündür. O halde her şey bizleri ilgilendirir. Her şeyle en derinden ve temelinden bir bağlantımız olmalı ki çepeçevre programlar her yerden geliyor.
Mutlak bir anlamda mevcut olsa bile, biz anlam vermediğimiz sürece “değer” başlı başına bir anlamsızlıktır. Değerin önemi onun anlamındadır. Anlamadıklarımıza anlam yükleyemediğimiz gibi değerde veremeyiz. O halde asıl değer bizleriz. Değeri tanıma, bilme ve önemseme yetileriyiz. Tüm dış arayışlardan sonra insan bilecektir ki “dış’ın” başlı başına bir anlamı yoktur. “İç” dediğimiz anlam okyanusu ise dışındaki sonsuzluktan bile çoktur. İçi ve dışı bir potada eritip sonrada ona en güzel anlamı verip çıkılan yol “yolların kraliçesi”dir. Dıştan mahrum ve içe kapalı bir anlam yetersizliği ise kraliçe yolundaki çetin dikenlere gebedir.