Stres değil midir hepimizin hastalanmasına neden olan? Doktor değil midir stresten uzak durmamız için uyaran? Stres değil midir hayatı çekilmez kılan; bizleri mutsuz ve asık suratlı yapan?
Kimimizin geçim sıkıntısı, kimimizin hastalığı… Bazımızın kayıpları, bazımızın acıları… Hepimizin değişiktir sorunları. Kısacası; stres zaten kaplamış her yanımızı. Bari! Biz, acıtmayalım birbirimizin canını. Değmeyecek sebeplerle; ne kendimize, ne de karşımızdakine yaşatmayalım “stres” denen bu çağımızın vebasını. Demesi kolay da… Asıl zor olan uygulanması.
Bazen o kadar kolay girilebiliyor ki strese! Bir gün içinde ne çok yaşamışım, onu paylaşmak istedim sizlerle…
Sabahları asık suratlı olarak çok ender kalkmışımdır. Kalkmışsam da mutlaka bir yerim ağrıyor ve hastayımdır. Güler yüzle kalkmanın güne çok faydası olduğunu, doğru yönde enerji yansıttığına fazlasıyla inanırım. Evde, sabah uyanan birinin sebepsiz asık suratı ya da; bir şey isteyip istemediğini sormaya gelen apartman görevlisinin döver ya da küfür eder gibi suratına bakması canımın sıkılması için yeterlidir. “Günaydın” demenin bu kadar zor kabul edilebilir olması da ayrı bir sorun.
Parmağını çekmeden zile basan arkadaşa kapıyı açtığımda, kulağına pamuk tıkamış olacak ki cevap alamadım günaydınıma. Siparişimin yarısı henüz çıkmadan ağzımdan, o koyulmuştu bile yola. Sen istediğin kadar pozitif düşün, istediğin kadar güne tebessüm edip “günaydın” diyerek gir… “Of” dedirtebiliyorlar sana. Sevmesen de, istemesen de stresi; işte bazen sabahın köründe gelip buluyor seni. Ve! Her nedense bırakmayabiliyor gün boyu peşini.
Koşturmalarım ne kadar yorsa da beni; keyifle ettikten sonra kahvaltımı, içerim kahvemi. Sonrasında yaparım platesimi. Arkadan temizlerim evimi. İşte bu anlattığım da o temizlik günlerinden biri idi. Aldırmadan yorgun olan bedenime, başladım camları silmeye. Kafam iyi olsun da! Nasılsa diğeri geçer dinlenmeyle. Silmeye devam ederken keyifle, bir toz bulutu tam kafamın üstünde. Hadi gel de sinirlenme… Komşu hatun, kilim silkeliyor beni orada göre göre. “Yuh” dedim, tabi ki bu hareketine. Ne ayıptır ya… Hele hele bu devirde, halı silkelemek de ne?
Ne güzel başlamıştım işlerime, suratı asık arkadaşı bile atmıştım kafamın gerisine. Koca güzel bir gün beni bekliyor diye. Ama kendini bilmez biri, hem keyfimin hem de enerjimin içine ederek soktu beni strese. Sen istediğin kadar sakin ol… Empati yapmak diye bir şey yok, seni böyle boş yere sinirlendirenlerde.
Saatime baktım, devam ettim işlerime. Sevindim… Henüz gün yarılanmamıştı bile. Hızla bitirdim her şeyi, duşumu alıp geçirdim üstüme giysilerimi. Çıktım dışarı düşünmedim bile nereye gideceğimi. Yeter ki! Unutabileyim saçma sapan yaşadığım gerginliği.
Yola çıktığımda Nişantaşı’na gitmeye karar verdim. Aslında yürünebilecek mesafede olan yolu sırf yokuş olmasından dolayı, taksiyle çıkmak zorunda kalmam yaşayacaklarımın sebebi olmaya yetmişti bile. Yirmi dakika taksi beklemem bir kenara, asıl boş geçmelerine rağmen kısa mesafe olması sebebiyle almamaları çok tuhaftı. “Herhalde paraya ihtiyaçları yok” diye düşündüm. Her ne olursa olsun keyfimi bozmamaya karar verdim. Ve de; kendimce aklımı kullanıp bir taksiyi durdurdum. Oyalanmadan bindim. Az bir yol aldıktan sonra nereye gideceğimi sorduğunda “Şişli” cevabını verdim. Nişantaşı’na geldiğimizde ineceğimi söyledim… O anda şoförle dikiz aynasında göz göze geldim. Ve! İrkildim birden öfke dolu sesiyle. Anlatmaya çalıştım, dinlemedi bile. O kadar soktu ki beni strese, ben de ona bağırdım onun gibi öfkeyle. Keyifle çıktığım yol, dönmüştü kabusa. Enerjim kalmamıştı dolaşmaya.
Eve vardığımda; başımın ne kadar ağrıdığını fark ettim. Kendime kızdım… Ve bir karar verdim. Bunca hayati sorun ve sıkıntı varken; artık! Bu kadar kolay yenilmemeliydim bu strese. Becerebilirim diye düşündüm ve de bunun sözünü verdim kendime.