Spritüel iş bitiriciler: Tamamen spiritüel!

Hakikate yol almayan yapay spritüel akımlar, yitip giden bir zaman çarkının söz cümbüşü içinde kendi kendilerini tüketmekteler.

tamamen spritüel para kadın dolar

“Söz idrak etmekte söze muhtaç olanlar içindir. Sözsüz idrak edebilenlerin söze ne ihtiyacı var? İdrak edebilen (anlayabilen) için bu göklerin yerlerin hepsi sözdür. Hafif bir sesi işitene bağırıp çağırmaya ne lüzum var.” (Mevlana)

Daha öncekilerin de büyük ve bir hakikate ulaşmayan sözcükler dünyasında yitip gittiği gibi, yeni çağın eski oyuncakları ile kendinden geçmişçesine oynamaya devam edenler ve bir türlü tatmin olmayanları kendileri olarak büyük vizyonlarını gerçekleştirme yolunda zor günler bekliyor.

Tüm bedenlerini birleştirme ve kendini keşfederek bütünleme ve keşfettiklerinde anlayışla idrak ile derinleşerek tekleşme yolunu tüm bu albenili oyuncakların arasından nasıl görecekleri meçhul…


İnsanı binlerce yıldır tutsak kılan arketip enerjileri ve saçaklanmaları,  kendini keşfetmenin yolunda bir engel oluşturmakta. Mesela dini öğretilere kadar girmiş, kurban arketipi, kurtarıcı arketipi, tanrı arketipi, kutsal arketipi ve benzer alt saçaklanmaları spritüel yolda yürüyenlerin önünde büyük bir engel oluşturuyor. Malum insanoğlu 7 bedenden oluşuyor. Her arketipin 7 bedende ortaya çıkışı farklı senaryolarla oluşuyor.

Mesela kurban bilinciyle fiziksel bedende dünyasal planını deneyimleyen varlık, hayatında kurban olacağı senaryoları üretiyor ve ilgili rol arkadaşlarını yaşamına çekiyor. Üst bedenlere çıkıldıkça her bedenin deneyimleyeceği arketip de evrim geçiriyor ve kendini yeniliyor versiyonlarını üretiyor. Ama sonuçta bu arketipler bir yerde kolektif zihninde büyük kapları olmakta. Bunların hepsine de köleliğin (dualitenin) kalıpları diyebiliriz.

Dış kaynaklı filmlerin hepsinde de, reklamlarda da ve benzeri tüm akımlarda da, insanoğlunun köleliğini devam ettirecek, hep tutsaklık içinde bırakacak, uyanmasına engel olacak, objeler, senaryolar, modeller ve roller ile bu enerji ve imajinasyon akımı devam ettirilmeye çalışılmakta.

Yeni çağın ruhsal uyanış ve ayağa kalkış vakti olmasından dolayı, şimdi de spritüel dünyamız çılgınca mesajlarla dolmuş durumda. Her tarafta bilmem hangi galaksinin nerelerinden bir mesaj bir sesleniş indirdiğini iddia edenlerle dolup taşmakta. Binlerce yıldır kölelik ve kurban kalıbı ile devinmiş insan zihni şimdi çılgınca bir arzuyla kutsallık kalıbı ile -kutsal- olmaya ve tanrısını ele geçirmeye çalışıyor.

Batıni öğretilerin, sabrı, tevazusu, alçakgönüllülüğü, ben değil sensin diyen sevgisi ve erdemleri yolun cilveleri adabı erkanı unutulmuş …

O, sen demektir.
Ama sen sakın ben deme,
Hep sen diye söyle.
Göz dürüst görürse, sen O olursun.
O da sen olur. — Mevlana

Rastladığımız herkes neredeyse kendini peygamber ve elçi ilan etmiş durumda, rablar ve zatlar ile çay kahve sohbetlerinde evrenler kurtarılıyor ve birlik beraberlik muhabbetleri yapılıyor. Yedi beden aşılmış, gezegenden taşılmış, evrenlere varılmış, aklımıza gelebilecek tüm kutsal değerler ve sözcükler paçavra edilmiş ama anlaşılan, nefs denen hokkabaza henüz ulaşılamamış.

Abdal Yunus’un, Rabbine ulaşmak için,  Taptuk Emre’nin dergahında sabırla 40 yıl odun taşıdığını, Mecnunun çöllerde yıllarca aç bi ilaç dolandığını düşününce, spritüel camianın vahameti ve yollarının çetinliğine nasılda ayan beyan oluyor. Allah selamet versin ki bir hayırlı el uzatanları olsun demekten başka bir şey kalmıyor seyreyleyenlere. Devre kapanışlarında hepsi de pek aladır. Ve aladır.

İnsanın uyanması gerçekten isteniyor mu?

İşin ilginç yanı da şudur ki, dünyanın içrek bedenlerine musallat olan bir şey sanki insanın uyanmasını ve bütünlenmesini istememekte ve bir radyo kanalı gibi kutsal olma tutkusu ile yanıp tutuşanları çengelleyerek, alıcılarına, mısır piramitleri markalı kültürlü birlik bütünlükten bahseden mütemadiyen standartlaşmış frekanslar iletmekte ve alıcıları da bunu, reenkarnasyon manzaraları, ırklar ve geçmiş yaşamlar olarak bir akış halinde izlemekte ve aydınlandığını zannetmektedirler. Mesajların içerikleri sunuluş şekli birbirinin kopyasıdır. Binlerce yıldır kör olan gözleri ile nereden geldiği belli olmayan frekansın etkisiyle birkaç görüntü gördüğünü sananların çoğunluğu ise çabasıdır…

Hedefli, manyetik enerji yüklü bulutlar nasıl ki bölgesel depremler yaratabiliyor ve iklim koşullarını değiştirebiliyorsa, dünyanın kolektif zihnine de ilginç spritüel mesajlar yayınlanması ve uyanma zamanı insanların içsel dengelerinin ve hedeflerinin yok edilerek geçici bir spritüel tatmin duygusu ile oyalanması çok muhtemel gibi.

Güneşin kozmik patlamaları, uzay boşluğundan gelen kozmik akımlar, nefslerin tatminsizliği, yaşamlardaki artan ağır sorunlar, günümüz insanın kendine varma yolundaki derin yalnızlığı ve katlanarak devam eden içsel ve dışsal kaoslar, henüz nefsini terbiye edememiş insanları, hiçbir anlamı olmayan ve bir denize kavuşturmayan  sayıklamalarla baş başa bırakmakta adeta…

Bu da insanın sonuçta kendi içine bakmasını, hayatını, varoluşunu ve derin yalnızlığını sorgulamasına engel olmaktadır. Çünkü kutsallık arketipinin açmazı hedefe varıldığının da derin yanılgısını barındırır. Halbuki arayış bir yerde bitse bile Sonsuz Ol’anın sonsuzluğunda evrim ve sonsuzluk basamaklarının ilki dünya üstatlığıdır. Ki dünya üstatlığına, sevgili Mevlana ne çilelerle, sevgili Yunus ne derinliklerde ve adını bilemediğimiz üstatlar ne sessizliklerde ve ne hiçliklerde ulaştılar.

Ne anlamı vardır ki birlik üzerine söylenen tüm o sözlerin. Zaten sözdür dış kabuktur. Sözler söylendikçe insanı dışarıda bırakan zihnin aletleridir. Entelektüel doğasıyla zihin terbiye edilip dengelenemezse, ruhsal bedenlerdeki tatmini de siptül söylemler olacaktır.

Süptil söylemlerin en yaygını yeniçağın doğası gereği, birlik bütünlük söylemleridir.

Böylece zihin şimdide kendini, tüm yeni çağın o albenili sözlerini söyleyerek tatmin etmektedir. Aslında bu sözlerin -halini- yaşamaya ve o farkındalıkta olmaya niyetli değildir. Zaten niyet ve eylem olsa sözcükler orada olmayacaktır, kısaca yaşamayı başladığınızda  -birlik- hali öyle bir haldir ki zihnin ölmesini gerektirir. Zihin birlik halinde öleceği için de orada  ne söylem olacaktır ne sözcükler olacaktır.

Zaten orada zihin olmayacaktır. Zihin ölmek istemediği için, sonlu ve sınırlı doğasından dolayı da, kişiyi sözcüklerle yapay bir spritüellik içine taşımakta ve bu sanal birlik sözcüklerinden oluşan dünyada bir coşkuya maruz bırakmakta ve ‘oyalamaktadır’.

Ne zaman ki varlık sessizleşir ve sukut içinde kendi kendiyle hemhal olur, işte ruh kendini belli etmeye başlar. Çünkü Ruh zaten her şeydir ve her şeyin olduğu yerde bir şeylerin lafı sözü bile olmaz, olamaz. Çünkü orada sözcüklerle ifade edilemeyecek -halin- deneyimini eylemektedir ruh.

Nasıl konuşsun varlık?

Konuşsa kelimeler zaten hiç olmamıştır kifayetsiz kalacaktır tüm  anlatılacaklar.

Susar. Sessizleşir ve içinde derinleşmeye ilerler.


Kutsal kitaplarda müjdelenen ve  Maya takviminde de zamanın sonu ile ifade edilen zaman, ruhumuzun bu dünyada ayağa kalkma ve kendini gerçekleştirme, ne olduğunu bilme ve sonsuz hamd ile sonsuz kabul ile sonsuz aşk, sonsuz bütünlük, uyum, denge ile  dünya zamanı ve mekanında Ol’ma zamanıdır.

Tabiî ki insanı binlerce yıldır uykuda tutanlar ve uyutmaya devam eden yeri geldiğinde sellerle tufanlarla yok eden yeri geldiğinde DNA’ları ile oynayarak kendi fıtratınca var eden “ne” ise, şimdi de insanlığın uyanışı üzerinde çok ağır veballeri üzerine almaktadır. Henüz bedenleri üzerinde hakimiyet kuramamış, dünya yaşantısı açmazlarla dolu ve hayatın Hayrı yönünde kendi varlığının ve eylediklerinin neresinde durduğundan habersiz insan kardeşlerimiz, kendinin ruhsallaştığını veya erdiğine  inanarak ve bu ZAN içinde çocukların iştahla oyuncakları ile oynaması gibi, yeniçağın eski aletleri ile oynamaktadır…

Oysa aynı zamanda zihin kontrol araçlarının, nano teknolojinin ve biyolojik silahların ayyuka çıkan eylemlerinden, insanların kolektif zihni ve manyetik alanlar üzerine yapılan deneylerden habersiz olan insan, kolektif zihnin manyetik alanına yüklenen ve kim yüklüyorsa da bu mesajlarla insanın oyalama niyetinde olanların da oyuncağı haline gelmektedir.

Sonuçta neye hizmet edecek tüm mesajlar, henüz “kendin” ortada yoksun. Yüzlerce yıldır bu kadar mesaj bu kadar kutsal kitap indi. İnsan “kendisi” denen muammayı ortaya gerçekleştiremedikten sonra aklı başına ve kalbine inmedikten sonra, dünyanın mesajını indirsen ne olacak. Dünya nefs bedeni büyümüş ama aklı büyümemiş ruhu zincirlerle zaaflarına ve dünyadan çıkarı olanlarca yaratılmış illüzyon matrisine tutsak kalmış insanlarla dolmakta.

Yeniçağın eski oyuncakları çoğumuzu yolumuzdan eyleyecek, vakitler dolduğunda ve saatler bittiğinde elbette göklerin perdeleri açılacak. Ve herkes kendini ne kadar eylediğinden veya eylemediğinden ve ne eyledi veya eylemediyse onu yaşamakla ve onun içinde var olmakla mükellef olacak.

Çünkü bu hayatta ne ekersek onu biçeceğiz.

Bu hayatta ne görürsek, ahret denen içselliğimizde de onu göreceğiz.

Mesaj almak veya vermek veya ortada peygamber gibi dolanmak, O’na küfürdür. Onun insanı yarattığı yüceliğe şirk koşmaktır.

İkiliktir.

İnsanın kendini sevmemesi, kendinden nefret etmesi halinden doğan bir ayrılıktır.

Açıkça İnsanın kendini tüketmesidir. Kullanması ve kullandırmasıdır.

Sonlu yaşamını ve zihnin spritüel zevklerini ve tatminlerini geçici heveslerini, ebedi yaşamına ve büyük Galaktik Varlığına  Evrensel Oluşumuna tercih etmektir.

Varlık da geçkince oluşumuna karşılık,  çocuk oyuncakları ile tatmin olarak,  zekası geri bir büyük olarak kalmak istiyorsa da kendi bileceği iştir. Evren herkese nasibini verecektir. Nihayetinde de her şey de fıtratıncadır.

Mesela insanın kendine ne kadar dürüst ve samimi olduğuyla ilgilidir.

Dürüstlüğün ve samimiyetin sorusu şudur ve KALBE sorulur: Kendimi seviyor muyum, yaptığım benimle ne kadar uyumlu?

Ne zamanki insanın kendini ayırdığı ve ötesi berisi dediği zannı sonlanacak işte o zaman HAYAT da, Biz de dirilecek.  Yaşamaktan o kadar keyif  o kadar zevk alacağız ki, yaşama ve yaşamın ürettiklerine o kadar bağlı ve yoldaş olacağız ki, bilmem nereden gelirse gelsin hayatın yaşam dolu SES’inden başka bir şey duymayacağız. İşte o zaman Hayat da bizim Dostumuz, biz ise Hayatın yoldaşı olacağız.

HAY Ol’An Bizden akacak ve Biz de Hayata akacağız.

Dostluk devri başlayacak.

İnsan kendi kendiyle dost olacak. Başkaca bir şeye ihtiyaç duymayacak.


Hayrın O’ndan olduğunun bilgisiyle ve her şeyin de hayırlı olmadığının bilişi ile kendi varlığımızı bu hayrın neresinde eylediğimizin, gerçek kıldığımızın farkındalığında olmamız dileklerimle…

Tüketim çılgınlığı insanları ruhsal olarak nasıl etkiliyor?