Bugün yollarımız ayrıldı; kör bir makasla kesilmiş, kırmızıdan bir köşede kir toz tuta tuta bordoya çalmış bir nişan kurdelesinin ucunda boşluğa sallanan iki, parlaklığı reddederek matlaşmış yüzük gibi.
“Yolların ardı artık hüzün” dedi. “Yüzün ki yaşım kadar eskimesi için yüzyıllar verilmeli eskitmeden ruhun zincirlerini. Zincirler takırdayacak belki bundan böyle her yanına gelmek isteyişimle; hızla eskitilmiş bu zincirlerin kopması an meselesi . Saçların ki yaşım kadar çoğaltmış tanelerini; yaşının tüm renkleri katlarıyla çoğaltarak gösteriyordu o farklı gökkuşağı yansımasıyla salkım salkım üzüm tanelerimi.”
Birbimizin geçtiği yollardan geçmiştik. Benim gidişim onun dönüşüydü yolun en çukurlusundan. Bildik bunu yolun bükülüp bükülüp kavuşmasından. Biz de bükülüp bükülüp kavuşmalıydık belki; büsbütün kurtulup arsızca eksiltilmiş sevgi yongasından.
Kaderin seni kapı aralığından arada bir tek gözüyle yoklamasıyla onun yolunda giderken onu idrak edememenin bedelinin, yolların seni geçmişinin ağırlığından bir bataklık gibi içine çekmesi ya da bir labirent gibi seni kaybetmesi olduğunu bilemeyebilirsin. Oysa temiz, net bir algı; Bran Şatosu’nun bahçesinde kana bulanıp Türk Çayı’nda yıkanmaktan seni kurtarıp, orkidelerin rengiyle ışığa doğru sürükleyebilir pelerinini.
İdrak edememenin eşiğinde, gözleri 666’yı gösteren bir kadına kapılmıştı; ardında bıraktığı emeği, gözlerini kör edip hiçe sayarak.
Kadın besbelli ki bir illüzyon emekçisiydi. Canımın enerjisini emiyor da emiyordu. Yüreğim büsbütün ezilmişti. Biliyordum ki, başkalarının enerjisini emdiğinde enerjin büyümüyor; aksine evren elini bir süreliğine çekiyordu üzerinden. “Yüceltmeden yücelebileceğini sanmaları yıllandır” diye fısıldadım kulağına ” yıllandır bir fare deliğinde.” İrkildi ve kirlenmiş bir süt aktı yüreğinden. Kirlenen, asırlardır beslemiş olduğum “Sevda sütü”ydü. O sütün kirlenmesiyle kirlenmişti sevdamız. Onun için aştığım diyarlara (boyutlara) doğru yolculuğuma hazırlandım veda busesiyle.
Canımın elleri ayakları çekilmişti. Boyunlarını eğmiş ağaçların hüküm sürdüğü yerde tanıdığının değil, başları dimdik duran ağaçların hüküm sürdüğü o huzur mekanında tanıdığı kadının gerçeği olduğunu farkettiğinde”. “Ne yazık” dedi kendine, ne yazık her şeye geciken bir yapıya sahip olanın yapıp ettiklerine!