Bizim yüzümüzden kafese tıkıldılar ve tutsak doğup tutsak ölmeye mecbur bırakıldılar!
Bir kaplan, bir timsah ya da bir fili başka nerede görebiliriz diye soruyorum kendi kendime bir kaç gündür. Televizyonda gördüklerimi saymıyorum. Çıplak gözle görmek, gerçekliğine inandırmak istiyorum kendimi. Doğal yaşam alanlarına gidemem, hem gitsem bile tehlikeli olabilir. Gerçi onun da Safari adı altında turizmi yapılıyor. Ama yeterince yakından görebileceğimizi sanmıyorum. Aklıma gelen tek cevap: Hayvanat Bahçesi!
Geçen hafta bir hayvanat bahçesine gittim. Daha önce bu hayvanları görmeme rağmen etkilenmemek elde değildi. Bu muhteşem varlıklara bu kadar yakından bakabilmek harika bir duyguydu. Hepsinin kendine has, yaratılışından gelen özellikleri karşısında kendimi çok sıradan bir canlı gibi hissettim doğrusu.
Biraz şaşkın, biraz da büyülenmiştim. Bir kaplanla aramda sadece bir kaç santim mesafe kalması, aradaki kalın camı görmezden gelirseniz çok heyecan vericiydi. 5 metre boyunda bir fili görmek için yukarıya bakmamın gerekmesi, ona ne kadar yaklaştığımın ve bu kadar büyük bir canlının var olabileceğinin kanıtı gibiydi adeta. Maymunların bulunduğu bölüme gelince Sigmund Freud’un teorisi gerçek olabilir mi acaba diye düşünmeden edemedim. Her birinin yüzünde farklı bir karakter, insanı andıran mimikler gördüm.
Maymunlarla zaman geçirirken öğlen olmuştu ve güneş ışınlarının etkisiyle aradaki camda kendi yansımamı görebiliyordum. Yüzüm, onların yüzleriyle yan yana gelmişti sanki. Yüzüme baktım sonra onların yüzlerine baktım. Birden başka bir şey fark ettim.
Kendi yüzümde, gördüklerim karşısındaki heyecandan olsa gerek bir mutluluk vardı. Ama onların yüzünde mutluluğu göremedim. Daha çok hüzün, bitkinlik, sıkılmışlık vardı. Öylece oturan ve bir şeyler yapmaya hiç istekli gözükmeyen bu canlıların burada tutsak olduklarını fark etmiştim. Daha önce gördüğüm hayvanları düşündüm. Hepsinin küçük alanlarda hapsedildiği gerçeğiyle yüz yüze geldim.
Çitaların bulunduğu alanda oluşan patika gibi yollar ve bu yollarda sürekli turlamalarının sebebini şimdi anlayabiliyordum. Koşma iç güdüsünü bastırmaya çalışan çitalar, hiç bir zaman var güçleriyle koşamayacaklardı. Peki aslanlar, onlar da hiç bir zaman avlanamayacaklardı.
Sadece önlerine atılan etleri yiyerek avlanma yeteneklerinin kaybolmasına seyirci kalacaklar. Birden büyük olasılıkla hepsinin bir hayvanat bahçesinde doğduğunu idrak ettim ve bu muazzam yırtıcılar için gerçekten üzüldüm. Belki büyükbabaları doğadan, belki de Afrika’nın Serengeti düzlüklerinden geliyordur ve sürekli anlattığı hikayelerle bu kediciklere özgür olmanın nasıl bir şey olduğunu bir nebze de olsa hissettirebilmiştir. Belki de büyükbaba aslanın hikayeleri efsaneleşmiş, kuşaktan kuşağa anlatılıyordur. Kim bilir…
Göklerin en zarif ve en güçlü hayvanları, kartallar. O muazzam yeteneklerin burada ziyan olması, bu hayvanların bu kadar çaresiz kalması… Bu kapalı yerde doğru düzgün uçamıyorlar bile. Kendimi kapalı bir kutunun içinde kalmış gibi hissettim bir an. Bu hayvanların hiç bir zaman özgürce uçamayacakları düşüncesi kafamda yankılandı. Keşke burada, bu hayvanat bahçesinde de yankılansa. Hatta bütün şehirde, hatta ülkede, hatta bütün insanların kafasında yankılansa.
İster istemez adımlarım hızlanmıştı. Kendimi çaresiz, sanki hapsolmuş gibi hissettim. Biraz ilerledikten sonra göz göze geldiğim bir kangurunun ifadesi kelimelerle anlatılamayacak kadar anlamlı ve etkileyiciydi. Daha fazla söze gerek duymadan fotoğraf makinemin kadrajından bakarak sizde onunla göz göze gelebilir ve belki onu daha iyi anlayabilirsiniz.
Bize göre konuşamıyor olabilir, bizim deyişimizle ‘Hayvan’ olabilir. Ama kesinlikle bizden daha değersiz değil ve kesinlikle bu dünyada özgürce yaşamayı hak ediyor.
Hepsinin yüzleri bir bir gözümün önünden geçti ve mutsuzluk hepsinde ortaktı.
Bizim yüzümüzden kafese tıkıldılar ve tutsak doğup tutsak ölmeye mecbur bırakıldılar.
Peki bu müebbet cezayı hak edecek ne yaptı bu canlılar?
Belki eski çağlarda insanlara karşı biraz daha acımasız olabilselerdi şimdi dünya sadece devasa ormanlardan oluşan, bir sürü farklı türün yaşadığı, insan emellerinden arınmış, daha özgür bir yer olurdu.
Eski çağları düşünüyorum da, aslında baktığımızda fiziksel olarak avantaj sağlayacak bir uzva sahip olmayan çaresiz insanlar, çağlar boyunca, çevresini ve bir çok şeyi keşfetmiş ve keşfettikçe güçlenip evrimini sürdürmüş. Ele geçirme, hükmetme ve hırs duyguları daha çok hoşuna gider olmuş. Günümüze kadar sürekli savaşan ve dünyanın diğer sakinlerine yaşam hakkı tanımayan insan, hala evrimini iyi yöne çevirebilmiş değil. Ne yazık ki insan bencilliğinden nasibini almış bu dünyada bırakın başka canlıları insanın kendi türünü bile önemsediği yok.
Deri bir kemer veya çanta, kürk, kozmetik ürünler ve daha bir çoğu. Günlük hayatta kullandığımız pek çok ürün için feda edilen canlıları düşününce aslında ne kadar da saçma bir zamanda yaşadığımızı anlıyorum. Balinalar, fok balıkları, kaplanlar, timsahlar ve daha bir çoğu bizim komik ihtiyaçlarımızı karşılamak için ne yazık ki öldürülüyor. Yaşam alanları istila edilen ve kendi evlerinde avlanan bu canlılar için belki de en güvenli yer bu hayvanat bahçeleridir. Belki bu tutsaklık onların dünyadan tamamen yok olmasını engelleyecek son bir kaledir. Belki de bu insanoğlunun durup düşünmesi için bir fırsattır, farkındalık sağlamak adına bir çok yere kondurulmuş bir işarettir ya da bir imdat çığlıdır.
Fotoğraflar, Almanya’da Zoo-Der Berg, Halle ve Wilhelma-Der Zoologische-Botanische Garten, Stuttgart’ta çekilmiştir.
Çektiğim fotoğraflarla buluşma noktanız ! : Tolga Hurhun Photography