Bir ses yankılandı uzak ötelerden. Bilinmez, saklı diyardan. Sesi duyan bilinenlerdendi, seçilmişlerden. Ve onu sadece bir kişi duyabilirdi. Sadece O’nda olan ve O’ndan kopan.
Ve bu, yüzyılın bir hikayesidir. Gel gör beni Aşk neyledi…
Bir fısıltı gibi getirdi rüzgar sesini. Kulaklarını çınlattı adeta. Bir esinti gibi geçti ses, ruhunun en ince derinliklerinden.
Elinde asası, uçurumun tam kenarında duruyordu. Neydi onu buraya getiren? Her güneşin doğuşuna yakın sürüklenircesine gelişinin sebebini bilmiyordu.
Neyi arıyordu? Beklediği kimdi? Bedeninin yanışını söndürmek için miydi? Yoksa ruhunun haykırışlarını dindirmek miydi?
Konuşma vardı, sesler yoktu. Akan cümleler vardı, ama konuşan yoktu. Bir hissediş vardı, duyan yoktu. Derinlerden geliyordu ses yankılanıyordu ama bir çarpma yoktu. Yavaşça, usulca. Ruhların konuşmasıydı bu.
Gözyaşlarıyla dolu gözlerini bir an olsun kaldırdı. Fısıltıları rüzgar getiriyordu adeta, kah serinliği ile, kah dalgaların rüzgara emanet ettiği damlaların yumuşak dokunuşlarıyla. Ve seslendi yüreğiyle, duyulacağından emin.
Geçtim dünya üzerinden, oh diyemedim / Yüzüm sürdüm Turab’ına, cennetini dilemedim/ Kör kuyu dibinde kaldım, derdimi söylemedim / Nefsim Aşkın gerisinde, Haktan gayrı göremedim/Öyle dertten yağmur verdin, bir an olsun eğilmedim / İçtim kevser-ü şarabundan, turna ile oldum pervaz/ selam ittüm Hanuh’a/Geçtim dünya üzerinden, Gayrisini bilemedim..
Ve seslendi öteler, kulağına bir avaz’da dokunan nida ile…
“Bakan sen miydin kayıb gözlerden, derinlerin anlamında yatan. Sen miydin kaybolmuş bir hüznün dalgasında ağlayan, çamur ile bütünleşen, dar mansurlarda kalan ve bebeğini taşıyan, kırılmış umutların hüznünde bize seslenen sen miydin?”
Rüya olmalıydı bu. Gerçek olamayacak kadar derin ve acı veriyordu yüreğine. Hissettiği neydi. Düşünceler akıyordu zihninde dervişin.
Duyuyor muydu acaba, tüm aşkını haykırıyordu ama duyan var mıydı?
Masmavi deniz belki hiç bu kadar mavi olmamıştı. Uzaktaki tepenin ardında canlıymış gibi görünüyordu. Vadide bulunan yeşil ağaçlar sanki bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ve karanlık sem’alar, bir sabah Duhan ile mi uyanacaktı?
“Ben burada sessizce beklerken kaç kuşak geldi geçti biliyor musun Ey Aşk’ın Çığlıkları. Dokunun yüreğime yaşam verin bana, dokunun tüm bedenime Hayy verin bana.”
Ve Hatırla sen Ey Derviş! Seni kurtaran AN’daki Ma’ilerin dokunuşlarını ve unutma, yüreğini titreten o şeyi. Tanrının bahş ettiği, büyük hediyedir Aşk.
Ey AŞK!
Yaptığımız Ahdi sen bozdun sonsuz diyarlarda,
Terk ettin gittin, bana aid iken,
Ve yalnız bıraktın beni ölümün diyarlarında,
Senin farkın nedir Öz’ümün Arkadaşı?
“Aşk daima benimleydi, hep oradaydı, yüreğimin en derinlerinde. Yaman bir avcı gibi yakaladı sırtımdan, yaşam iliği gibi yerleşti tüm omurgamın arasına, akıyor sonsuzca, tüm bedenimi ele geçirdi, tüm hücrelerimi. Ara sıra değil hep düşünüyorum, her anım, tüm zihnim, tüm rüyalarım dopdolu. Dönüştürülmesi ne acı durum, zihnim engel olsa yüreğim, yüreğim engel olsa bedenim dönüştüremiyor o muhteşemliği.
Şunu eyi anladım ki
Çırayı tutuşturan hasred imiş,
Od olmak için,
Hiç sahib olmadığından bile vazgeçmek imiş…
Sorgulanmanın en acımasızlığında kendimi getirdim sana çok uzak diyarlardan. Her şeye hükmeden ruhun, beden içinde Sevginin titreşimine engel olmaması ne acı. Dönüştürüp ilahi olana akıtamaması ne acı. Sınav mı bu yoksa tuzak mı? Ne yaman ve acımasız bir tuzak oysa. Engel olunamayan durumun vahşeti gibi tam karşımda. Vazgeçmektir sevgi, uzak olmaktır. Çünkü sevgi tek başınalığın adıdır.
Ne kadar yakınsın bir nefes mesafede, oysa ne kadar uzak misli ile. Ruhumla sana seslendim duydun mu? Duyamazsın. Çağırdım neden gelmedin? Neden hiçbir şey doldurmuyor yerini. Neden hep zihnimin her köşesindesin. Tüm algılarımda yer aldın? Bulunduğum yerden, tam buradan sesleniyorum ötelere:
Göründüm bir çul içinde cesed
Ona HAYY verendir Hakikad…
“Gel Gör Beni, Aşk Neyledi?”
Tüm okuyanlara saygı ile..