Kendin’i bilmek Ben’i tanımakla başlar

Sizlerle buluştuğum ve bana ayrılan bu ilk köşe yazısında tüm İndigo Dergisi okuyucularını saygıyla selamlıyorum. Bu köşede yer alan konuların içeriği “Ezoterik Öğreti” üzerine olacaktır. O nedenle tüm bölümler birbiriyle ilişkili devam ederken, derinlik kazanacaktır.

 

İnsan Ruh ve Beden ilişkisiyle ve buna bağlı olarak gelişebilmektedir. Kişi; geliştireceği bilinci oranında, önce maddi varlığının gerçekliğini tanıyıp anlayacak ki, bu bilinç aracılığı ile şuur ilişkisini kurabilme yeteneğini işletebilsin.

“Ben” dediğimiz şey bizim maddi varlığımız, “Kendin” dediğimiz; içimizde taşıdığımız kimliğimizdir. Bu kimliği oluşturan unsurlar ise; ruhun tekamül aşamasında elde ettiği sonuç ve bu sonuçların bizdeki yansımalarıdır. Bunun biraz daha ötesini kavramaya gittiğimizde; öz, töz, cevher, tin, ruh ile karşılaşırız.


Bu yolculukta, öncelikle ayağımızı yerden kesmeden, bulunduğumuz yeri, yani maddesel varlığımızı tanıyarak ve anlayarak başlamanın, çok önemli bir adım olacağını belirtmek isterim.

İnsanın kendi ile buluşması; önce Ben’i ile yüzleşmesi ile mümkün olabilecektir. Örttüğümüz, görmezden geldiğimiz, bastırdığımız ve farkında olmadığımız hemen her şey, kendimize gitmeye engel olarak orada öylece duracaktır, ta ki biz, onları önümüzden tek tek kaldırıncaya dek.

Peki bu engeller nedir? Ve önümüzden nasıl kaldırabiliriz? İşte en büyük tıkanıklık, bu noktada başlamaktadır…

Her şeyden önce biyolojik yaşamımızı sürdüren libidomuz aynı zamanda bizim yaşam enerjimizdir. Bu yaşam enerjisi bizi, iç ve dış tehlikelere karşı savunan bir koda sahiptir.

Şöyle ki; Libidomuz (Yaşam enerjisi); kalp atışı, kan dolaşımı, iç organların tüm faaliyetleri, hastalık halinde ateşin yükselmesi, uyku, uyanma gibi tüm yaşamsal işlevselliği kusursuz bir şekilde savunarak sürdürür. Dışarıdan gelen bir tehlike karşısında; saldırarak ya da kaçarak kendini güvenceye alır. İşte bu otomatik kodlar bazı uyaranlara karşı şuursuzca, en kısa en kestirme ve en kolay yolu tercih ederek yapmaktadır.

Eğer “Ben”i tanımak istiyorsak, “Ben”in dışına çıkarak bakabilmek gerekmez mi? O halde “Ben”e dışarıdan bakabilmek için önce dışarı çıkmak gerekmektedir.


“Ben”in takıntıları, tutkuları, hayalleri, duyusal tepkileri, korkuları, kompleksleri, yetersizlikleri, tembellikleri, kıskançlıkları, kaygıları, deneyimleri, alışkanlıkları, gelenekleri, görenekleri, ailesi, yoksulluğu veya varlık içinde yetiştirilmesi, çocukluğu, arkadaşları, öğretmenleri, kendisine verilen ya da verilmeyen fırsatları, yetenekleri, beceriksizliği, bilgisi, bilgisizliği, yanlışları, doğruları kısaca bilinci, “Ben”e ait her türlü konunun işleyişi “Ben”i tanımak açısından kaynak teşkil etmektedir.

Yukarıda yer alan “Ben”e ait bu haller, yine “Ben” tarafından savunma ve korunmaya alınır.

Şöyle ki: Acaba, galiba, keşke, tüh tüh ve en çok da ama’larla.. Im- im takılarıyla sahiplenir ve mülkiyet hakkını “Ben”ine yükler. Var ettiği sıfatların ardına sığınmaktan çok memnunken, gücünü de bu noktalardan alır. Sıkıştığı bazı alanlarda sıfatların ardına sığınarak, hatalarını gizlemekten hiç çekinmez.

Kendin'i bilmek Ben'i tanımakla başlar

İşte tam da bu noktada, Ben’in içine düşmeden ne yapmak gerekmektedir?

Belki de cevap kendi içinde saklıdır. Aslında cevap;”Ben”in en zayıf halkaları olan duyuların tesirinden çıkarak bir gözlemci gibi, dışarıdan bakabilmektir.

Yaşamda hangi konu, hangi durum olursa olsun; eğer isteklerimizin sorumluluklarını hissetmiyor ve buna sahip çıkacak yeteneklerimizi kullanmıyorsak, sonucun hayal kırıklığı, üzüntü, acı ve keder olması kaçınılmaz olacaktır. Kolaylıkla oluşturabildiğimiz taleplerimiz, aynı zamanda bizi bağlayan sorumluluğumuzdur. Yani:“Yetki ve sorumluluk” aynı anda işletilmelidir. Bu birbirinden ayrılmayan bir ilişkidir. İşte bu ilişkiyi sağlıklı kurduğumuzdan emin oluncaya kadar sürdürmek ve bizim dışımızdakilere bunu söylettirebilmektir (düşüncelerine itibar ettiklerimize).

Sosyal insan geliştikçe Ben’i de gelişmiştir. Zira kişi, Ben’ini rafine ederken; politik, stratejik ve daha naif kullanmaya başlamıştır. Dolayısıyla, onun düşüncelerine göre; “herkes eşittir” ama “kendisi, daha çok eşit”.

Oysa Evrensel boyutta ve tüm ezoterik öğretilerde “Ben”in disiplinini içeren ve 5 yıl süren bir çıraklık dönemi bulunmaktadır. Bu evreyi başarıyla işleyen ve işleten bir aday, önündeki her engeli kaldırdığında hafifleyecek ve “Kendi’ne” doğru yol alacaktır.


Konumuz bir sonraki ay farklı başlıklar altında devam edecektir…

Arif İçin Din Yoktur: Muhyiddin İbn-i Arabi