21’inci yüzyıl, insanın çok büyük ve çok boyutlu değişimlerin içinden geçtiği, dünyada akıl almaz olaylara tanıklık ettiği bir yüzyıl olmakta. Zaten öyle değil midir ki bir çocuk da büyürken, çocukluktan ergenliğe geçişte, ergenlikten yetişkin bir birey olmaya geçişte her zaman çalkantılı ve kaos dolu bir süreç yaşar. Dünya gezegeninde yaşayan canlılar olarak insan da süreleri bin yıllarla hatta yüz binlerle ölçülen ve milyon yıllara matuf bir “büyüme” sürecinin içindedir.
Freud’un incelemelerinde insanı tüm hayatı boyunca etkileyen ve yönlendirenin altı yaşına kadar yapılmış bilinçaltı kayıtlarının olduğunu söyler. Öyleyse insan psikolojisinden hareketle insanlığın bilinçaltı yaşının da altıdan fazla olamayacağını ve kolektif bilinçaltının da tek tek insanların bilinçaltının toplamından oluştuğunu söyleyebiliriz. Tıpkı insanların bilinçli zihinlerinin de insanlığın ortak kolektif zihnini oluşturduğu gibi.
Tasavvuf ilmine göre ise insan 7 gömlek giyinerek dünyaya gelmiş bir şaheserdir. Fakat uykudadır ve kendinin “kim” olduğunu bilmemektedir. Ta ki büyüyene dek, yani uyanana dek ne olduğunun bilgisinden yoksundur.
Kendisine verilenler ile yetinmek durumundadır.
İnsanın kendisine verilenler ise, bilinçli zihninde; toplumdan, ailesinden, eğitiminden ve kendisini etkileyen her şeyden öğrendikleri, bilinçaltı zihninde 6 yaşa kadar olan kayıtları ve insanlığın ortak bilinçaltı dünyasında ise, insanlık tarihinin şimdiye kadar yazılı tarihi ve yazılı olmayan belki de milyon, milyar asırlık kayıtları ile baş başadır.
Nasıl ki bir insanın büyümesinin bir vakti saati var ise insanlığında büyümesinin bir vakti saati olduğudur. İnsanlık medeniyetinin üyelerinden mayaların insanlık için öngördükleri büyüme zamanını yaşayışa geçiş vakti 21 Aralık 2012’dir. Bu durumda diyebileceğimiz, insanın çok çok eski gibi görünen tarihine rağmen henüz “küçük bir çocuk” olduğudur. Fakat artık büyüme zamanıdır.
İnsan şimdiye kadar kendisine anlatılan mitolojik, dini veya öğreti masalları ve birtakım hurafelerle büyütülmüştür ki insanın anlayabileceği dilde beş yaşındaki bir çocuğun anlama kapasitesi olacağı için uygun gibi gözükse de, bu masalları kimin ve ne için anlattığı ve küçük insanı hangi düzene-sisteme ve realiteye götürmek istediği başka bir düşünce sürecinin konusudur.
Kısaca bilinçaltımızın ve kolektif bilinçaltının çalışma sistemi küçük bir çocuğun mantık düzlemi ve nedenselliği gibi düz bir mantık ve nedenler zinciriyle birbirine bağlantılıdır. Ve bilinçli gerçekliğimizin de bilinçaltında kayıtlı olan inançlara ve izlenimlere göre yaratıldığı göz önüne alınırsa, insanlığın kolektif bilinçaltının milyon asırlık dünya gezegeni yürüyüşünde birikmiş pek çok manipülatif –kasıtlı kayıtla dolu olduğunu, nasılda kaotik kayıtları barındırdığını tahmin etmek güç olmayacaktır.
Medeniyetimizin gelişmişliği ve kendine hayırlı bir gelecek yaratma kabiliyeti küçük bir çocuğun yetkinliğinde iken, önümüzde birikmiş ve çözülmesi gereken gezegensel sorunlar, galaktik sistemden kaynaklanan sorunlar hemen kapımızda bizim uyanmamızı beklemektedir.
Bizim ve gezegenimizin geleceğini hepimizin en yüksek hayrına olacak şekilde ve ışığın doğası ile uyumlu ve O’nun bizi yarattığı muradına uygun olarak gerçekleştirebilmemiz elzemdir. Bilinçaltımızın, insanın hakikatine ve içinde yaşadığı gerçeklik bilişine uyanabilmesi ve bir an önce kendisine anlatılmış tüm hurafelerden güvenle ve şefkatle arınarak sonrasında kendisini evrende yaşatacak bilgiye açılabilmesi de elzemdir.
Bu karanlık yolda bilinç en önemli hazinemiz ve yoldaşımızdır. Kısacası Rabbimiz bilincimizdir. Tabiî ki bilinç ile kastettiğimiz evrensel ve hakikatlere ulaşabilmiş veya en azından kendini bu yola adamış olan bilincimizden bahsediyoruz.
Çünkü bilinçli zihin veya kolektifin bir parçası olan zihin değişime başladığında bilinçaltı da değişmek için kendi -nedenini- oluşturacaktır. İnsanlığı tek organizma olarak kabul edersek -ki aslında bilsek de bilmeksek de İnsanlık Tekbir Bütünlüktür- bilinçaltının değişimi için her birimizin kolektif bilince bağlı zihnimizin belli miktarını değiştirmemiz gerekmektedir.
Öyleyse ne zaman kenedimizde bir değişim gerçekleştirsek, bu kolektif bilinçaltında da bir şeylerin değiştiğinin ve arındığının bir göstergesidir. Bilinçli zihnimizin değişimi ise sadece idrakle mümkün olabilmektedir.
İdrak deneyimle elde edilen bir hal değişimi aracıdır.
Yüksek benliğimiz dediğimiz bilincimiz, İlahi alem ile bağlantıda olan bilincimizdir. Yüksek bilincimiz, insanlığın tek ve bütün bir yapı olduğunun farkıdalığında olmakla birlikte, normal (egosal) bilincimiz, sadece bireyselliğinin farkındalığındadır. Bilinçaltımız ise şu an bizimle ilgili (aslında insanlık tek bir bütünlük olduğu için tüm olmuş olanlar oluyor olanlar ve olacak olanların kayıtları ile ilgili) her şeyin kayıtlı olduğu büyük bir depodur. Yaşlanmışlıktan kasıt ise yüksek benliğimizin, fizksel aleme odaklanışında ruhun fiziksel madde ile temasından (deneyimde) doğmuş tüm kayıtların saklandığı yer olmayan ve zamanı bulunmayandır.
İnsanı değiştiren bilinçli zihnin idrakleridir. İdrak olgusu her zaman bilinçaltıyla ilgili bir olgudur. İdrak, bilinçaltına ulaşabilmek ile ilgilidir. Aynı zamanda insanlık ailesinin kolektif alt bilincinin de değişimine ve gelişimine katkı sunar.
Hal’ler bilinçaltının idrakle değişiminden oluşan Ruhsal Bakışımlardır. Deneyimden idrak edilen ne ise bilinçaltında bir yapı taşı bir mihenk taşı olarak kullanılabilir hale gelir.
Deneyim sonucunda idrak oluşmamışsa deneyim tekrarlanır.
İdrakler ne kadar artarsa, farkındalıkta o oranda artar ve yüksek bilinç halleri ile hemhal olunur. Yüksek bilinci daha çok içermek ve yüksek farkındalıkta deneyimlerimizi yaşamamız, deneyimlerimizde o kadar berraklık ve ferahlık içinde olmamız manasına gelir.
Yüksek bilincimizi tıpkı toprağa ve bitkilere can veren bir su gibi düşünürsek, o da bizim insan olma toprağımızdaki nice güzellikleri ve potansiyellerimizi canlandırmaktadır. Her idrakle daha fazla insan olmaktayızdır. Aslında buda aşıklığa giden yoldur. Ki Aşk nihayetinde varlığın kendiliği Ol’an varoluş ile dengede, uyumlu ve derin bir ilişki içinde olmasından başka bir şey değildir.
Bu nedenle insanın kendine aşıklık edip varolan her şeye ve kendi yüksek bilincine sevgiyle yaklaşması ve muhatap olup AŞK Halini canlandırması O Yüksek Bilincin insana akışını başlatır ve sürekliliğini sağlar.
Aslında O da Biziz’dir. Bizlik hali burada gerçekleşir ve geçerlidir. Bilinçli zihnin aşk hali akışı başlatır, buna da tasavvuf literatüründe Aşıklık denir. Aşk hali O’nun frekansıdır. Bundan öteye bir frekans ve oluşum olmadığı için O her şeye ön gelen ve O her şeye nüfuz eden ve kapsayandır.
Tıpkı içindeki balıklarla suyla ve bin bir çeşit yaşamla birlikte okyanus gibi olmaktır. Ama bazen kendini bir denizatı, bazen su, bazen bir damla, kim gün de sudan çıkmış bir balık, bazen de okyanusun içinde okyanusu arayan balık gibi olmaktır. Bizlik dalga dalga yayılan bir haller bütünleşmesidir. Bahçede çiçekler veya ormandaki ağaçlar dengeyle ve uyumla yan yana olmak gibidir.
Aşıklık hali kendine eşdeğer aşkın frekansları da kendine çeker ve yeryüzüne indirir. Yeryüzüne şimdi burada bulunan bedende indirilen varlığın yüksek ifadelerinden başkası değildir. Ki kişi böylece değirmene su taşıma misali insanlığın maddesel alemdeki bilinç havuzuna kendi yüksek ifadelerini taşıyarak insanın evrimine ve tekamülüne kendi katkısını sunar.
Ve yüksek ifadelerimiz varlığımıza indikçe idrak için güç elde edilir.
Yüksek ifadeler de denen aşk halleri aslında yüksek bilinç hallerimizdir.
İdrak için ihtiyacımız olan güç -aslında yüksek ifadelerin ışığından başka bir şey değildir.
Ve ışık aslında varlığımızın daha yüksek ifadeleridir. Fakat bu ifadelerin deneyimlenerek kendiliğine dahil edilmesi, yani deneyimle idrak edilerek kendiliğinin kılınması gerekir.
İdrak için güç gereklidir. Çünkü ego beden kolay kolay bildiklerine ve kendisine belletilenlere ölmek istemez. Ölebilmek ancak ve ancak zeka, sevgi, cesaret ve bilgelikle olabilendir.
Bu dünyada da tek başınalığın yaşanması anlamına gelmektedir. Çünkü, kalabalıkların her bir üyesi de kendinde yeterli değişimi yapana kadar bilinçaltında aynı kapta devinecek ve hep aynı bilinçsiz kitleyi yaratacaktır. Ve benzer frekanslar birbirini çekmeye devam edecektir. Mesela, şu anda özgür irade gezegeni olan dünyamızda, insanların kendi hayatlarında, kendilerine basın yayın araçlarından belletilen felaket senaryolarını, savaşları, itiş kakışları yaratmaya devam etmesi gibi…
İdrak, için zeka gerekmektedir. Zeka ise kalp ve sevgi ile alakalıdır. İnsan kendisini ve diğerlerini ve bütünü sevebilecek kadar zeki cesur ve güçlü müdür?
Ne kadar ışık o kadar geniş görüş alanı demektir. Ruh ışıktır.
İnsanın maddeye bakması onu gördüğü anlamına gelmez.
Bakmak, kalp ile eyleniyorsa görüş gerçekleşmiş olur. Görmek bakılan ne ise O’nun o bakılanda manalarına inebilmek, manalarına nüfuz edebilmektir.
İdrak -kalp gözü ile eylenen- şeyi Ruh yadsıyamaz.
Kendisini görülen şeye dönüştürür.
Yani O Işıkta gördüğü ne ise veya fark ettiği ne ise O Anlayış olur.
O fark edilen Anlayış olmuştur.
Kendisine bu görülenin içindeki manayı almış ve görülenin derinliklerine nüfuz etmiş ve kendiliği kılmıştır.
Mana Alemindeki yürüyüşlerimiz, sessizdir ve hiç izleri belli olmaz.
Ancak farkındalık aleviyle yananlar görür ve işitirler.
O zaman görenler, göz’dendir, işitenler ses’tendirler.
Sonuçta Ruh kendini Dünyaya işler…
Tek Bir Ol’An İnsan Ruhu Kendisini Dünyaya ve birbirine bakan tüm insanların gözlerinden, tüm işiten insanların kulaklarından duyduğu ve tüm insanların kalplerinde varlığını hissettiği gün İnsanlığın Büyük Çemberi tamamlanacak ve Bir Bakış Ağında İnsan bütünlüğünün, Bütünlüğün ve insan olmanın deneyimini Hak’ınca yaşayabileceğiz.
Ve Dünya gezegeninde yaşayan bizler, gezegeniyle barışık, gezegeni yuvası kılmış, kalıcı ve güçlü özgür bağlarla dokunmuş bir uygarlık olarak Galakside insanı ve onurlu yerimizi alacağız.
Şimdi ki gibi birilerinin uydurduğu birtakım hayalı tarihlerde dağlara çıkarak kurtarıcılar beklemeyeceğiz, yiyecek stoklayarak, sözüm ona kıyameti tıpkı evimize sinmiş tv. lerden seyreden hallere düşmeyeceğiz. Dünyanın çeşitli yer altı dehlizlerinde insanlığın aleyhine işleyen sistemlere izin vermeyeceğiz.
Ve tüm bu korkuları üretirken ve bu ayrılığı yaşarken nasıl bir geleceğin bilinçaltımdan yaratılmasına katkıda bulunduğumuzun farkındalıksızlığında, gezegenin ve bizim üzerimizde ve bizim üzerimizden içinde olmayı asla arzu etmeyeceğimiz realitelerin yaratımına bilerek veya bilmeyerek katılmayacağız.
21 Aralık 2012 günü gelip geçip tarihe kaydı düşüldüğünde gücümüzü kendimizden başka herkese teslim etmemizin göstergesi olan çok şeylerin söylendiği, beklendiği ve yapıldığı ama dileyenlerin ve kendini kendine davet etmiş olanların ve kendini, davetine riayet eden şekilde “eylemiş” olanların ve olmakta olanların ise kendiliği ile kucaklaşmasının başlangıcından başka bir şeylerin olmadığı garip, çok garip ama bir o kadar da “muhteşem” ve keşif dolu, huzurlu, bereketli, ışıklı kutlu ve mutlu bir AN olarak hatırlanacak. Leguien’in kitaplarında yazdığı gibi devrimin Kendisi olmuş olacağız.
“…varoluşa duyduğumuz minnetle bu dünyanın daha fazla bilinçle, daha fazla çiçekle büyümeye devam etmesi mümkündür; o bir nilüfer cennetine dönüşebilir. Ancak bunun için insan bilincinde büyük bir devrim mücadelesi vermek ve herkesin bu devrime davet edilmesi gerekiyor. Yapabileceğin her şeyle katkıda bulun. Senin tüm hayatının bu devrime adanması gerekiyor. Kendi gelişimin ve bu güzel gezegenin büyümesi için başka bir şansın, verebileceğin başka bir mücadele olmayacak. Tüm varoluş içinde hayatta olan tek gezegen bu; onun ölmesi büyük bir trajedi olur. Ama bundan kaçınmak mümkün…”OSHO
Tüm tarihlerin,
Yeni başlangıçların,
Gezegenimize ve İnsanlığa
Sevgili, bereketli, aydınlık,
Çiçekli, Işıklı ve Hayırlı
Ol’masını diliyorum.
Ve gezegendeki her Canlının,
O’nun sonsuz lütfüna,
Yaradılışın başlangıcından beri
mazhar Ol’duğunun bilinciyle
2013 Kutlu Ol’sun…
Ki öyledir…