Müzik severleri gereğinden uzun bir süreden beri kazıklayan, CD zamanının soygunculuğu ve utanmaz açgözlülüğünü adeta zirve noktasına çıkaran ve zaten ilk başta şans eseri doğmuş olan bir endüstrinin kayboluşu…
Uzun yıllar önce bir zamanlar…
Tam olarak 20’inci yüzyılın başlarında– kayıt edilmiş müzik yoktu. Müzik endüstrisi, müzik aleti üretimi ve notalara dökülmüş müzik eserlerinin satışından ibaretti. Gramofon prototipleri icat edilip bunların patenti alındığında yayıncılar öfkeden deliye dönmüşler, bu yeni teknolojiyi kötülemiş ve işlerinin yok olacağını, çocuklarının karınlarını doyuramayacaklarını vs. söyleyerek protesto etmişlerdir.
Müziğin, tarihinde ilk defa sayısı çok az olan elit tabaka tarafından değil de artık birçok insan tarafından dinlenebilecek olduğu gerçeği ise, şaşırtıcı olmayan bir şekilde göz ardı edilmiştir.
Bu gelişmeyle müziğin fiziksel olarak kayıt edilebildiği kayıtlı müzik endüstrisi doğdu ve gramofon kayıtlarından vinile, 8-track kasetler, teyp kasetleri, CD ve minidiske uzanan bir gelişimle günümüze kadar geldi. Mp3’ler ve internet üzerinden müzik yayını ise tamamen yeni telif hakkı ve sahiplik sorunlarını ortaya çıkardı; örneğin Apple gibi bazı firmalar buna cevap verebilip geçici olsa da bu süreci paraya dönüştürebilirken sektörün geri kalanı panikledi ve durumdan şikayet etmeye başladı.
Bunların panikleme ve şikayet etme sebepleri, müzik severleri gereğinden uzun bir süreden beri kazıklayan, CD zamanının soygunculuğu ve utanmaz açgözlülüğünü adeta zirve noktasına çıkaran ve zaten ilk başta şans eseri doğmuş olan bir endüstrinin kayboluşuydu. Lars Ulrich, lütfen ayağa kalk.
Daha fazla müzik dinleyen, ‘hırsız’ olamaz!
Kayıtlı müzik zaten zar zor var olabilmişti; yivlere, plasik kasetlere ve dijital bitlere gömülmüştü. Tüketicilerin satın aldığı şey ambalaj, medya hikayeleri ve bazı (o da bazen) gerekçeli hayallerdi. İronik olarak müzik, en demokratik ama üzerinden kar edilemeyen (üretici için) ortam olan dijital ortam üzerinde sonsuz bir ürün olarak var olmaktadır.
Piyasada var olan sanatçılar gelirlerinde yaşanan düşüşün şokunu açıkça hissederken aynı zamanda kendi isimleri tarafından yaratılan kitle satışlarının faydalarını da yaşamaktadır – insanların artık her zaman olduğundan daha çok müzik dinlemesi ve bu insanların ‘hırsız’ olmadığı gerçekliği. Bu durum kendilerini canlı şovlarla tanımlayanların daha az umrunda olmaktadır çünkü genel olarak canlı sahne onların zaten kendilerini daha rahat hissettikleri yerdir.
Bu değişimden en çok zarar görenler daha küçük ölçekte, evlerinde müzik kaydı yapan daha düşük profilli ya da yeni sanatçılar olacak gibi gözüküyor. Bu insanlar için çözüm mümkün olmakla birlikte zor ama aynı zamanda da yaratıcı bir şekilde zorlayıcı ve ilgi çekici bir süreç. Albümlerin parasını insanları kaynak olarak kullanarak kendi kendine çıkarmanın ya da ilgilenen insanların albümün kaydı için para vermesini sağlamanın yolları var. Fakat bu durum bu tip sanatçıları, aslında yapması gereken şeyden uzaklaştırmaktadır.
Farklı halkla ilişkiler ve pazarlama yöntemleriyle pazarda yapılması neredeyse imkansız olan gizem, esrar ve tarifsiz bir ‘cool’ olma değeri yaratmak ki bu da en iyi “ağızdan ağıza” pazarlama yöntemiyle yapılabilir. Ayrıca, eğer bu sanatçılar müziklerini yaparken bir yandan da hayatta kalabilmek için başka işler yapmaya ihtiyaç duyarsa bunda gerçek bir zarar yoktur:
Eğer yeterince değer verirseniz ve eğer müziğiniz buna değiyorsa, günün sonunda o gürültü denizinin tepesinde yükselecek ve duyulacaktır. Karşılaşılan bu zorluklar, müziğinizi seven insanları hırsızlık yapmakla suçlamaktansa yaratıcılık ve becerikliliğe giden yeni bir yol olarak görülmelidir.
YouTube ve ‘Full Album’ projesi
Dünyanın ana görsel ve işitsel ortamı ve aynı zamanda bugünlerde aklı başında her kişinin herhangi bir video , müzik ya da programı bulmak için baktığı yer olan YouTube yakın zamanda plak şirketleriyle iş birliğine giderek ‘Full Album’ projesini hayata geçirdi. Sevdiğiniz, bir yerlerde duyduğunuz ya da dinlemeyi delice istediğiniz hemen her albüm artık ‘full’ bir şeklinde, bedava ve online olarak bulunabilecek ve bunların popülaritesi tıklanma sayısıyla ölçülüyor olacak.
Bu nedenle YouTube üzerinden lisans verme ile plak şirketleri, sanatçılar ve doğal olarak bunların reklam verenleri bir değişiklik yaparak reklamı olumlu bir şekilde yönlendirmeye başladı. Müziği su gibi kolayca erişilebilir yapmanın ve -teknik olarak elit olsa da– çoğunluğun kullanabileceği hale getirmenin en son aşaması neredeyse tamamlandı. Ve artık müzik üreticilerinin de bu sürece katılmaları ve bundan keyif almalarının zamanı geldi. Müzik asla şehir dışında bir malikane sahibi olma, tonla kokain kullanma ya da yatlarda videolar çekme yolu olarak görülmemeliydi zaten.
Viva la Revolucion! (Yaşasın Devrim!)
Çeviri: İlksen Sarıkaya Serbest Çevirmen (İngilizce, Fransızca, Türkçe) Click for English version