Sevginin saklı simetrisini farketmek

Doğduğumuz anda hayata fırlatılıyoruz; ‘bir şey olmak için, bir şey öğrenmek için, bir anlam bulmak için’ ve belki de ‘nedensizlikle örülü her şey’ diye de düşünebiliriz. Hangi soruları sormalı da doğru yanıtları almalı? Niçin demeden ve nasıl demeden hayatı yaşamak mümkün mü? Sevginin saklı simetrisi çözülmek üzere bekliyor fark etmemizi ve aydınlanmamızı…

Yaşam geçmişe doğru anlaşılır, ama geleceğe  doğru yaşanır. (Soren Kiergegard)

Karmadan özgürleşmek

Doğduğumuz anda hayata fırlatılıyoruz bir şey olmak için, bir şey öğrenmek için, bir anlam bulmak için ve belki de nedensizlikle örülü her şey diye de düşünebiliriz. Hangi soruları sormalı da doğru yanıtları almalı? Niçin demeden ve nasıl demeden hayatı yaşamak mümkün mü?

“Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez!” (Sokrates)

Sorgulamak, nedenin nedeni üzerine düşünmek mi? Sorgulamak, hayatı daha anlamlı yaşamak, daha farkındalıkla gözlemlemek ve özümsemek için yollar, nehirler bulmanın serüveni mi? Keşfetmenin ilk saf dokusunu hatırlamak mı? İnsan birey olmanın seçim yapma özgürlüğüne, kaderine  sahipken o kaderin ağları geçmişle örülü; içinde doğduğu aile, toplum, insanlık tarihi ile. Birey, bütün bir insanlık tarihinin taşıyıcısı ve sonra da aktarıcısı yeniden. Bu aktarımın en çekirdek enerjisini ve bilgisini ailesinden alıyor.


Anne ve baba eşittir hayat

Annemiz ve babamız en temel varlık nedenimiz; bize hayat veren, can veren… Hayat ağacımızda bize yaşam suyu veren köklerimizin tohumu. Var olmayı seçtik onlara şükran duyarak “ol”mayı seçtik. Anne ve babamız da bir zamanlar birbirlerini sevmişlerdi ve sevgiden çoğalmayı seçmişlerdi. Doğduk, hayat kucakladı bizi, anne-babanın yerini hayat aldı. Hayata güvendik anne-babamıza güvendiğimiz kadar, hayatı sevdik anne-babamızı sevdiğimiz kadar.

“Ruh ışık huzmeleri altında uyurken, bir gecede yok olmak üzere bir gecede doğmuş bir Göz’den bakmaz isek, kapılır gideriz bir yalana.” (William Blake) *

Sevginin özgürleştirici olduğunu öğrendik bir gün, ya da biliyorduk da hatırladık ansızın. Kimse mükemmel değildi, ben de değildim.

“Fazlasıyla kusurlu erdemlerimiz vardı” şair Paul Eluard’ın bir dizesinde dediği gibi. Hayatı olduğu gibi görmek, olduğu gibi sevmek, olduğu gibi algılamak ne demekti?

“Beni olduğum gibi sev”

“Beni olduğum gibi kabul et”


“Seni olduğun gibi seviyorum

“Seni olduğun gibi kabul ediyorum”

İnsanlığın kaderine, onun kaderine, ötekinin kaderine, annemin kaderine, babamın kaderine, bir başkasının kaderine saygı duyuyor muydum? Herkes benim istediğim gibi olsun, hizaya gelsin, egoma hizmet etsin mi diyordum? Fazlasıyla kusurlu erdemlerimle yargılıyor, mükemmel insan modelime uymayanları kategorize ediyor ve dışlıyor muydum?

“Bütün büyük kötülükler, başkalarından bir şekilde daha iyi olduklarını sananlar tarafından işlenmiştir ve onları yargılayanlar da kendilerinin daha iyi olduklarını düşündüklerinden onlar da kötülük yapma tehlikesi altındadır” (Bert Hellinger)

Yaşam ağacının kökleriyle bağlantımız tüm yaşama olgusunu etkiliyor. Ne yaşıyorsam görünürün ardında görünmeyenin peteğinden alıyorum ışığı. Nerede takılıyor ve tökezliyorsam, göremediğim yine karanlığımın varoluşumdaki aynası köklerim. Sevginin saklı simetrisi çözülmek üzere bekliyor fark etmemizi ve aydınlanmamızı. Karanlığı kucakladığınızda aydınlanıyor o gizemli alan, benliğimin derin varlığı, özüm.

İnsan bir soru, anlama doğru açılan…


Varoluş bir soru, dallanan budaklanan bir ağaç…

“Sevgi düzenlerinin içgörüsünü kazanmak bilgeliktir. Düzenleri sevgiyle izlemek ise tevazu” (Bert Hellinger)

Farkına varmak sorgulamakla başlar