Asya’nın derinliklerinde bir ırk; tabiatın tüm çetinliğine karşın ayakta durmayı başarmış, özgürlüğüne ve özgünlüğe fazlasıyla düşkün, “tarih” ilmine mana katan, sıra dışı bir millet… Sanırım uzun uzun açıklama yapmama gerek yok, bu ulvi milletin ismi ve sıfatı, kim olduğu, ne olduğu anlaşılmıştır.
Türk Milleti…
Göktürk Devletinden bu yana hiç bu kadar dağınık olmamıştık. Oğuz Kağan’dan ve Attila’dan bu yana hiç bu denli çaresiz, başsız kalmamıştık. Son yüz yıldır apar topar, adeta emekleyerek ilerleyen bir gelişim ve yükseliş hareketine girişen Türk dünyası; Türkiye’nin önderliğinde, Ankara’yı her yönüyle örnek alarak, Rus Komünizminin dayatmacı ve sömürgeciliğinden henüz kurtulmuştur. Rusların “Emperyalizm tehdittir” yalanına amade olan bu şanlı ve iyi niyetli devletçikler, sosyalizmin kanlı çukurunda boğulmaktan kurtulamamıştır. Yalnız, az önce söylediğim kurtulmuştur deyimini biraz geniş tutmak gerekiyor. Yanlış bir ifade kullandım. “Henüz kurtulmuştur” demek yerine “kurtulmayı sürdürmektedir” dersem sanırım daha doğru olacak. Zira hala çözül(e)meyen büyük meseleler var.
Örnek olarak “Ahıska Sürgünü” konusuna değinelim. Dernekleşme çalışmaları ve Ankara’dan aldığı özel desteğe rağmen henüz iyi ağızlı gazetecilerin ve iş bilir bürokratların olmaması, olanlarında Ahıska yararına propaganist söylemler geliştirmemesi yüzünden pamuk ipliğine bağlı bir süreç geçiren Ahıska’lılar, yıllar sonra yeniden, ama bu defa gençlerin öncülüğünde hak arama maratonuna geri döndüler.
Dünyayı korkutan ve düşündüren Türkiye’nin sahip olduğu bu genç nüfus son yıllarda işe yarar şeyler yapıyor. Konferanslar düzenliyor, kitaplar hazırlıyor, belgeseller çekiyorlar. Son olarak benimde içinde bulunduğum bir proje var gündemde… Biraz bahsetmek istiyorum. “Ahıska Sürgünü”ünü yazmam istendi. Kabul ettim. Konu hakkında geniş bilgim yoktu. Açıkçası bana bu teklif gelene dek Ahıska’nın bu denli yaralı olduğunu da bilmiyordum. Şöyle bir sargı bezini kaldırıp kanayan yeri kontrol ettiğim zaman dehşete düştüm. Yaptığım araştırmaların yanı sıra sürgünü bizzat yaşamış insanları da dinledim. Acı üstüne acı, buram buram felaket kokan bir drama el attığımı anlayınca çalışmalarımı hızlandırdım.
Evet, teklifi kabul etmiştim etmesine lakin işe nereden başlayacağımı, kurguyu nasıl oluşturacağımı bilemedim. Konu hakkında özel belge ve kayıtlara ulaşmam gerekiyordu. Sağ olsun bazı dernekler bana bu konuda destek oldu. Ayrıca bazı tarih profesörleri konu hakkında bana ayaküstü bilgi bile verdi. Çalışmamı ciddiyetle sürdürürken doğal olarak Ahıska konusunu dava edinmiş Ahıska’lı derneklere de ulaştım. Ancak hayal kırıklığı yaşadım. Bana üstün körü adres göstermek dışında ciddi bir manevi destekte bulunmadılar. Pire için yorgan yakacak değilim, bireysel olarak projeyi tamamlayacağım. Bu davayı bizzat yaşayan insanlar kadar olamaz tabii ama en az onlar kadar Ahıska’yı dava edindim.Gerçek ve kanlı bir hikâyeden, gerçek karakterlerin yaşadıklarından yola çıkarak yazılan bir başucu eseri; “Ahıska Sürgünü”
Ben değil bir başkası yazsaydı yine aynı duygularla yazacaktı buna eminim. Ama Ahıska Sürgünü meselesini herkese ben ulaştıracağım için haklı bir heyecan içerisindeyim. O halde bugün hepimiz Ahıska’lıyız…
Ahıskalılaştıramadıklarımızdan iseniz burada size yer yok..!