Yine bugün içimdeyim, en derinlere, daha derinlere gitmek istiyorum. O derinlerde Ben varım biliyorum. Gerçek Ben! Ben sandığım ben’in bile yargılayamadığı ‘Gerçek Ben!’
Orada sessizce izleyen bir çift göz görüyorum… Sadece sevgi olan, aşk olan! Tüm oyunu bilen! Oyunu oynamayı bana bırakan, her neyi seçersem, beni yargılamadan izleyen bir çift göz! Bu Tanrısallığı herkesin görmesini diliyorum… O’nun benim içimde, en yakınımda olduğunu, sevdikçe daha yakınlaştığımı, yakınlaştıkça özgürleştiğimi biliyorum. Ben’den (ego ben), benin kısıtlayıcılığından özgür…
Zihin, “ikilik demek, dualite demek, zıtlık demek.” bunu biliyorum… Bildiğim noktada da, bana gülümseyen bilincimi görüyorum. Seçimlerimi bilincim belirliyor. Yaşamın içinde olup, yaşamla akarken rolümün bilincinde olmayı seçiyorum. Rolümün gerisindeki, bana bakıyorum, zihnimin hakim olmadığı, kalbimin aklının hakim olduğu bilincimle yaşıyorum.
Korkularıma bakmak istiyorum. Beni neler korkutuyor? Bilmek, bulmak aslolan! Görüp te es geçmek değil! İçindeki duyguya inmek. Ne var o duyguda? Niçin bu korkular? Ben size su kadarını söyleyebilirim; korktuğumuz her noktada, sevgide değiliz… Sevginin her yeri aydınlattığı bir yerde, durumda korku barınamaz. Ya aydınlanır o duygunuz veya siz o duygudan özgürleşirsiniz. Kendinize bakmanız en doğrusu. Oyun bu! Kendimizi bulma oyunu! Ne kadar yakınlaşırsak kendimiz olana, O’na da o kadar yakınız! O’na yakın olduğumuzda ne korku, ne kibir, ne sevgisizlik, ne de savunma vardır! Sadece öylece var oluruz, sevgide…
Kendinizi bilmek ve sevgi olmak ve sevgiyi yaşamak denen kutlu yola baş koyduysanız, yaşam size tüm hediyeleriyle gelir. Siz neleri kabul edebilirsiniz, nelerden korkarsınız, nelere öfke duyar, neleri seversiniz tüm bunlara bakar ve bedenlersiniz an an. Kabul edemediklerinizi bir gün kabul edersiniz, içinizdeki tüm direnç noktaları kırılıncaya ve öz halinize gelinceye kadar öfkelerinizden, kabulsüzlüklerinizden, sevgisizliklerinizden, nefretinizden coşku dolu bir yasama doğru manzaranız değişir. Ve manzara değiştikçe gerçek siz ortaya çıkar. Her aşamada üstatlık vardır, içimizdeki üstadı bedenleriz biraz daha.
Seyrederiz tüm evreni kendi içimizde bazen sesli, bazen sessizce.
Sevdikçe daha fazla sevgi bedenlenir, sevdikçe daha fazla ‘Biz’ iner bedene. Hücrelerimiz aşkla ışıldar, sevgi şarkıları fısıldar kulağımıza esen her rüzgâr! Bir kez daha bakarız birbirimize gülümsemeyle…
Ve kendime soruyorum normal nedir? Neye göre, kime göredir? Ortalama mıdır normal? Ben normal değilim. Nasıl normal olabilirim ki? Sonsuz, sınırsız olanın yansımasının (bütünün) idrakindeyken, kendimi normalle nasıl sınırlayabilirim? Aşkın muhteşemliğinde kendimi ifade ederken yaşamda baktığım her şey O’nun eşsiz tablosu, tüm kokular aşkın kokusu, duyduğum ses, aşkın sesi. Tüm edimlerime aşkın güzelliği hâkim. Attığım adım O’nun adımı, baktığım kalp O’nun kalbi! Seviyorum O’nu sonsuz, sınırsız…
Bakıyorum hücrelerime, aşkın ışıltısı yayılmış her bir noktasına… İşte Gerçek Ben! Ve;
“Coşkun bir ırmak gibi akıyor tüm hücrelerimden sevgi ve taşarak tüm gönüllere sevginin, aşkın şarkısını söyleyelim demek istiyor!
Aşkın dışında her şey yalan ve aşk yoksa gönüllerinizde, her an; yaşamadığınız ve burada olmadığınız an!”