İndigo Çocugun Kalbi – 2

‘Kendini yapayalnız hissetti. ‘Yine’ dedi içinden, ‘yine her şey aynı, benim sorularıma yanıt verecek kimse yok mu?’

Tüm dersleri öğrenmek zorunda mı kalacaktı yani? O bunu istemiyordu ki, neden herkes sevdiği, istediği, yeteneği olan dersi seçemiyordu?’ 

3355490070_cba1aef20f_z

O gün sabah erkenden uyanmıştı. Mutluluktan uçuyordu, annesi onu özenle giydirmiş, saçlarını güzelce taramıştı. İlk okul günüydü o gün. O kadar mutluydu ki, bir sürü şey öğrenecekti. Her gördüğünde özlemle baktığı kitapları okuyabilecekti. Kocaman kitapları gördüğünde meraktan çıldırıyordu. İçlerinde yazan şeyleri merak ediyordu. Sıkılmıştı artık elinde kalemlerle, kitapları sadece boyama olarak kullanmaktan. Kalbi hızla çarpıyordu. Bambaşka bir dünyaya girecekti. Bir sürü insan, hem de kendisi gibi bir sürü kişi olacaktı orada, onun gibi kalbi merakla pır pır atan. Çok güzel olacaktı herşey, zihninde merak ettigi soruların cevaplarını bir bir soracaktı öğretmenine. Bütün gün konuşacaklardı dünyayı. Öğretmenler onun merakını giderecek bir sürü şeyler anlatacaklardı. Ne kadar da çok şey biliyorlardır diye geçiriyordu içinden. Herşeyi ama herşeyi öğreteceklerdi ona.


uçan kız

Annesiyle birlikte evden çıktılar. Okula yaklaştıkça heyecanı ve mutluluğu artıyordu. Çok yavaş yürüyorlarmış gibi hissediyordu. Aslında ben kendim bile gidebilirdim dedi içinden. Uçarak gitmek istiyorum ben dedi annesine. Annesi uçağımız yok maalesef diye onunla dalga geçmişti. O uçaktan bahsetmiyordu ki, o uçmaktan bahsediyordu. Kuşlar gibi havada uçmaktan. ‘Boşver’ dedi içinden, nasıl olsa öğretmene gidiyorlardı, o herşeyi bilecek, onun her cümlesini anlayacaktı.

Okulun bahçesi çok kalabalıktı. Annesiyle köşede bekliyorlardı. Onunla aynı sınıfta olacağını öğrendigi iki arkadaşı koşarak birşeyler oynuyorlardı. Annesi sen de oynasana diye söyleyip duruyordu. ‘Uff bir rahat bırak’ dedi içinden. İnsanları inceliyordu o. Hepsi de ne kadar birbirinden farklıydı. Aileleri de inceliyordu. Anneler, babalar da çok farklıydı. Ortak noktaları da vardı tabi ki. Hepsi şunu yap, bunu yap diye birşeyler söylüyordu çocuklarına. Hepsi aynı galiba dedi içinden ümitsizce.

Bir adam, okulun müdürü demişlerdi, elinde bir mikrafon herkes sıraya geçsin diyordu. Annesi onu arkadaşlarının yanına götürdü ve sıraya girdiler. O an kalbinde belirsizlik ve ümitsizlik hissettigi duygu içerisine girmişti bile. ‘Sıra’ dedi içinden, ne sırası? Arka arkaya dizmişlerdi onları. Kendini birden televizyonda gördügü insanları öldüren askerler gibi hissetti. ‘Ben öyle olmak istemiyorum’ dedi içinden. Ama sessizce bekliyordu. Müdür dedikleri adam bir sürü bir sürü konuşup duruyordu. Kurallardan bahsediyordu. Her sabah sıraya girilecekmiş, pazartesi ve cuma istiklal marşı okunacakmış, bahçeye çöp atılmayacakmış, okulun yanındaki parka çıkmak yasakmış, dışarıdaki satıcılardan birşey satın alınmayacakmış, okulun çıkış kapılarında üst sınıflardan iki kişi nöbet tutacakmış…

Kalbindeki ağırlık git gide artmaya başlamıştı. İçinde bulunduğu ümitsizlik duygusu giderek artıyordu. Çıkıp bağırmak istedi; ‘ben dünyayı, insanları ögrenmek için geldim bana bunları anlatın’ diye. Çevresine baktığında kimse rahatsızmış gibi görünmüyor aksine dikkatle dinliyorlardı.

[quote]Kendini yapayalnız hissetti. ‘Yine’ dedi içinden, ‘yine herşey aynı, benim sorularıma yanıt verecek kimse yok mu?'[/quote]


zeki çocuk

Bir de bir ögretmen çıkmıştı şimdi, o da aynı şeyleri anlatıyordu. Hem de ona ‘büyüklerin öğretmeni’ demişti yanındaki arkadaşı, abisinin öğretmeniymiş. Büyüklerin öğretmeni bile emirler yağdırıyordu. Buradaki insanların da, şimdiye kadar çevresinde tanıdığı insanlardan farkı yoktu. Matemetik alanında geçen yıl başarımız düşüktü, herkes bu yıl daha çok çalışacak. Diğer derslerdeki sonuçlarımız iyiydi diyordu öğretmen. Aklı iyice karışmıştı…

Tüm dersleri öğrenmek zorunda mı kalacaktı yani?

‘Tüm dersleri öğrenmek zorunda mı kalacaktı yani? O bunu istemiyordu ki, neden herkes sevdiği, istediği, yeteneği olan dersi seçemiyordu?’ Sınav dönemleri daha çok çalışmalısınız diyordu hala konuşmaktan yorulmayan adam. ‘Sınav da neydi, onlara neydi ki onun ne öğrenip öğrenmeyeceğinden’ O merak ettigi şeyleri soracaktı zaten ve onları öğrenmek için gelmişti. Okumayı öğrenecekti önce. Sonra zaten kocaman kütüphane yok muydu? Oraya gidecek hepsini ama hepsini okuyacaktı. Biliyordu orada öğrenecegi çok şey vardı. Hiçbir şey hayal ettiği gibi degildi burada. Kendini hayalleri yıkılmış gibi hissediyordu. Canı yanmaya, bedeninde değişik gerilmeler hissetmeye başladı. Başının üstü karıncalanıyor gibiydi, alnının ortasında bir acı hissetti. Ağlamaya başladı, eve gitmek istiyordu. ‘Tavşanımdan daha çok şey öğreniyorum’ dedi içinden. ‘Tavşanımı özledim’ diye tutturdu. Ama onu yine yanlış anlamışlardı. Çığlık atmak; ‘hiçbir şey bilmiyorsunuz, makine gibi yaşıyorsunuz’ demek istiyordu. Korktuğunu, annesinden ayrı duramayacağını zannediyorlardı. Hep birşeyler zannediyorlardı. Kendilerince herşeye bir açıklama uydurmuşlar bu şekilde yaşıyorlardı. Zannediyorlardı, zannediyorlardı, hep zannediyorlardı…

Bu sefer isteğini gerçekleştiremedi. Gelmek zorundayım dedi içinden, burada olmak zorundayım. Annesini daha fazla üzmek istemedi, kabullenmek zorundaydı bu durumu. Ne yapması gerekiyorsa onu yapacaktı. En azından bir çok insan incelerim, okumayı öğrenirim, kitaplardan zaten her şeyi öğreneceğim dedi kendi kendine.

[quote]Hayal kurmaya başladı. Keşke burası şirinlerin köyü gibi olsaydı, her yer yemyeşil olsaydı, şirin baba gibi bilge bir adam olsaydı, ona gidip sorsalardı her sorularını, herkes ayrı ayrı özelliklerine göre sınıflara gitseydi, ögrenmek istedikleri şeyleri kendileri seçselerdi, hayvanlar olsaydı her yerde, onlarla oynasalardı. Tavşanınıda okula getirebilseydi mesela. Çicekler ekselerdi hep birlikte, meyve ağaçları ekselerdi. Yanındaki arkadaşı şarkı söylemeyi çok sevdiğini söylemişti. O şarkı sınıfına gitseydi ya işte. Diğer arkadaşı koşup duruyordu o da koşma sınıfına gitseydi, ben okuma sınıfına gitseydim diye hayaline devam ederken ‘sınıflara’ diye seslendi makine gibi konuşan adam.[/quote]

şirinler

Sınıflarına gitmek için yürümeye başlamışlardı. O an kaçmak istiyordu ama annesinin gülümseyen yüzünü gördü. Hiçbir şeyi belli etmeden sınıfına dogru ilerlemeye başladı. ‘İçime ağlamayı’, her şeyi ‘-mış’ gibi yapmayı öğrenmek zorundayım dedi derin bir nefes alarak.

kitap okuayan kız

O gün herşeyi anlamıştı. Zorunlulukları yapmak zorundaydı. ‘Bu duruma alışmalıyım’ diye düşünürken aklına konuşmayan arkadaşıyla telepatik yöntemle anlaşırlarken bahsettikleri şeyler geldi. ‘Sen niye onların yolunu seçip kendin gibi davranmıyorsun’ demişti arkadaşı. O gün bu sorunun cevabını bilmiyordu. Bu sorunun karşısında her zaman kalbinde hissettiği o acıyı hissetmişti. Ama şimdi biliyordu.


Canımı çok acıtacak bir yolu seçiyorum dedi. Bugün bunu tüm netligiyle anlamıştı. Herkes onun gibi değildi. Aldıkları birçok kararla yaşayan insanların arasında olmak zorundaydı ve buna belirli bir süre uyum sağlamaya çalışacaktı; ‘İçimde hep bir ümit olacak, bir gün benim sorularıma cevap veren bir kişi olacak dedi, bu durumu istemeyerek de olsa kabullenmeyi seçmişti. Bunu başaracağım, ben arkadaşımın yolunu seçmeyeceğim, bir gün insanlara nasıl da makine gibi yaşadıklarını anlatabileceğim insanlarla karşılaşacağım, herkese nasıl her koşulda mutlu olunabileceğini anlatacağım, sevgiyle yaşanıldığında nasıl hiçbir zorunluluğa gerek kalmayacağını anlatacağım’ düşünceleri içerisinde sırada yürüyordu. O yürüyüş nasıl da zor bir yürüyüştü, gidiyordu ama nereye?