Hiç birimiz tüm cevaplara sahip değiliz ama bunu bir türlü itiraf edemiyoruz. Sokratik düşünce bize bilgilerimizin yanlışlığını olmasa bile, bilgilerimizin doğruluğundan kesinlikle emin olamayacağımızı söyler.
Sokrates bize hayata başkalarının yüklediği anlamlar çerçevesinden bakmamayı sağlayacak bir sorgulama, merak, şüphe yeteneklerini kazandırır. Bu da bilmediğinden yola çıkarak doğrular üzerinde tartışma yaratabilecek bir Sokratik sorgulama yöntemidir. Bugün bilgi konusunu bir problem olarak görmemek de bilgiye karşı bir kayıtsızlık tavrı olarak nitelendirilebilir. Bu yönden Sokratik sorgulamayı benimseyen insanlarında tıpkı Sokrates’e olduğu gibi engellendiğini söyleyebiliriz.
Yönetim bir felsefe ise; biz yöneticilerin mutlaka felsefi düşünebiliyor ve analiz edebiliyor olması ciddi bir meziyettir.
Hayatımızın neresinde olursa olsun felsefi düşünmenin öneminin çok olduğunu düşünüyorum.Yönetim mekanizması içerisinde örneğin; girişimcilik yetkinliğinin özüne inmek için lakhes diyoloğunu, ikna sanatının iyi anlaşılabilmesi için ethos-pathos-logos kavramlarını, okuyabiliyor, anlayabiliyor olmalıyız.Yöneticinin önemli meselelerinden biri de; veri-bilgi-data sıralamasıyla neyin bilgi, neyin doğru bilgi ve neyin işlenmiş-kullanılabilir bilgi olduğunu bulması veya kendi işlemesidir. Buradan bakınca yönetimin ne olduğunu sindirebilmek için yönetim felsefesinin bilinmesi ve bunun içinde az çok felsefi açıdan bilgi nedir, bilim nedir, gerçek nedir, biliş nedir, kesinlik var mıdır, varsa nasıl emin olunur.. vb sorgulamaları daha öğrenmenin başında yapmamız gerekmektedir.
Bilginin kesinliğinin, değişkenliğin sorgulanması en evvala doğru bildiğimiz yanlışlardan kolay kurtulmamıza, yönetim felsefesine ters düşecek bir takım tutumlardan kaçınmamıza, iletişim ve empati kabiliyetimizin yükselmesine, kalıplaşmış inanışlardan kurtularak yeniliklere açık, esnek, anlayışlı bir yönetici olmamız yönünde bizi yönlendirmeye yardımcı olacaktır.
Bu bakımdan, yönetimle ilgili arzu ettiğim yazıları kaleme almadan öncelikle felsefe metodolojisini az buçuk olsa bile kullanabilmemizi sağlayacak bazı temel noktalara değinmek istedim.Bunlardan birincisi olan bilgi güvenilirliği ve kesinliklerin aşılması açısından sokratik sorgulama konusunu bu yazımda incelemeye çalışacağım.Bir sonraki yazımda da ideolojik düşünme ile felsefi düşünmenin farkını açıklamaya çalışarak, yönetim felsefesine geçmeden bir takım kalıplaşmış inanışların yıkılması ile ilgili sizlere yararlı olabilecek bir şeyleri kaleme almayı planlıyorum.
Felsefi sorgulamanın iyi anlaşılabilmesi için Sokrat çok önemli bir örnek ve yol göstericidir. Sokrates hiçbir şey bilmediğini tek bildiği şeyinde bu bilmezlik olduğunu söylemiştir. Burada anlamamız gereken, aslında onun bilmediğini bilmesidir.Onu diğer insanlardan ayıran en önemli yanı budur.Kendini bilge zannedenler bilgelikleri ile övünmektedirler. Oysa Sokrates onlara bilgilerinin aslında bilgi olmadığını yani sahip olduğu bilgilerin mutlak bilgi olmadığını göstermiştir! (bkz. Sokratesin savunması)
O dönem Sokrates’in karşısında olan insanlara baktığımızda hem bildiklerini sanmaktalar hem de neyi bilmediklerini bilmemekteler. Sokrates bu noktada bilmediğini bilip yani bilgeliğinin kesinliğini sorgulayıp yani kendini tanımaya çalışarak bildiğini sanan insanlardan ayrılır. Tam burada da Sokrates’in bilgeliği başlar. Sokrates bize bilgilerimizin yanlışlığını olmasa bile, bilgilerimizin doğruluğundan kesinlikle emin olamayacağımızı söyler.Bize hayata başkalarının yüklediği anlamlar çerçevesinden bakmamayı sağlayacak bir sorgulama, merak, şüphe yeteneklerini kazandırır.Bu da bilmediğinden yola çıkarak doğrular üzerinde tartışma yaratabilecek bir Sokratik sorgulama yöntemidir.
Sokrates’in bilmemekle daha doğrusu bilememekle başlayan felsefesini biraz irdeleyecek olursak, onun hiç de yanılmadığını görürüz. Literatürde geçen şekliyle, bilgi bilmek isteyen varlıkla, onun bilmek istediği varlık arasındaki ilişkidir. Bu ilişkinin sonunda ise bilmek istenen hakkında bilgi sahibi olunur. Ancak bu bilgiler doğru mudur? Gerçek midir? Sokratik olarak baktığımızda doğruluğu kesin değildir. Ancak bu bilgilerin gerçekliğinden söz edilebilir. Günlük yaşantımızda doğru ve gerçeği birbirine karıştırdığımız için edindiğimiz bilgilerin doğruluğu “sanırız”.
Doğruluk ve gerçeklik aynı şeyler değildir.
Gerçek söylenen şeyin konusu olan şeydir ve nesnel dünyada bulunur. Örneğin; güneş, havanın sıcaklığı, yağmur yağması, bir doğru değil gerçektir. Ancak güneşin varlığına, havanın sıcaklığına ilişkin ifademiz doğrudur veya hava sıcak değilse yanlıştır. Burada doğru ve gerçeği ayırmama yanılgısına düşerek bilgiden uzaklaştığımız gibi doğruluğunda öznelliği karşısında ikinci bir yanılgıya düşeriz.
Yani bu, insanların duyuları ile dış dünya hakkında doğru bilgi elde edeceklerine saf bir şekilde inanma tavrıdır. O halde doğruluk zihinde bulunan bir önerme ile ilgilidir. Bir önerme doğru veya yanlış olabilen bir sözdür. Gerçeklik ise önermenin konusu ile ilgilidir. Kısaca bir şey veya olgu gerçek olamaz ancak bir önerme gerçek olabilir. Aynı örnekler için konuşursak, havanın sıcaklığı yaşadığı coğrafi koşullara ve alışkanlıklarına göre insanlara görecelidir. Güneşin var olması orada bir cisimden söz etme babında gerçektir. Ancak ona, biz, bize öğretilen alışkanlıklarımız neticesinde “güneş” manasını yükleriz. O, bizim ona yüklediğimiz anlamdır aslında! İnsanların bugün düştüğü yanılgı bu tavırlarından dolayıdır. Öte yandan bu tavır, bilgi konusunu bir problem olarak görmemek bakımından da bilgiye karşı bir kayıtsızlık tavrı olarak nitelendirilebilir. Bu yönden Sokratik sorgulamayı benimseyen insanlarında tıpkı Sokrates’e olduğu gibi engellendiğini söyleyebiliriz.
Sokrates‘in felsefesinin (bilgeliğinin) en temel kaynağı olan doğru bilginin imkansızlığı konusudur. İnsanlar durumlarla ilgili bazı kabullerini bilgi zannetmektedirler. Bilgi ise kabulden öte bir şeydir. Bilgi insanların tecrübeleri, deneyleri sonucunda oluşursa, bu bize bilginin öznel olduğunu gösterir ki bunun – kabulden öte – mutlak bilgi olduğundan söz edemeyiz. Hemen bir örnek verecek olursak, 2 farklı toplum için bilginin öznelliği itibariyle şu şekilde örneklendirilebilir; Putlara tapılan bir toplumda ‘put’ onlar için Tanrısaldır. Eşya olmasına karşın saygı duyulması gereken, korkulan, medet umulan bir ‘ilahi’ nesnedir, değil mi? Oysa aynı putların benzerleri evlerde biblo olarak süs amaçlı kullanılıyor. Biz o silüet ve heykelciklere süs anlamı yüklemişiz. Diğer bir toplum ise Tanrıdır demiş. Dolayısıyla; hem Tanrısallıkla ilgili hem de uygulamada 2 toplumda yanılmıştır.
Yani bilgiye yüklenilen anlam bakımından varılmıştır. Duyularımızla ilgili örnek verecek olursak; üç su tasında sıcak, soğuk ve ılık sular olduğunu kabul edelim. Biz elimizi sıcak suya daldırıp sonra ılık suya daldırırsak soğuk, elimizi soğuk suya daldırıp ardından ılık suya daldırırsak aynı ılık suyu bu defa sıcak algılarız. Yani hem duyularımız hem de algımız yanılır! David Hume sanılarımızın da yanılabileceği konusunda çok güzel bir örnek vermiştir. “Ateşin üstüne koyduğumuz suyun kaynadığını görürüz ve bunun nedenin ateş olduğunu söyleriz yani deneyimiz sonucu elde ettiğimiz bilgi suyun kaynamasına sebep ateştir şeklinde olacaktır.” Hume’ a göre bu kanıtlanamaz. Biz bilginin kaynağı olan (sanılan) olayda suyu ve ateşi görüyoruz ancak suyu ateşin kaynattığını görmüyoruz. Suyu ateşe her koyduğumuzda kaynamasını gördüğümüz için bunun sebebini ateş olduğunu sanıyoruz. Bu bilgimizin nedeni her seferinde tecrübe ettiğimiz alışkanlığımızdır esasen. Alışkanlıklarımız da bizi çoğu zaman bilgiye götürmekten uzak ön kabullerimizdir aslında.
Bizim kesin gözüyle baktığımız ön kabullerimiz ve makul şüphelerimizde yanılabileceğimiz aklımıza gelmiyor. Oysa ki Sokratik sorgulama bize makul şüphelerimizde ve ön kabullerimizde yanılabileceğimizi gösterir. Zaten Sokratik sorgulamanın da temel aldığı ‘kesin olarak bilemeyiz’ prensibi ve şüphecilik ile bilim ilerlemektedir. Günümüz toplumu makul şüphelerine fazla güvendiğinden yani Sokratik sorgulamadan uzaklaştığından bilgi-bilmek konularında dipsiz bir kuyuya atılmış gibidir.Hiçbirimiz tüm cevaplara sahip değiliz ama bunu bir türlü itiraf edemiyoruz. Bundan toplum hayatı külliyen ve tüm süreçleri ile etkilenmektedir.