Yaşlanmak kelimesini duyunca ne hissediyorsunuz; Korku, endişe? Biri yaşlandığınızı söylediğinde moraliniz bozulur mu? Yaşlılık en güzel çağlardan biridir ama maalesef modern toplum bunu kötü bir süreç olarak yansıtmaktadır.
Küçüklüğümde yaşlıları çok severdim. Onlarla çok vakit geçirirdim. Çünkü onların bilgeliği ve huzuru bana güven verirdi. Sakince hayatı izlerler, sanki transa girip Tanrı’yla konuşurmuş gibi bahçeyle, örgüyle veya bir hobiyle uğraşırlar ve her zaman hayatla ilgili aktarabilecekleri bir sır, bir deneyim olurdu. Özellikle anlattıkları hikayeler beni derinden etkilerdi. Belki de bu yüzden hayatım boyunca her daim yaşlılığın insanın en güzel ve en anlamlı çağı olduğuna inanmışımdır. Lisedeyken, kendimi yaşlı olarak, hayatın akışını izlerken hayal ederdim. Yaşlılığın kutsanmışlıkla eş değer olduğunu düşünür ve yaşlanabilmeyi büyük bir lütuf olarak benimserdim.
“Yaşlanmak, bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır. Ama görüş açınız genişler. – Ingmar Bergman”
Ama çevreyle etkileşime geçtiğimde –özellikle toplumsal bakış açısında- yaşlılığın hiç de benim gördüğüm gibi görülmediğini fark ettim! İnsanlar yaşlanmaktan korkuyordu. Mevcut sistem, yaşlanmayı kötülüyor, pazarlama endüstrisi yaşlanmayı geciktirmek için bir çok ürünü dayatıyor, “genç” gibi bir yaşlılık savunuluyordu. Kafamdaki “bilge”, hayatın akışında olan yaşlı motifi yerine, sürekli gençleşmeye çalışan, kendi olduğunu kabul etmeyen, sakin değil gergin bir görünüm sunuyordu toplum.
“Yaşlanmak” terimi zihinlerimizde çürüme, bozulma, işlevsiz olma anlamları çağrıştırıyor. Halbuki yaşlanmak demek belki fiziksel olarak işlev düşse de kişilik ve ruhsal açıdan çok daha işlevli olmak demektir. Yaşlanmak, yaş almak, bozulma değil, gördüğümüz süreçlerin, gördüğümüz mevsimin ve kişisel deneyimimizin çokluğunu temsil eder.
Dinleri ve kültürleri araştırdıkça birçok kabilede ve eski kadim uygarlıktan “yaşlıların” en kutsal kesim olduğu fikrini gördüm. Bu geleneklerde yasa koyucular, hikaye anlatıcılar, bilgilerin koruyucuları, iç meclisler ve kadim öğretmenler hep yaşlı bireylerden oluşuyordu. Bu durum, masallarda, hikayelerde ve hatta rüyalarda kendini kahramana yol gösteren aksakallı bir ihtiyar arketipi olarak belli eder. Veya bilgece öğüt veren siyahlar içinde ki yaşlı koca karı olarak kendini gösterir. Biz yaşlandıkça – hem bayanlar hem erkekler- içgüdüsel olarak o bilge arketipe doğru yol alır ve onla özdeşleşiriz.
Lakin bunun olabilmesi için kişinin ruhsal ve psikolojik açıdan derinleşmesi ve doğru bir ruhsal gelişim göstermesi gerekmektedir. Ruhsal alt yapı olmadığı için sağlıksız bir yaşlılık boy göstermekte ve bilgelikle öğüt veren bir arketipi yaşamak yerine, gençleşmeye çalışan, dırdır eden, insanları azarlayan, agresif veya “keşkelere” boğulmuş bireyler görüyoruz. Yaşlılık süreci keşkeleri veya geçmişe odaklanmayı değil, içe dönüşü kapsaması gereken bir süreçtir. Bu noktaya analitik psikolojinin kurucusu olan Carl Gustav Jung’da değinmekte ve yaşlılığına önemine vurgu yapmaktadır. İnsanın yaşam evrelerini Güneş’in evreleri ile bağlantılar; gündüz gençlik, öğleden sonra ise yaşlılıktır;
“Yaşamın öğleden sonrası, en az sabah kadar anlamla doludur; sadece onun anlamı ve amacı farklıdır… (Jung – 1943)”
Ruth Snowden, Jung Kilit Fikirler isimli eserinde Yaşlılık ile ilgili şunu yazıyor;
“Jung, hayatın öğleden sonrasını gündüz gibi yaşayamayacağımız konusunda bizi uyarır: Gündüz büyük görünen şey, akşam küçük görünecek; gündüz doğru olan şey, bir yalan haline gelecektir. Bu evrede, psikolojik açıdan sağlıklı olmak istiyorsak, ruhtaki dünyayı keşfetmeye başlamamız çok önemlidir; kendimizi ve kendi ruhsal doğamızı anlamaya başlamamız gerekir. Ama bu her zaman kolay değildir ve birçok insan geçmişe saplanıp kalmayıp yeğleyip, sürekli olarak yakınan kurbanlar, sıkıcı edebi ergenler ya da katı, can sıkıcı yaşlı ahkam kesiciler haline gelebilirler.”
Burada bahsedilen fikir çok önemli… Yaşlandıkça –özellikle orta yaş krizinden sonra- hayat yeni bir ruhsal evreye girer. Artık kişi kendi ruhunun derinliklerini keşfetmeli ve kim olduğunu, burada neden var olduğunu netleştirmelidir. Bir çok gelenekte 40 yaşının önemi vurgulanır. Peygamberlere 40 yaşında peygamberliğin geldiğinin söylenmesi veya kabala eğitimini 40 yaşını geçmiş beylere vermeleri tesadüf değildir. Birçok mitte, gelenekte veya ibrahimi dinde kırk yaş vurgulanır.
Orta yaş, maddi bilinçten ruhsal bilince bir geçiştir ve artık kişi kimliğini oturtmuş içsel dönüşe başlamıştır. Yaşlılık ise bunun doruğa çıkacağı ve ruhsal keşfin tamamlanıp bunun çevreyle paylaşılacağı dönemi kapsar. Bu yüzden Jung yaşlılığı bir bitiş olarak görmez ve hala ruhsal gelişimin gerçekleştiğini söyler. Kitabın devamında şu cümleler yer alır;
“Jung, hayatın ilk yarısının aslında doğayla –saygınlık edinmek, geçinimini sağlamak, aile kurmak- ilgili olduğunu belirtir. Hayatın ikinci yarısı, kültürlerle ilgili gibi görülebilir. İlkel toplumlarda hemen her zaman, gizemlerin ve kabilenin kültürel mirasını dile getiren yasaların koruyucuları, yaşlı insanlardır. Öyleyse yaşlı insanları çılgınca hep genç kalma çabası içine sokan “gençlik tapınmasıyla” modern toplulumuzda olup biten ne? Yaşlı insanların toplumdaki yeri neresi? Onların değerli bilgeliklerine ve ileri görüşlülüklerine ne oldu?”
Maalesef tüm hayatını mal mülk için harcayıp yaşlanınca ruhsal gerçekliğin arayışına çıkmayan bireyler görüyoruz. Daha da kötüsü onları “huzur evlerine” kapatıyor ve ayak bağı olacaklarmış gibi görüp toplumdan soyutluyoruz. Eğer iş gücü genç bireylerden oluşacaksa, beyin takımı ise yaşlı bireylerden oluşmalıdır toplumda. Kadim zamanların geleneklerini modern zamana uyarlamak o kadar da zor değil. Burada yaşlı bireylerin de toplumun bu ön yargısına karşı durup, yazarın tabir ettiği gençlik tapımınına yakalanmaması ve kendi bilgeliğini ortaya koyması önem arz ediyor. Gençlik tapınması modern zaman için çok uygun bir tabir. İşte mevcut pazarın dikte ettiği unsur tam olarak budur. Yazar şu şekilde ifade ediyor;
“Gençlik tapınması, koşturma, başarma ve yapma üzerinde çok fazla odaklanmamıza neden oldu, hatta dinç ve aktif yaşlılığı idealleştirir hale getirdi. Sanki artık sallanan bir sandalyeye huzur içinde oturup, olup bitenleri sessizce düşünme ve seyretmeye vakit yok gibi. Burada aslında hayati önemi olan bir şeyleri yitirmekte olduğumuzdan kuşkulanmaya başlıyorum.”
Toplumsal olarak sağlıklı gelişim süreçlerimizi kaybetmiş bulunuyoruz. Çocuklarımız artık çocuk değil, ergenlerimiz ergen değil, bireylerimiz erginleşme töreni olmadığı için birey değil ve yaşlılarımız da yaşlı değil… Hiç kimse olması gereken “sırada” sağlıklı bir psikolojik gelişim göstermiyor. İşin daha da kötüsü bu insan doğasının gelişimini bozan sadece bizler değiliz, bunu dayatan pazarlama sektörü. Çocukların, çocukluklarını engeller derecesinde “olgun insan giysileri” satılıyor, küçük kızlar için oyuncak yerine “makyaj” pazarlanıyor, erginlenme töreni gibi bir ritüelden eksik kaldığımız için ve ebeveynlerin çocuklarına ya çok sahip çıkması ya da çocuklarını çok serbest bırakmasından dolayı sağlıklı bir ergenlik geçiremiyoruz ve sürekli ergenlikte kalan bireyler karşımıza çıkıyor, orta yaşa girenler ise orta yaş krizini sağlıklı geçirmek yerine yine pazarlama ürünleri ve çeşitli hap ve ilaçlarla sağlıksız bir süreçte kendini buluyor. Yaşlı bireyler ise R. Snowden’ın anlattığı gibi gençlik tapınması durumuna yakalanıp, genç gibi görünme, estetik yaptırma ve hala “koşuşturma” gayreti içerisine giriyor.
Kırışıklarınız oluyorsa, bırakın olsun. Kırışıklar yüzünüze yaşam deneyimi katacaktır. Küçükken yaşlıların özellikle anneannemin yüzündeki kırışıklıklara bakar ve onların içerdiği sırları merak ederdim. İçgüdüsel olarak her birinin bir deneyim içerdiğini hissederdim. Bunun yanı sıra saçınız mı beyazlıyor; beyazdan daha yüce ve bilge bir renk olabilir mi? Beyaz görülebilir dalga boyundaki tüm renkleri içerdiği yani içinde tuttuğu için beyazdır. Beyaz saç, her deneyimden geçmenin ve bilgeleşmenin sembolüdür.
Bu yüzden doğanızı serbest bırakın ve yaşlanmanın zevkine varın! Kendi bedensel doğamıza karşı çıkmak yerine onu sevgiyle karşılamalıyız. Elbette kimseye kendini yıpratması tavsiye edemeyiz, sağlıklı beslenme ve sağlık için spor yapma, kısacası sağlıklı bir yaşlılık oldukça önemli ama fark etmemiz gereken hiç kimsenin “genç” görünmek zorunda olmamasıdır. Sağlıklı olmak genç görünmek için değil yaşlılıktan daha yüksek zevk almak ve daha sorunsuz ruhsal bir süreç geçirmek içindir.
Bu temel doğamızın allak bullak olması sağlıklı toplumu içten içe bitiriyor. Bizim yapmamız gereken sadece her çağın güzelliğini görmek (Aynı Jung’ın benzetmesiyle Güneş’in her devrinin güzel olması gibi) , bu güzelliği yansıtmak ve olduğumuz şey olmak; çocuksak çocuk, ergenske ergen, gençsek genç, yaşlıysak yaşlı… Bizi kendi doğamızdan ve gelişimimizden uzaklaştıracak her tür unsurdan uzak durmamız ve bulunduğumuz yaşın değerini bilmek ve o yaşı yaşamak yeterli olacaktır. Bu noktada toplumun yaşlıların bilgeliğine, öğütlerine ve hikayelerine ihtiyacı olduğunu unutmamız ve yaşlılarla birlikte “yaşlılığı” onurlandırmamız çok önemlidir. Zira deneyim, bilginin içselleşmesi açısından, kuru bilgiden daha önemlidir.