Enkarnasyon: Vücut bulma, ete bürünme. Reenkarnasyon: Başa gelen Re ile, tekrar bedenlenme olarak anlamlandırılır.
Reenkarnasyon zor kanıtlanabilen görece bir olgudur. Özellikle materyalistlerin zinhar reddettikleri; her şeyin bu bedende gerçekleştiğini ve beden ölümü gerçekleştikten sonra hiçbir yaşamın olmadığını öne sürerler. Onlar ruhun varlığını baştan kabul etmezler. Ve beden yoksa hiçbir şey yoktur düşüncesine inanırlar.
Katre idim ummanlara kavuştum
Kaç bulandım kaç duruldum kim bilir.
alemleri kaç devredip dolaştım
Bir sanata kaç sarıldım kim bilir!
Bulut olup yağdığımı bilirim
Alt’anadan doğduğumu bilirim
Kaç ebeden kaç soruldum kim bilir! Gufrani
Reenkarnasyon zor kanıtlanabilen görece bir olgudur. Özellikle materyalistlerin zinhar reddettikleri; her şeyin bu bedende gerçekleştiğini ve beden ölümü gerçekleştikten sonra hiçbir yaşamın olmadığını öne sürerler. Onlar ruhun varlığını baştan kabul etmezler. Ve beden yoksa hiçbir şey yoktur düşüncesine inanırlar.
Bana göre ise madde vardır, ancak her maddenin taşıdığı bir de enerji vardır. Bu enerji, maddenin katı haline göre çok daha süptil olan ve yine maddenin farklı bir halidir. Örneğin; ışık, ses, frekans vb. gibi.
Önce ruhlar vardı! Yaratıcı bilinmek istedi, tezahür etti ve Ol dedi evren oldu!
Bir başlangıç olarak kabul edilen Ol, ruhun madde üzerinden kendisini anlaması için gereken bir oluşumdu. O nedenle, bu dualite ilişkisinde maddeye bakarak ruhun içinde var olan cevheri yine madde üzerinden anlamak ve taşıdığı evrensel bilgiyi şuur kanalıyla bilince indirmek mümkün görünmektedir. Bu tıpkı aynada kendi yansımamıza bakmak gibidir. Dolayısıyla beden bir ayna ise ruh buna bakarak kendisinde olanı tanımaya çalışır. İşte, doğum ve ölüm arasında geçireceğimiz süreçte, ruhta var olan bilgiyi açığa çıkarmak üzere yeniden bedenlenmeye reenkarnasyon denmektedir. Ve reankarnasyon, Karma Planının bir gereğidir.
Reenkarnasyon inancı diğer dinlerde ya da kültürlerde var mıdır?
Yaptığım geniş araştırmalar sonucunda Mısır, Sümer, Maya medeniyetleri; Hinduizm, Budizm, Yahudilik, Yezidilik, Dürzilik, Alevilik gibi inanç ve düşünce sistemleri; Kızılderililer, Aborjinler, Eskimolar ve Türklerin eski inançları olan Şamanizm gibi inanç sistemleri ve kültürlere bağlı düşünce sistemlerinde reankarnasyon inancının var olduğunu söylemek mümkün görünmektedir.
Üç büyük dinden biri olan Yahudi tradisyonunda reenkarnasyon olgusu tartışmasız olarak kabul edilir. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde reenkarnasyon olgusunun kabul gördüğünü, ancak daha sonra buna dair yazılı olan orijinal metinlerin tahrif edildiği ya da değiştirildiği anlatılmaktadır. Fakat yine de Hıristiyan mezheplerinin bir bölümünün reenkarnasyonu kabul ettiği bilinir.
Bu durum benzer bir şekilde İslam’da da görülmüş, yani üzeri örtülmüştür. Ve kesinlikle İslam’da reenkarnasyon fikri kabul edilmemektedir. Hatta Kur’an’da buna dair bir bilginin olmadığı dahi iddia edilmektedir. Fakat bu iddia tartışmaya açıktır! Çünkü inkarı mümkün olamayacak şekilde bazı ayetler reenkarnasyonu hatırlatmaktadır. Örneğin, Vakıa 61. Ayet: Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız. ; Bakara 28. Ayet: Sizi ölü iken O diriltti, sonra yine sizi O öldürecek, yine sizi O diriltecektir.
Diğer taraftan İslam geleneğine bağlı Mevlana ve Yunus Emre gibi tasavvuf ehilleri reenkarnasyonu kabul etmektedirler. Tabii bir de Lûvi geleneği, Bektaşi ya da günümüz Alevilerinin deyişlerinde de reenkarnasyon anlatılmaktadır.
Kaç kez gani zengin oldum kaç kere fakir,
Kaç kez altın oldum, kaç kere bakır.
Bilmem ki kaç katip ismim okur,
Kaç defterde kaç görüldüm kim bilir…
Kaç alet oldum ellerde bakıldım
Semadan kaç kere indim çekildim
Balçık olup binalarda yapıldım
Kaç yıkıldım kaç kuruldum kim bilir! Gufrani
Bu yaklaşım şekli akıllarda büyük bir soru işareti oluşturmaktadır. Bu sorgulamaya geçmeden önce reenkarnasyonun ne olduğunu biraz açmak isterim;
Enkarnasyon: Vücut bulma, ete bürünme. Reenkarnasyon: Başa gelen Re yle, tekrar bedenlenme olarak anlamlandırılır.
Evren, hep bir ritim ve bir döngüyle işlemektedir. İşte bu döngülerden biri de reenkarnasyondur.
Kimileri bu döngünün kaçınılmaz bir süreç olduğunu, kimileri ise beden öldükten sonra her şeyin sona ereceğini düşünür ve buna inanır.
Bir olguyu değerlendirirken en kaba plan olan madde üzerinden izleyerek, gözlem yaparak, usa vurarak belli bilgilere ulaşmayı ihmal etmemek gerektiği bilinciyle bakacak olursak: Tek hücreli canlıdan çok hücreliye; oradan bitki, hayvan ve en gelişmiş olarak kabul ettiğimiz insan formuna doğru bir gelişim ve süreklilik söz konusudur.
Konu üzerinden düşünmeye devam ederek zaman boyutunda ileri ve geri hareket ettirelim. İnsanın biyolojik gelişim sürecini göz önünde bulundurduğumuzda maymunumsu bir canlıdan, insanımsı oluşuna dek ve düşünen insandan düşündüğünü düşünebilen insana doğru bir gelişim ve bir evrim geçirdiğini reddedebilir miyiz?
Edemiyoruz! O halde bu gelişimin atadan oğula genetik aktarım yoluyla tekrar ete bürünerek devam ettiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla bu zincirleme devamlılık işin nesnel (maddesel) olan yönünüdür. Bir de bunun öznel yönü bulunmaktadır. Başka bir deyişle, maddesel ve ruhsal yönü ya da somut ve soyut yönü diyebiliriz.
Bu döngüde insan formu varlığını sürdürmeye devam edebilir mi? Bunu şimdilik bilemiyoruz. Ancak bildiklerimiz üzerinden bilmediklerimizim cevaplarına ulaşabiliriz. Örneğin bir dönem insan formumuzun dünya gezegeninde henüz olmadığını biliyoruz. Bu bilgiye bakarak, bir gün bu bedene ihtiyaç duymayacağımız bir forma dönüşebileceğimizi düşünebiliriz!
Kim bilir belki de ışık beden olur ve uzayın herhangi bir yerine ışık hızıyla gidebiliriz. Bunu şu andaki bedenimiz üzerinden düşünce yoluyla kısmen gerçekleştirebiliyoruz. Mesela, çok uzakta olan bir tanıdığımıza telepatik olarak (düşünce üzerinden) sinyal gönderebiliyoruz.
Bu açıklamalarım fantastik bir eğilim uyandırıyor olabilir. Oysa bu hiç de fantastik değildir.
Biyolojik şifrelerimizi oluşturan unsurlar aynı zamanda bilincimiz ve düşüncelerimizle birlikte hareket etmektedir. Huyumuz- suyumuz bizden sonraki nesillere aktarılan daha soyut olan yönümüzdür. Tabii ki, bu genetik zincir devam ederken bir taraftan yaşamakta olanla, diğer taraftan yaşayana eşlik eden yeni doğan ve ölüme yakın olan yaşlı jenerasyon bir aradadır. Dolayısıyla aktarım yalnızca genetik değildir. Elle tutulup gözle görünmeyen düşüncelerimiz sözlü aktarımlara, geleneklere, göreneklere, sembollere ve ritüellere bürünerek de yaşam bulmaktadır. Bu bakımdan Kızılderililerin kendilerinden sonraki nesillere bırakacakları maddî ve manevî değerlere önem vermeleri, hayranlık uyandırmaktadır.
Toparlarsak, inkar edemeyeceğimiz; bir döngünün somut da olsa, soyut da olsa madde üzerinden sürmesidir. İşte bu noktada reenkarnasyona inanmamanın bir önemi var mı? Belki de reenkarnasyona inanmak bize cesaret verecektir. Bu sefer yapamadıklarımızı diğer bir gelişimizde tamamlayabileceğimizi hatırlatacak. Geçmiş bilgileri taşıyor olduğumuzu ve bunlara yenilerini katarak devam etmemiz gerektiğini uyaracak. Ta ki, Nesl-i Hû ya dönünceye kadar.
Eğer büyük planın sadece bir parçası olan doğum ve ölüm kıstasında; sadece bir kere dünyaya gelmek ve daha sonra diriliş gününde diriltilmek düşüncesini kabul ediyorsak bu biraz trajikomik görünüyor. Bu ne aklın bir ürünü olarak görünüyor, ne de evrim ve tekamül yasalarına cevap veriyor.
Reenkarnasyonun olduğuna inanmak zarar vermez, fakat onu yok saymak çok tehlikeli noktalara götürebilir. Şimdi yukarıda da bahsettiğim, Kur’an’da reenkarnasyondan bahsedildiği halde yoktur denmesindeki amaç ne olabilir sorusunu da içine alarak cevaplarsak:
Reenkarnasyon bilgisi diriliş gününe gölge düşüren bir durumdur. Amaç, başta bu kaygı güdülerek diriliş gününde tüm ölülerin yeniden dirileceği güne inandırmaktır. Bu düşünceye göre ruh dünyaya bir kere gelir ve gider.
Oysa Dünya’ya bir kere gelen ruhun pek çok şeyi öğrenmesi mümkün müdür? Hayatındaki görevlerini yapması, yapamaz ise diriliş gününde hesap vereceği korkusunu pekiştirmek. İşte bu kısa hayatta gerekenlerin öğrenilmesi mümkün olamayacak, dolayısıyla bu uyanış yerini korkuya bırakacaktır.
Özellikle bireyin kul olma vasfının, yüce olanı kavramasında yetersiz olduğunun altı çizilir ve koşulsuz teslimiyeti istenir. Şayet öğrenmesi gerekenleri yapamıyorsa, kendisine tabii ki bazı kolaylıklar sunulmaktadır.
Bu kolaylık; sadece inanarak kulluk etmesi, itaat ve riayet etmesi, istenilene karşı koymaması, asla sorgulamaması şartıyla diriliş gününde Allah’ın huzuruna çıkabileceğidir! Kısacası, şayet bilen birine teslim olursa diriliş gününde onun sayesinde kurtulacağına inandırılır.
Oysa beden nasıl ki yeniden doğar, ruh da beden üzerinden yeniden doğar. Nasıl ki biyolojik bir evrimden söz ediyorsak, ruhsal bir tekamül de söz konusudur. Her birimizin arasında oluşan fark, yine her birimizin bu süreci nasıl geçirdiğimizle bağlantılıdır. Zira, bu hayatta öğrendiklerimiz gelecek hayatımızı belirler ve etkiler. Yeniden doğduğumuzda bu bilgileri ayrıntılı bir şekilde hatırlayamayız, fakat ana fikir bizim ruhumuzda ve benliğimizdedir. Ruh, önceki hayatında yapamadıklarını yeni hayatında yapabilmek için yolculuğuna devam edecektir.
Ve şayet dinleyebilirsek, o fısıltı hep kulağımızdadır.