Aşk, büyüsü bozulmasın diye utanarak, korkarak sakladığımız bir duyguydu ve sakladığımız yeri anımsamamak için, hakkında illegal olduğuna dair dedikodular çıkarıp, yasalarla yaşanmasını imkansız hale getiriyorduk.
Aşk, büyüsü bozulmasın diye utanarak, korkarak sakladığımız bir duyguydu ve sakladığımız yeri anımsamamak için, hakkında illegal olduğuna dair dedikodular çıkarıp, yasalarla yaşanmasını imkansız hale getiriyorduk. Yerine kutsallaştırıp koyabileceğimiz tek olgu nefretti ve o da yeterince çoktu! Sınırsızdı nefret ve ağır darbelerini kaldıramayacağımız bir kuvvet olarak hem içimizde, hem de ilişkilerimizde büyütecektik. ‘Son inkarcı’ hükümdarlığını sürdürebilmek için yıkımlara ihtiyaç duyuyordu.
Bu kent, insanlarının kendilerini kapılarının ardına sakladığı ve perdelerini sıkıca örttüğü, rutubetli bir bodrum odasından başka bir yer değil; kemirgenlerin ve vampirlerin istilasına uğradığı, hamam böceklerinin evrimleşerek saygınlığa eriştiği büyük bir tımarhane! Karanlık duvarların ve korkulu gözlerin utanç sarayı!
Bu kent, gecelerini tecavüzcü ve katillere bıraktığı zamanları, sokaklarında kadın tacirlerinin korkulu gözlerle yaptığı kadın ticaretini, tiksindirici pazarlıklarla elde edilen yalancı sevdaların yaşandığı yetim saatleri bile özlüyor!
Distopyamızın seslerinin tümü yanlış notalarla yazıldığından, yaptığımız müzik tamamen yanlış bir duyguyu ifade ediyordu. Maestro ritmi yakalayamadığından yönetmeyi bırakmıştı ve gözlerimizin içine bakmaya cesaret edemiyordu. Alkışlamayı unutan dinleyicilerimiz uyuya kalmıştı koltuklarında. Müthiş sanatçılardık! Kendimize, maestroya ve dinleyiciye inancımız kalmadığından, bir yalanı doğaçlama çalıyorduk!
Korkularımız egzama yaraları gibi kaşındıkça kanıyordu ve her zaman kirliydik cesaretin karşısında; gerçekliği anlayıp görebileceğimizi sanıyorduk, ama karanlığın tutsağı olan bizler itiraf edemeyecek kadar kördük.
Hiç kimsenin ötekini anlamaya çalışmadığı, sözcüklerin yasaklandığı, aydınlığın anahtar deliğinden bile sızmadığı, korku toplumunun dilsiz nesneleriydik. Ağızlarımız sımsıkı yumulmuştu, açmaya çalıştığımızda öfke ve nefretin kusulduğu kara büyük bir delik ortaya çıkıyordu sadece. Masumluğumuzun farkında olmamıza rağmen, sevgisizliğin merdivenlerinde koşar adım tırmanırken ve her şey yeniden başlasın diye herkesi ezip çıkarken tepeye, bir gün geri dönebileceğimize inanacak kadar da saftık.
Eskinin güzelliğinin ve değerlerinin kaybolması üzerine, yarınlarda dünü düşünmek gibi anlamsız felsefeler oluşturan bir yığındık. Genç kızların hayırlı bir kısmet beklediği gibi bekliyoruz, biz kölelere özgürlüğü ve mutluluğu getirecek olan ‘Beyaz Atlı Prensi!’ Oysa Prens, devrimci illegal bir yeraltı örgütünün lideri olmaktan zindanlarda çürüyordu.
Nedir bu kilitlerin arkasına saklanıp kendimizi, korkutucuların korumasına bırakma durumu? Bu biat? İçimize baktığımızda Hintli Bilgeleri suskunluğa itecek huzursuzluk?
Kariyer, hırs, tüketim, cinsel uyumsuzluk, televizyon dizileri ve trend olan tüm kültür akımlarıyla, sadece insanda olan özümüzü katlederken; ağaç kıyımlarını, işçi ölümlerini, hasta tutukluları, faili meçhul cinayetleri ve kayıpları örnek yurttaşlar olarak görmezden gelebildik, başımızı kumdan çıkartabilme cesaretini gösteremedik. Bizi yeniden doğurabilecek anaları inkar etmeyi erdem sandık. Karıncaların etrafına tebeşirle bir çember çizerseniz, ayakları yandığından asla çıkamaz; çevresi ateşle çevrilmiş bir akrep, kurtuluş umudu bittiğinde kendini sokar ve zehirler! Ama sen insansın!
Yeni ülkenin ideolojisine uyum sağlayabilen toplumun bireyleri olarak; karısından, sevgilisinden, patronundan, komşusundan nefret eden ve kurtulmak için devlet kurumlarına ihbar etmeyi görev sayan askerler haline geldik. Fitili ateşlenmiş dinamitler gibi zamanın patlaması yakındır ve ‘An’ o zaman bir değer kazanacak belkide!
Cennet- cehennemin kapılarını, vahşetin çağrısı ile ölümü kutsayan kelle avcılarının radikal karanlığında canlı bombalar zorlamaktadır!
Sınırların, duvarların, kapıların tek anahtarı: Varolanın boşaltılıp, yeniden isimlendirilip, sıfatlandırılarak ve yüklem kazandırılmış bir özne ile mana alemi keşfedilecektir. Arınma için bu boşluğa ihtiyaç var! Rüyasız, insansız, yangınsız her şeklin büküldüğü ve başka bir ad aldığı; sonra, insana dair bildiğimiz ve özlediğimiz ne kadar yozlaştırılmış değer varsa, arı- duru olarak boşluk tarafından üzerimize yağdırılacaktır!