Bayampaşa’da onun kadar iyi çalımlar atan bir başka önlüklü daha yoktu. Hepsinin arasından sivrilivermişti küçük, siyah önlüklü çocuk…
Taştan yapılan iki kale direği arasından geçerken futbol topu, ‘’Hakan ve goooolllll’’ sesleriyle inliyordu tüm mahalle… ‘Hagi’ yapıyordu kendini, ‘’Hagiii bir çalım, bir çalım dahaa’’ diyordu akranlarını ard arda çalıma dizerken. Kibrite benzetseler de bacaklarını, çalımlarına hayran kalıyordu tüm arkadaşları. Bayampaşa’da onun kadar iyi çalımlar atan bir başka önlüklü daha yoktu. Hepsinin arasından sivrilivermişti küçük, siyah önlüklü çocuk…
Annesinin ‘’Oğlum haydi yemeğe’’ sesine kadar mahallede tozu dumana katardı çırpı bacaklı! Hayalleri vardı, hedefleri… Bu yüzdendi uykusundan evvel adını stat anonslarından dinlemeli halleri. Her gece milyonlar onu alkışlarken gözlerini uykuya minik topuyla bir teslim ederdi. Sabahları yine aynı, okulda, mahallede, evde; futbolsuz tek günü geçmezdi bizim ufak hayalperestin. Arkadaşlarıyla aralarında ‘Orta kafa gol’ adını taktıkları oyunu oynarlar, bizimki ortayı keser arkadaşları da gol atmaya çalışırdı.
Evet, ona başaramazsın diyenler, ‘’Senin fiziğin yetersiz hem…’’ diyenler de olmadı değil. Üstüne bir de ayağı kırılmasın mı küçük çalımbazın! Aksilikti işte, nazar belki de… Ama yine yılmadı, bir ayağı havada asılıydı ve o iyileşince yapacaklarını düşünüyordu… Kafasında kurguluyor, goller atıyor, alkışlar topluyordu. ’Orta kafa gol’ oynayacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu elbette. Belki de bir gün yurt dışında bayrağını dalgalandıracağını düşünüyordu, kim bilebilir?
Bu azmin, çabanın ve isteğin sonucu daha 10 yaşında buldu onu, o artık Altıntepsi Makelspor’un oyunsuydu… Bu, gözünü doyurmadı elbette. Aşığı olduğu iki renk vardı, sarı ve kırmızı. Galatasaraylıydı bizim minik, hem de tutkulu! Hiçbir maçını kaçırmaz, Cimbom gol attıkça havalara sıçrardı. Hatta top toplayıcı olarak girdiği Ali Sami Yen’de bir de resmi vardı, top ağlarda, bizimki havalarda…
12 yaşına geldiğinde hayalleri gerçek oluyor, Galatasaray’ın altyapı yolu gözüküyordu. Beğenilerle kavuşmuştu, canından çok sevdiği parçalı formasına. Kaç gece ağladı, Allah’a nasıl teşekkürler etti, bilemem… Ancak bizim ufaklık daha fazlasını istiyordu, hedefliyordu. E istemesi de gerekiyordu. Çünkü futbola yeteneği artık hocaları tarafından biliniyordu.4 yıl terletti alt yapının formasını, yutmuştu adeta oraların tozunu toprağını…
Az önce bahsettiğimiz fotoğraf karesinde topun ağlarda olmasını sağlayan, bizim ufaklığın mahallede formasını giydiği Hagi’den başkası değildi. Ve o Hagi,2004 yılında Galatasaray’ın hocasıydı. Gördü bizim ufaklığı, tuttu, aldı takımına. A takım formasını İsmet Paşa Stadı’nda Bursaspor’a karşı giydirdi sırtına… Hayalleri teker teker gerçek oluyordu bizim çırpı bacaklının!
Onun futbol zekâsını ve yatkınlığını görenler tecrübe kazanması için 2005’te yarım dönemliğine de olsa Manisa’ya gönderdiler. Bir de, oraların tozunu toprağını yuttu geldi. Tozu dumana katmayı da ihmal etmedi tabi… Birçok anıları oldu, güzel takımıyla. Oynadığı oyunla da takdir topladı… Artık ondan, geleceğin yıldızı olarak bahsediliyordu…
Geri geldi, geleceğin ünlü yıldızı. Tekrar evindeydi ve artık parçalıyı vermeye hiç niyeti yok gibiydi…2006’dan 2011’e kadar eşsiz tatlar bıraktı onu izleyenlerin damağında… Az da parmak ısırtmadı aslına bakarsanız karşı tarafa. Kim demiş parmak ısırtan oyuncular beğenilmez diye? Bizim ufaklığı rakipleri dahi ayakta alkışladı! Örnek oyuncu seçildi, avuçlar patlayana dek alkışlandı…
Ve bir hayali daha gerçek oluyordu, ne büyük bir şerefe daha adını yazdırıyordu, bizim ufaklık A milli takım formasıyla ay yıldızı göğsünde taşıyordu. Yine başarılar ekliyordu kariyerine, Türk milli takımını Euro 2008’de dünya 3. yaparken… Artık sadece Türkiye değil, dünya konuşuyordu Bayrampaşalıyı! Dünya ona çevirmişti gözünü, yetenekleri dilden dile dolaşıyordu…
Her şeyi erken yaşamıştı, korkusuz çocuk. Galatasaray’ın ona ’10’u layık görmesi de gecikmedi, artık Metin’in formasını, Hagi’nin formasını, Bayrampaşalı; efsanelerin formasını taşıyordu! Üstünden de geliyordu aslına bakarsanız. Futboluyla da kişiliğiyle de taraftarlar o formayı en çok ona yakıştırıyordu… Kariyerinde, yine merdivenleri üçer beşer çıkıp ulaştığı ve ‘’Hayatımdaki en büyük onur’’ diye tabir ettiği kaptanlığı da henüz 22’sinde almıştı. Metinlerin, Bülentlerin bandı artık ona emanetti ve dümene artık Bayrampaşalı geçmişti. Ağır yüktü kuşkusuz, kaldırabilecek miydi?
Biranda her şeyiyle konuşulmaya başlandı, giydikleriyle, yedikleriyle, söyledikleriyle… Kaptanlık böyle bir şey miydi sahiden? Peki o, medyanın tüm bu sert eleştirilerini hak etmiş miydi, hak edecek ne yapmıştı? Tertemiz yüreği, hak etmiyordu bunca haksız eleştiriyi. Oysa o forması için elinden geleni yapmıştı, terinin son damlasını sahaya akıtmıştı. Fazla oynandı onunla… Ve en sonunda, pılını pırtısını toplayıp gözünü çevirdi avrupaya. Gidiyordu… İçinde vardı elbet kırgınlık ama o hala dilinden düşürmüyordu canından çok sevdiği takımını.
Yeni takımı, Madrid’in kırmızı beyazlı tarafı oldu. Atletico Madrid’de top koşturacaktı artık bizim çocuğumuz… Gitti, sahaya çıktı ve orada da herkesi kendine hayran bırakmayı başardı. Adına besteler yazıldı, pankartlar açıldı…’El Turco’ lakabını aldı İspanya’da, hatta bu isimle kısa belgeseli dahi çekildi. İnanılmaz işler yapıyordu, bizim de göğsümüzü kabartıyordu. Çalımları, golleri İspanyollar tarafından da kabul edilmişti artık, kişiliği gibi takdir toplamıştı. Hele bir de 2010’da Avrupa Kupası şampiyonluğu gelmesin mi, taraftarla Bayrampaşalı arasındaki sıcaklık artık iyice artmış, uyum yakalanmıştı. Türk bayrağını göğsüne asıp avrupanın ikinci büyük kupasını kaldıran Türk, tüm Türkiye’yi duygulandırmıştı elbette… Onunla gurur duyuyor, başarılarına bir alkış da bizler gönderiyorduk.Bu istikrarlı performansı onu bir kahraman yaptı adeta İspanya’da. İspanyol yazar Juan E. Rodriguez Garrido adına kitap dahi yazdı ‘Bayrampaşalı dahi’ adıyla… Bir kitap da unutulmaz spikerlerimizden Sabri Ugan’ın kaleminden ‘Aslan Yürekli Kaptan’ başlığıyla ithaf edildi ona…
Tarih 17 Mayıs 2000… Galatasaray, avrupanın tozunu attığı senenin ardından UEFA kupasını Türkiye’ye getiren ilk takım oluyor. Ve o gurur tablosunun 14. yıldönümü, 17 Mayıs 2014… Türk bayrağı, Atletico Madrid’in ezeli rakibi Barcelona’nın stadında açılıyor, bir tarih yazılıyordu. Bizim ufaklık, İspanya’da takımının 16 yıl sonra lig şampiyonu olan kadrosunda yer alıyor, kupa töreninde yine Türk bayrağıyla bizi gururlandırıyordu…
Aslan Yürekli Kaptan, bugünlerde UEFA’nın düzenlediği Yılın 11’ne aday… Bu gururu da Türkiye’ye yaşatan -adını çoktan tahmin ettiğiniz gibi- Arda Turan’ı, gururlandırma sırası şimdi bizde. UEFA’nın resmi sitesinden bizim Arda’yı oylayabiliriz… Teşekkürler Kaptan, bizleri gururlandırdığın her an için!