Gelişim grubu kurucusu Alper Kul’un 18 Aralık 2014 tarihinde katıldığım “Modern Kölelik Yüzyılında Her şeye Rağmen Gerçek Profesyonel Olmak ve Kazanmak” adlı seminerinden arda kalan notlar, sorgulamalar, verilen kararlar, çizilen planlar, kazanımlar ve değerli insanlar…
Öncelikle, ‘Kimdir bu Gelişim Grubu?‘ biraz ondan bahsedelim. Gelişim Grubu, kişisel, toplumsal ve iş hayatı ile ilgili gelişimleri sağlamak amacıyla çeşitli eğitimler, söyleşiler, kültürel ve sosyal etkinlikler organize ederek, edindiği tecrübeleri topluma aktaran ve kesinlikle hiçbir kar amacı gütmeyen bir Türkiye grubudur. Bu güzel grubun sosyal medya takım üyesi olarak bir parçası olmak ve böylesi güzel faaliyetlerde bulunmak da benim kazanımlarımdan biri.
‘Nasıl çalışmalı?’ diye başladı Alper Kul konuşmasına; zaten biliyoruz cevabını diyen gözler ama yine de öğrenmeyi, bir de ondan duymayı bekleyen meraklı bakışlar karşısında başarıya giden en iyi ve doğru yolun çok değil, akıllıca çalışmak olduğu cevabını paylaştı bizlerle. Başarıya giden yol kesinlikle düz değildi ve tabi ki özellikle yola çıktığımız anda elimizde haritamız yönümüzü gösteren bir pusulamız yoksa işimiz oldukça zordu.
Ama önemli olan da yolun dümdüz, engebesiz olması değildi ki, hayat denen gerçeklikte zaten beklenemez bir durumdu bu. Önemli olan yolumuza hedeflerimiz doğrultusunda devam ederken bazen ivme kazansak bazen de yavaşlasak da yoldan hiçbir zaman çıkmamaktı. Yoldan çıkmamak için de kendimizi istemediğimiz bir dünyaya hapsetmeden gerekirse yolumuzu değiştirme cesaretini ve kararlılığını göstermekti bizi başarılı kılan.
Ardından oldukça etkileyici ve bize hayatın anlamını bir kez daha hatırlatan ABD’deki Carnegie Mellon Üniversitesi’nin Öğretim Üyelerinden Profesör Randy Pausch’un ‘Son Dersi‘nden bir bölümün videosunu paylaştı bizlerle. Prof. Pausch ölümcül bir kanser hastasıydı ve 2 ay kadar kısa bir süre sonra öleceğini bilmesine rağmen hayattan vazgeçmemişti. Çünkü hastalığının berbat bir durum olduğunun ve bu duruma ağlayıp sızlamanın ona hiç bir şey kazandırmayacağının farkındaydı. Durumuna isyan etmek yerine her bir anının tadını çıkarmaktaydı.
Hatta bunu fiziksel olarak ne kadar güçlü olduğunu tüm dinleyenlere göstererek adeta bir şov haline dönüştürmüştür. Ve gündeminde olan ‘ölüm‘ hakkında konuşmak yerine ‘hayat ve nasıl yaşanması gerektiği’ ile hayatımızı anlamlı kılan ‘hayallerimiz‘i tercih etmekteydi. Özellikle hayallerimizdeki ‘çocuk ruhunu‘ hiçbir zaman kaybetmememiz gerektiğinin önemini vurgulamaktaydı. Hayal ettiğimiz her şeyin gerçekleşemeyeceğinin farkında olarak bu noktada bile istediklerimizi elde edemediğimiz zamanda kazancımız olarak ‘tecrübe‘ edindiğimizi dile getirmekteydi. Ya da hayatımızı zorlaştıran, bizi bir şeyler yapmak için zorlayan kişiler karşısında bizi sevmediğini hatta ve hatta eziyet etmek istediğini düşünmek yerine bizi aslında ne kadar da ‘önemsediklerini‘ bizim bir yerlere gelmemiz için bizimle birlikte mücadele ettiklerini anlamamızı istemektedir.
Eğer bir işi kötü yaptığımızda etrafımızda bizi uyaran kimse yoksa kimse bizi önemsemiyor, umudunu kaybetmiştir demektir. Bazen büyülü, inanılmaz şeyler de yapmak isteriz ki bunun için mücadele edip kocaman ‘hayır‘lar da alabiliriz. Ama bunlardan da ilham alıp asla ve asla pes etmemeliyiz. İnandığımız yolda hedeflerimize adım adım ilerlemek için ‘hayır‘lardan da fayda sağlayabiliriz. Belki de bu engeller bizi pes ettirmek için değil de hayallerimize sıkı sıkıya bağlanmamız hayallerimizi ne kadar istediğimizin farkına vardırmak için varlardır. Hangi yaşta olursak olalım yarın öleceğimizi bilsek bile hayatımızdan keyif almayı bilmek, eğlenmeyi başarabilmek bizi her daim hayallerimizin peşinden gitmemizi sağlayan heyecanımızdır.
Ama bu heyecanımız, başarılarımız egomuz olup bizi hiçbir zaman yönetmemelidir. Hayallerimizin peşinden gitmek, onu başarmak ve alçakgönüllülüğümüzü asla kaybetmemektir asıl olan. İşte en büyük erdem budur. Yaşamın anlamı, kendimizi çıkmazda hissettiğimiz zamanlarda bizden kötü durumda olanları da düşünerek sızlanmamızın ne kadar şımarıkça bir davranış olduğunun farkına varmaktır. Eşyalar ve insanlar arasındaki farkı anlayabilmek ve bunu özümseyebilmek de bizi yaratıcı ve daha hayatın içinde, hayatın parçası haline getirir. Aksi halde eşyalarımızın esiri haline gelmemiz maalesef kaçınılmazdır.
Hayatta hangi rolü üstleneceğimizi seçmemiz gerekir. Prof. Pausch bunu çok güzel bir örnekle dile getirmeyi başarıyor: ‘Tigger‘ ya da ‘Eeyore‘. Tigger enerjik, iyimser, meraklı, coşkulu ve eğlenmeyi bilen ve eğlenmenin önemini kesinlikle küçümsemeyen bir karakterdir. Eeyore ise cesareti olmayan, gölgesinden bile korkan, sürekli sızlanan ve seçim yapamadığı için mutlu olmanın ne demek olduğunu bilmeyen bir karakterdir. Seçim sizin? Aslında sorunun içinde cevabı saklı; önemli olan sevabıyla günahıyla kendi seçtiğimiz hayatı yaşamak gerek başarı gerek tecrübe edinmek sadece seyretmemek korkusuzca yaşamak ve yaşamın parçası olmaktır.
Yaptığımız hatalardan ders çıkarmak, gerekirse özür dilemek, hatayı kabul etmek ve de en önemlisi nasıl düzeltebileceğimizin yollarını aramak çözümün, samimiyetimizin göstergesidir. Kötü olan kişileri eleştirmek hayatımızdan dışlamak ise çözümsüzlüğün göstergesidir. Hiç kimse ne tümüyle ‘melek‘ ne de tümüyle ‘şeytan‘dır. Hayatımızda istemediğimiz kişilere karşı da sabırlı olmalıyız, bu onların iyiye giden mücadelesini hızlandırmaz ama bir ışık yakıp vazgeçmeden devam etmelerini sağlayabilir.
Tüm enerjimizi, zamanımızı şikayet ederek ya da yaşamımızın her anının tadını çıkararak geçirebiliriz. Sanırım bu ‘Son Ders‘ten çıkaracağımız en önemli sonuç hayallerimizi nasıl gerçekleştirdiğimiz değil hayatımızı nasıl yaşadığımızdır. Hayatımızı doğru yönde sürdürürsek, ister karma diyin ister Tanrı gerisini o halleder ve hayallerimiz bizi kesinlikle bulur. Daha detaylı bilgi için Prof. Pausch’un dersini dinleyebilir ya da ‘Son Konuşma‘ adlı kitabını okuyabilirsiniz.
Sevgili Alper Kul bizlere ‘Beş Kanatlı Yel Değirmeni’ ile hayatımızdaki dengelerimizden ve tek bir kanadın eksik olmasının bile o dengesi sekteye uğrattığının öneminden bahsetti. ‘Beş Kanatlı Yel Değirmeni’ sanat, entelektüel, sosyal, kariyer ve tabi ki olmazsa olmazlarımızdan biri olan spordan oluşmaktadır. Başarılı bir kariyer istiyorsak çıktığımız yolculukta diğer insani ve soysal özelliklerimizi asla unutmamamız gerekir. Sanat kariyerimizdeki yaratıcılığımızı ortaya çıkaran ve tamamlayan en önemli unsurlardan biridir.
Tabii ki herkesin profesyonel olarak sanat ile ilgilenmesi ya da yatkın olması beklenemez ama ben tiyatrodan nefret ederim, sinema da neymiş zaman kaybı, müzik iğrenç diyen bir insan da düşünülemez. Entelektüel yanımız ise bizi ileriye götürür ve fark yaratmamızı sağlar. Sosyal hayat bizi insan yapan, kişiliğimizi besleyen ve geliştiren yaşama sebebimizdir. Tek başına bir insan düşünebilir misiniz? Bence, bu insanın doğasına aykırı bir durumdur… Ve spor, gerek kariyerimizin gelişimi gerekse kendi gelişimimiz için kesinlikle zaman ayrılması gereken, insanı motive eden, güçlendiren fiziki ve psikolojik açıdan yenileyen yemek içmek kadar elzem olan yaşamın gerekliliğidir.
Kariyer gelişimimiz ve gerçek bir profesyonel olmak için önem vermemiz gereken bir başka konu da iyi bir yol haritası, pusula belirleyip; daha sonra etkin bir zaman yönetimi ile planlayarak uzmanlaştığımız alanda iyi bir iletişim yönetimi ile bazen de riskler alarak hedefimize ulaşmamızdır. Çıktığımız bu yolda mutlu değilsek, sistemin kölesi olup bunu kabullenmek yerine gerekirse yolumuzu tümüyle değiştirecek adımlar atabilecek cesareti göstermeliyiz. Bunu hissettiğimiz anda yapmalıyız, beklemek geç kalmamıza sebep olabilir. Beklemek cesaretimizi kırabilir, yaratıcılığımızı köreltebilir.
‘İletişim’ zekamızın da üstünde bir kavramdır. Sosyal zekamızın gelişmesi ile bir çok şeyin rayına oturacağını görebilirsiniz. Ne demişler ‘Tatlı dil, yılanı bile deliğinden çıkarır.’ Kesinlikle çok doğru ve evrensel bir söz. Önemli olan ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz ve nasıl anlaşıldığımız değil midir?
Yine seminerde izlediğimiz bir videodan örnek vermek gerekirse; görme engelli bir bireyin yardım istemek için ‘Görmüyorum, lütfen yardım edin!‘ şeklinde yazdığı notun çoğu insan tarafından fark edilmediği ve dönüp bakmadan geçerek yoluna devam ettiği görülmüştür. Daha sonra bir bayan gelip o notu ‘Güzel bir gün ve ben bunu göremiyorum’ şeklinde değiştirdikten sonra yoldan geçen hemen hemen herkesin onu fark edip yardım etmesini sağlamıştır. Buradan da anlaşıldığı gibi kelimelerin gücü gerçekten sihirlidir. Sadece söyleyiş şeklimizi değiştirerek bile dünyayı değiştirmemiz mümkündür.
Son olarak, Alper Kul ‘Gerçek Profesyoneller‘den örnekler vererek konuşmasını bitirdi. Bu değerli profesyonellerin detayına girmeden sadece isimlerini vermek istiyorum.
- Muhtar Kent (Coca-Cola – Efes Pilsen)
- Prof. Onur Güntürkün (Beyin Uzmanı)
- Ahmet Yamaner (Eczacıbaşı Vitra – Seramik Mühendisi)
- Dr. Mehmet Öz
- Rahmi Turan (Tirajların Efendisi)
- Nasuh Mahruki (Akut, Kendi Everest’inize Tırmananın)
- Rıza Kadılar (Bankası, Enerji Sistemleri Uzmanı, Koç)
- Coşkun Aral (Fotoğrafçı, savaş muhabiri, yapımcı)
- Nazan Ölçer (sergi ve müze yönetici – Sabancı Müzesi)
- Ece Şirin (Tasarımcı)
- Yekta Kara (Opera yönetmeni)
Ve o akşamdan arda kalan, bu organizasyonun bir parçası olmanın verdiği gurur, doyuma ulaşmanın mutluluğu, bazı sorgulamalar ve iç çekişler ama hepsinden de öte güzel insanların var olduğunu bilerek umut etmek…