Sıkı sıkıya tuttuğumuz, kaçmasın diye asıldığımız ipler var hayatımızda. Tuttuğumuzu bize bağlasın diye bırakmadığımız ve aslında sadece bizi tuttuğumuz şeye bağlayan, bazen biz çektikçe körleşen düğümleri olan ipler…
Bir şeyin olmasını çok isteriz hani. Tamamen iyi niyetliyizdir. İyilik olsun, güzel ilişkilerimiz olsun, sevelim, sevilelim, ilgilenelim ve ilgi görelim, hatırladığımız kadar hatırlanalım, önemsediğimiz kadar önemsenelim isteriz. Ne kadar insani arzulardır bunlar? Olmaması için hiç bir sebep yoktur. Ama Olmaz…
Bir özel ilişkide, bir akrabalık ilişkisinde ya da bir dostluk ilişkisinde her şey iki kişiliktir. Bir taraf diğer tarafın sevgisini gösterme, ilgilenme, destek olma sorumluluğunu üstlenemez. Yani ‘benim sevgim ve ilgim ikimizi de yeter ‘ edebiyatı uygulamada geçersizdir.
Tüm ilişkilerde kişilere düşen pay yüzde ellidir. Birisi yüzde elli, diğeri yüzde 30 kapasiteyle ilişkinin içinde yer alırsa, toplamda elde edilen yüzde seksenlik kapasite ilişkinin yürümesi için çoğu zaman yeterli olur. Bazen bu oranlar koşullara göre yer değiştirir. Fakat birisi yüzde elli, diğeri yüzde on kapasiteyle ilişkinin içindeyse, elde edilen yüzde altmışlık kapasite, bir tarafın çok yorulmasıyla gün geçtikçe daha da azalacak ve sonuç, isyan duygusuna dayanacaktır.
Birini seviyorsak onun için fedakarlık yapmalı mıyız?
Hoşumuza gitmeyen ve bizi kıran tüm davranışlarına hoşgörü ile yaklaşmak aramızdaki sorunları çözer mi? Yoksa daha çok sorun mu yaratır? Sabır hazinemizi bile bile harcamak bizi daha iyi bir insan mı yapar yoksa daha aptal bir insan mı? Yada öğrenmesi gereken dersi bir türlü öğrenemeyen ve gün geçtikçe sınav sorusu zorlaşan bir hayat öğrencisi mi?
Sevginin bazen kişinin objektiflik silahını elinden aldığına inanırım ben. Çünkü sevgiyle birlikte aynı oranda büyüyen kaybetme korkusu, kişinin savunma mekanizmalarını ve objektif bakış açısını elinden alır. Bir arkadaşımızı hayatımızdan çıkarttıktan sonra geçmişe dönüp, içten içe ‘Ben bunu nasıl fark etmedim?’ diye hayıflandığımız çok olmuştur. Oysa o hep aynıdır. Aynıydı da. Değişen biziz. Gerçekleri görebilmemizdeki sebep, bizim bakış açımızın objektiflik lenslerini takmış olmasıdır.
Ortam gereği ihtiyaç olmadan, bolca verilen anlayış, sevgi ve hoşgörü belirli bir süre sonra karşımızdaki insanın penceresinde sıradanlaşır. Daha kötüsü karşı tarafın egosuna ‘Tabi ki yapacak’ deme rahatlığını verir ve kendi inisiyatifimizle yaptığımız şeyler görevimiz haline gelir. Ondan sonra vay halimize. Eğer bir de onun davranışlarının sizi olumsuz etkilediğini dile getirirseniz, inceden inceden egosunun komutlarına uyarak umursamazlık dozunu arttırır da arttırır.
Aslında çoğu zaman hiç bu kadar detaylı düşünmeyi ve analizi gerektiren bir durum yoktur ortada.
Bitmiştir çoktan ama inceldiği yerden kopamamıştır. Bu yüzden acıtır inceden. Zorladıkça olmaz. Olmadıkça zorlar. Çünkü artık hayatımızdaki o kapı bütünün en yüce hayrına olacak şekilde kapanmıştır. Bize düşen o kapının önünde beklemeyi bırakıp, dokunsak açılmayı bekleyen yeni kapılara yönelmektir.
Sadece ilişkilerde değil, hayata dair tutkuyla istediğimiz iş, para, mevki ne varsa gelmeyecekse gelmeyecektir. Kabullenmek ve hayatın akışına güvenmek en etkili reçetedir zor olsa da. Çoğu zaman da vazgeçince gelir. Ama gelen artık beklenen değildir. Bekleyen çoktan gitmiştir.
Ve bazen gerçekten ipin ucunu bırakmak gerek. Vazgeçmeyi öğrenmek . Özgür bırakmak ve özgürlüğü seçmek. Olmayınca olmuyordur bilmek gerek. Bilmek ve kabullenmek sakince.
Şems’i Tebrizi’nin şu sözünü hatırlamak ve umutlanmak gerek yine yeniden..
‘Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir” diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?’