Nedir Kutsal Eleia?

Zeytin, bütün ağaçların ilkidir!

olive 3

Eski Yunan Dünyasında ‘ Zeytin, bütün ağaçların ilkidir ‘ denmiştir. O dönemin tanrı ve tanrıçaları birer ağaç ile özdeşleştirilmiştir. Ve özdeşleştirilen ağaçların, atfedildikleri tanrı ve tanrıçalar ile benzer özellikler gösterdiğine inanılmıştır.  Zeus’un kızı olan Tanrıça Athena, Zeytin Ağacı ile ilişkilendirilmiştir. Athena; tıpkı zeytin ağacı gibi, barışçıl, bilge, kutsal, adil bir tanrıça olarak bilinmiştir.

Nuh Tufanı efsanesinde; Hz. Nuh’un suların çekilmesini kontrol etmesi için gönderdiği güvercinin, gagasında bir zeytin dalı ile dönmesi; yeniden varoluşun, iyi temellere dayalı bir ortam kuruluşunun, barışın, inancın sembolü olarak, zeytin dalı kullanımını doğurmuştur. O günlerden bugünlere barış dendiğinde hep ‘zeytin dalı’ gelmiştir akıllara…


Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, Yaşamak yani ağır bastığından… –Nazım Hikmet

İşte varoluşu bu kadar eskidir zeytin ağacının.

Yetiştirmesi kolaydır. Ancak; yetişme süresi uzundur. Yetişme süresinin uzunluğu ve yıllardan beri süregelen bilgeliği ile paralel, meyve vermeye başladıktan sonra; onu işleyen ellere tüm cömertliği ile bolluğunu ve bereketini vermektedir zeytin ağacı…

Her dönem barışın sembolü olmuştur.

Birçok inanışta efsanelere konu edilmiştir.

Birçok kutsal sayılan kitapta şifasından bahsedilmiştir.

Yıllar boyu değerli bilinmiş ve ilk doğduğu zamanlarda; saflıkla onu kutsal sayan insanlar tarafından, hak ettiği değeri almıştır bu insanlık kadar eski ağaç…

Peki, bize barışı hatırlatan ve sonsuz hazinesini bizlere sunan bu mucizeye, günümüz insanı olarak biz nasıl yaklaşıyoruz?

Yeni sanayi yerleri kurmak için, dallarına acımadan balta vuruyoruz…

Daha iyi ve konforlu bir ev oluşturmak için, iş makineleriyle canını yakıyoruz…

Daha iyi kazanımlar düşlediğimizden; zeytinin saf düşlerini hırpalıyoruz…

Geleceğin mezarını hazırladığımızdan habersiz; bugün son veriyoruz zeytin ağacının hayata tutunuşuna…

Bize tüm şefkatiyle yaklaşan; iyileştirici, rahatlatıcı ve arındırıcı tüm hünerlerini bizimle paylaşan zeytini; gözyaşlarını görmeden talan ediyoruz…

İnsan olduğumuzu sandığımız bu evrende; bizden başka hiçbir var olmuşa saygı göstermeden; sömürüyoruz, hırpalıyoruz, katlediyoruz… Karşılığında; yeni binalar, yeni sanayi birimleri, yeni yerleşkeler inşa ediyoruz.


Görkemli taş duvarların modernizasyonunda, o anı keyif sanıp; kendi ölümümüzü tasarlıyoruz. Bu duruma yalnızca bakıyoruz, ama görmüyoruz!

olive 2

İnsan; görmek istediği kadar görür ve ancak duymak istediği kadar duyar.

Günümüzde; hiçbir haykırış anlam bulmuyor bazı irinleşmiş yüreklerde ve ‘ bir ağaç uğruna ‘ diyerek başlıyor tüm anlamını yitirmiş cümleler bencil dillerde…

Evet; her şey, evrenin oluşumu kadar yaşlı ve insandan daha insancıl bir ağaç uğruna başlıyor…

Kuşkusuz;

Bir ağaç uğruna; kendini feda etmeye hazır bazı yürekler.

Bir ağaç uğruna; nefesinin son damlasına kadar savaşmaya hazır bazı bedenler.

Ve bir ağaç uğruna; yapabileceklerini gösterdi bazı direnişçiler. Farkındalıkla, umutla ve inançla; bir ağaç uğruna direndiler…

İster zeytin ağacı, ister çam, ister çınar…

Ne olursa olsun; kesinlikle yaşamaya hakkı var…

Belki de bu evrenin gerçek sahibi onlar. Ve biz yalnızca; gücün bizde olduğunu, kabız duygularla kanıtlamaya çalışıyoruz onlara. Nefesimize neden olan ve karşılıksız tüm hünerlerini bizimle paylaşan bu dilsiz varlıklar; belki de bizim insanlığımızın cezasını çok kısa zamanda verecekler.

Ve evrenin intikamını almaya kalkarlarsa eğer, karşısında durmanın hiçbir anlam ifade etmediğini bizlere gösterecekler.

Geç olmadan; katliama ‘Dur!’ demek gerek.

Hala nefesimiz varken, hala enerjimiz varken ve hala inancımız tükenmemişken!..


Doğa katliamına ‘Dur!’ deyip; birlikte varoluşumuzun keyfini süreceğimiz uyanık günlere merhaba…


Sibel İlgör
Yağmurlu bir Nisan gecesinde, umutla doğdu dünyaya... Bilginin asla yeterli olmayacağına inandı hep. Bir adım ötesi mutlaka vardı. Ve o; öteye geçmek için her zaman çabaladı... Gerçeğin ne olduğunu hala arıyor... Edindiği hiçbir gerçek, ona yeterli gelmiyor. Bu noktada; okuyor, yazıyor... Okur yazarlık en baş ilkesi... Ve varoluşunda; okunmadan ve üzerine düşünülmeden yazılan hiçbir cümlenin, güçlü olmayacağını düşünüyor!