Doğulu muyuz yoksa batılı mı? Doğuya mı aitiz yoksa batıya mı? Hangisine ait olmalıyız? Bu iki dünyanın arasında hangi noktadayız? Bunlar Tanzimat’tan bu yana toplum olarak bir türlü cevap veremediğimiz sorular.
“Ortaçağ İslam Medeniyeti insanlığın en kritik dönüm noktasında gelişmiş ilk Rönesans’tır. İslam Medeniyeti Eski Yunandan aldığı ilhamla matematikte, astronomide, tıpta ve felsefede çok büyük mesafeler kat etmiştir.”
Doğulu muyuz yoksa batılı mı? Doğuya mı aitiz yoksa batıya mı? Hangisine ait olmalıyız? Bu iki dünyanın arasında hangi noktadayız? Bunlar Tanzimat’tan bu yana toplum olarak bir türlü cevap veremediğimiz sorular.
Doğu ve Batı tabirleri çeşitli anlamlar ifade etmekle beraber çoğunlukla doğu ile Müslüman Kültürü, batı ile Hristiyan Kültürü kastedilir. Zihinlerimizde doğu geleneksel olanla batı modern olanla özdeşleştirilmiştir. Bu özdeşleşme çok köklü bir biçimde yerleşmiştir belleklerimizde. Modern Doğu ve Gelenekçi Batı şeklinde iki tanımlama yapsak aklımız bunları konumlandırmakta zorlanır, kulaklarımız ise yadırgar. Doğu ve Batı iki zıt kutup olarak sunulur bizlere. Doğu Batı-olmayan, Batı ise Doğu-olmayan ne varsa bünyesinde toplamış gibidir. Doğu geri olan, geride olandır; Batı ise ileri olan, ileride olandır. Bu anlamda doğu kurtulmamız gereken köhne bir dünya, batı ulaşmamız gereken ideal, modern dünyadır. Batı sahip olamadığımız her şeydir adeta.
Neden böyle düşünürüz? Çünkü ilkokuldan itibaren beynimiz Rönesans, Reform, Aydınlanma, Bilimsel Devrim, Sanayi Devrimi gibi kalıplaşmış bilgi yığınlarıyla dolmuştur. Küçük yaştan itibaren bu bilgiler ışığında yetişen nesillerin dünya algısı ikiye bölünür. Bir doğu var ki hiç iç açıcı bir durumu yok. Bir de batı var ki tüm dünya ona hayran, o da kendine hayran. Bu dünya algısı bizde hastalıklı bir bakış açısı filizlendirir. Bu hastalık aşağılık kompleksidir, kendine güvensizliktir ve körü körüne ötekine hayranlıktır.
Peki, bizdeki bu algının temeli hakikatleri mi dayanır yoksa eksik ve çarpıtılmış tarih bilgisine mi? Bu algı eksik ve çarpıtılmış tarih bilgimizin yanı sıra okumamaktan, araştırmamaktan ve cehaletten ileri gelir. Dünya medeniyeti, bilimi ve teknolojisi sadece batıdan ibaret değildir. Ortaçağ İslam Medeniyeti insanlığın en kritik dönüm noktasında gelişmiş ilk Rönesans’tır. İslam Medeniyeti Eski Yunandan aldığı ilhamla matematikte, astronomide, tıpta ve felsefede çok büyük mesafeler kat etmiştir. Yunanlılardan kalan ve Roma tarafından ihmal edilen bilgi mirası Müslümanların elinde işlenerek çok ileri noktalara taşınmıştır. İbni Sina gibi Farabi gibi bilim adalarının kitapları yüzyıllarca Avrupa’da temel başvuru kaynağı olarak okutulmuştur. Endülüs Emevileri Avrupa’da tarımdan özgür ve bilimsel düşünceye kadar çok geniş bir yelpazede ilklere imza atmıştır. Mesela Osmanlılar çiçek aşısını bulmuştur. Bir İngiliz elçisinin memleketine gönderdiği mektup sayesinde Avrupa bu aşıdan haberdar olmuştur. Ancak birçok mutaassıp papazın itirazları dolayısıyla Avrupa’da yaygınlaşması zaman almıştır. Bir başka örnek Kanuni döneminde ilk akıl hastanesi yapılmıştır. Oysa aynı dönemin Avrupa’sında çıldıran insanlar içine şeytan girmiş diye ateşe atılıp diri diri yakılmıştır.
Bu örnekler artırılabilir. Fakat burada maksat iki tarafın birbirine üstünlüğünü tartışmak değil. Mühim olan Hristiyan Batı ile Müslüman Doğu’yu iki zıt dünya olmaktan ziyade birbirlerini tamamlayan iki farklı dünya ve yaşam biçimi olarak görebilmektir. Elbette batı çok önemli işler yapmıştır. Bu bir gerçek. Bilim, demokrasi, insan hakları ve aydınlanma gibi birçok gelişme batıda on yedinci yüzyıldan sonra çok hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Günümüzde de devam etmekte olan bir süreçtir bu.
Peyami Safa Avrupa düşüncesinin üç büyük disiplinden doğduğunu söyler; Yunan, Roma ve Hristiyanlık. Türk-İslam medeniyetini oluşturan disiplinler ise çok daha zengindir. Çünkü içinde İslam’la birlikte Selçuklu ve Osmanlı vardır. Ayrıca bu bileşimde Orta Asya Türk Kültürü, Sümer ve Hitit Kültürü, Arap ve Acem Kültürü de vardır. Hatta Aristo, Platon ve Bizans vardır.
Madem doğu da en az batı kadar zengindir ve doğu batıdan geri değildir. Öyleyse günümüzde neden Hristiyan ülkeler, Müslüman ülkelerden birçok bakımdan daha iyi ve gelişmiş durumdadır? Bu sorunun aklımıza gelmesi gayet doğaldır. Aradaki fark apayrı bir yazının konusudur ve bunun siyasi, iktisadi ve felsefi birçok sebepleri vardır.
Benim anlatmaya çalıştığım bu iki dünyanın birbirine zıt ve düşman olmaması gerektiğidir. Doğu olmadan Batı, Batı olmadan Doğu tam ve doğru bir şekilde anlaşılamaz. Doğululuk ve batılılık kavramları sadece dini çağrışımlara dayanmaz. Bu aynı zamanda bir düşünce ve kültür meselesidir.
Bizler, Türk toplumu olarak doğulu ya da batılı olmaya karar vermek zorunda değiliz. Zira birçok açıdan hem doğuluyuz hem batılıyız. Bu iki kültür arasında hassas bir çizgideyiz. Önemli olan şudur; uzun yıllar sonucu aydınlarımız tarafından inşa edilen yanlış dünya algımızı düzeltmek ve taklitçi zihniyetten, özentiden ve biz yapamayız kompleksinden kurtulmak.
Kaynakça:
1. Avrupa’nın 50 Büyük Yalanı, Mustafa Armağan, Timaş 2009
2. Türk İnkılabına Bakışlar, Peyami Safa, Ötüken 1999
İlgili yazılar
Kabil’in Coğrafyası: Ortadoğu O Yer