Eşyaya bir benlik duygusu verdiğimizle o kimliğimizin bir parçası haline gelir. Sonrasında da kendimizi nesnelerle tanımlamaya başlarız. Şüphesiz bu mümkün olamayacağı için de; benim evim, benim arabam, benim giysilerim gibi kavramlarla nesnelerin içinde kayboluruz. Bu durum egonun kaçınılmaz oyunudur.
Bildiğiniz gibi kavramlar dünyasında yaşıyoruz. Kavramlar soyuttur ve gerçek dünyada madde olarak ifade bulmazlar ancak nesnelerin yada olayların ortak özelliklerini kapsarlar. Zihnimiz kavramlarla doludur çünkü nesnelerin yaşamımızda anlamları vardır. Kişi kimliğini bir eşyaya bağlamak gibi bir bilinçaltı yapısına sahiptir. Zihin yapısının ifadesi olan ego kendini kimlikle var eder. Kimliği tanımlamanın da en basit yollarından biri eşya ile eşleştirmektir.. Eşyaya bir benlik duygusu verdiğimizle o kimliğimizin bir parçası haline gelir. Sonrasında da kendimizi nesnelerle tanımlamaya başlarız. Şüphesiz bu mümkün olamıyacağı için de; benim evim, benim arabam, benim giysilerim gibi kavramlarla nesnelerin içinde kayboluruz. Bu durum egonun kaçınılmaz oyunudur.
Kendimizi nesnelerle tanımlamak
Reklam sektörünün profosyonellerinin temel işleri insanların gerçek ihtiyacı olmayan şeyleri satmak için nesnelerin alıcılarının bakış açılarında fark yaratmayı sağlamaktır. Yaklaşım noktaları insanların benlik duygularına bir şey katacağını vurgulalamaktır. Bunu yaparken ürünü satın alacak kişilere “O ürünün kendilerini başkalarından ayrılacaklarına, ortalamanın üzerine çıkaracaklarına ” inandırırlar. Örnek olarak da ya zihnimizdeki ünlü, çekici, genç, mutlu görünen bir kişi ile bağlantıyı kurdururlar ya da ölmüş ünlülerin kariyerlerinin zirvesindeyken çekilmiş fotoğraflarıyla özendirirler. Aslen olmakta olan o ürünü satın alarak sihirli bir mülkiyet hakkıyla onlar gibi olduğumuzu hissederek onların yüzeysel imgesi haline geliriz. Doğal olarak o ürünü almakla aslında doğal bir kimlik güçlendirici almış oluruz.
Tasarımcı etiketleri ile aldığımız kollektif kimliklerdir
Markalar özel kişilik imajları yaratır. Bu nedenle pahalıdır ve satın alındığında satın alan kişinin de kendisini önemli ve değerli hissetmesine neden olur. Dolayısıyla markaların insan üzerinde etki yaratan psikolojik değerleri vardır. İnsan herkes tarafından satın alınamamasını sağlayan maddi değeri sayesinde “ancak özel kişilere ait ” düşüncesinin illizyonuna kapılır. Bu illizyon kalktığında da aslında ödenen paranın belki de onda biri kadar bir maddesel değeri kalır.
Kendimizle ilişkilendirdiğimiz ve tanımladığımız nesneler yaşa, cinsiyete, gelir seviyesine, modaya, sosyal duruma göre kişiden kişiye değişir. Bu tanımlamalar bilinçsizce yapılıyorsa kendi kimliklerini nesneler aracılığıyla bulmalarıyla sonuçlanır ki bu da egonun tatmin duygusundan öteye geçmez. Böylece daha fazlasını almak isteği ile satın almaya devam eder, sürekli tüketiriz.
“Kendimiz olamadığımızda ve yaşamı hissedemediğimizde kendimizi nesnelerle doldurmaya çalışırız”
Yüzeysel kimliklerimizin kendini ifade ettiği bu boyut dünyasında elbetteki nesnelerin önemi vardır, gereklidir, yaşamımızda olmazsa olmazlarımızdır. Nesne diye ifade ettiğimiz her şey öz nitelikleri açısından değer verdiğimiz şeylerdir. Bazı kişiler tanırız ki onların hayatları nesnelerde özdeşleşmiş, hatta takıntı halini almıştır Nesne arayışı, sahiplenme isteği içinde bulunduğumuz çağımızın en önemli hastalıklarından biridir.
Oysaki fark etmemiz gereken “benim” kelimesiyle tanımladıklarımızı gözlemlememiz ve kendimizle ilişkisini anlayıp idrak etmektir. Özellikle üstünlük ya da önem duygusunu artıran nesneler bizlerin özdeğer duygumuzu kaybetmemize neden olmaktadır. Sahip olduklarımızı kendi öz değerimizi güçlendirmek adına araç olarak kullanıyorsak zihnin tuzaklarına düşmüş oluruz. Böylece benlik duygumuz zayıflar ve kendimiz olabilmemiz mümkün olamamaktadır. Benlik duygusunun ortaya çıkamamasından dolayı kendi öz varlığımızla buluşamayınca ve eğer farkındalığımız da yoksa ve başkalarının bizden daha çok şeye sahip olmasından veya sahip olduğumuz bir şeyi kaybettiğimizde kendimize öfkeleniyorsak benlik duygumuz zayıflamış demektir.
Nesnelerden özgürleşmek mülkiyet illizyonundan kurtulmakla mümkündür
Bir şeye “sahip olmak” bir şeyi “benim “kılmakla eş anlamlıdır. Yaşam boyunca güçlü bir benlik duygusuna sahip olmak isteği ile aslında tüm yaşamımız boyunca yanı başımızda durmakta olan gerçek benliklerimizle buluşamadığımızda gerçek benliğimiz kendimizi nesnelerle tanımladığımızda büyük ölçüde gizlenir ve ona bir türlü ulaşamayız.
Kimi zaman uykuda olan bilinçlerimiz henüz yaşamımızı sürdürürken uyanabilirse her şeyin kavramsal illizyondan ibaret olduğunu algıladığımızda ve yaşamımızı dönüştürüp değiştirebiliyorsak özgürleşmişiz demektir.
Kimi zamanda yaşamımızın sonlandığı anlarda sahip olduğumuz her şeyin avuçlarımızdan kayıp gittiğini görüp kabul ettiğimizde her şeyin bir kurgu olduğu gerçeğine uyanırız.
Nesneden özgürleşmek için yaşamımızın sonlanmasını beklemeyelim. Farkedelim, fark ettirelim.