Görevi Biten Savcı

Bu renkli arkadaş, peşine takıldığı imamın piyonu olduğunu içine sindirdi de laik cumhuriyetin savcısı olmayı bir türlü sindiremedi. O derece sindiremedi ki kendi ordusuna kumpas kuran ama kurduğu kumpasın altında kalan bir figüran olmayı bile göze aldı.

savcı zekeriya öz ergenekon

Seversiniz veya sevmezsiniz, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en dürüst maliye bakanlarından biri olan Zekeriya Temizel’i bulmak için Google’a “Zekeriya” yazıyorsun, tanımıyor; illaki Temizel’in “T”sini de yazman lazım anca o zaman tanıyor. Ama “Zeke” yaz, Zekeriya Öz çıkıyor. Temizeller savcısı. Breh, breh, breh… Zekeriyaköy’den bile üstte. O derece meşhur yani.

Bu renkli arkadaş, peşine takıldığı imamın piyonu olduğunu içine sindirdi de laik cumhuriyetin savcısı olmayı bir türlü sindiremedi. O derece sindiremedi ki kendi ordusuna kumpas kuran ama kurduğu kumpasın altında kalan bir figüran olmayı bile göze aldı.


Bu figüran, elinde tespihle Genelkurmay Başkanı’nı sorgulayacak kadar adab-ı muaşeretten de bihaberdi, müteahhitlerin ayarladığı bedava tatillere tamah etmenin bir bedeli olacağından da.

Öyle bir figürandı ki bu zat, dağlarda terörist kovalayan insanları, terör örgütü üyesi yapmayı da umursamadı, örgütün kasası dediği bir kanser hastasının son nefesini hapishanede verişini de.


Bu süreçte yaşananlarla ilgili size bir çırpıda binlerce örnek verebilirim. Ama derdim bunları dile getirmek değil, neler yaşandığını merak edenler “Medya ve Kumpas” yazımı okuyabilirler. Benim asıl anlatacağım, aynı kurumun içinde yer alan birçok arkadaşını bir kumpasa kurban veren insan olarak, tutuklanacağını bile bile dış görevlerden dönüp savcılara ifade veren ordu mensupları ile tutuklanacağını anlayınca tanınmamak için bir hırsız gibi kasketini yüzüne indirip gizlice sıvışan savcıların arasındaki farkı gözlerinizin önüne sermek.

Bu neyi gösterir biliyor musunuz? Zaten birer hapishaneden farksız denizaltılarda, ailelerinden uzak aylarca seyahat eden insanlarla o cezaevlerinde bir gün bile geçirmeyi göze alamayan çikoların dayanma güçleri arasındaki farkı.


Bu hikaye, kendisini oynanan oyunun başrol oyuncusu zanneden bir figüranın, gerçekte işi bitince kullanılıp atılan bir kağıt mendil olduğunu fark etmesinin öyküsüdür. Allah’ın sopası yok zannedersin ama işte sopa budur. Yani, keser döner sap döner, kurtuldum zannedersin sap girer.


 

Taner Erim
1966 yılında İstanbul'da doğan yazar, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden mezun olmuştur. Hava Kuvvetlerinin çeşitli birimlerinde hekim olarak görev yaptıktan sonra 2010 yılında emekli olmuştur. Halen özel sektörde kulak burun boğaz uzmanı ve bir yüksek öğretim kurumunda öğretim görevlisi olarak çalışmakta olan yazarın ilgi alanları siyasi tarih, sinema ve motosiklettir.