Cehenneme Övgü: Aykırı bir adamın totalitarizme başkaldırısı

Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü kitabı son zamanlarda okurken hayatın bütün yavanlıklarından kurtulduğum, bazı bölümlerini tekrar döne döne okuduğum bir kitap oldu.

gündüz vassaf cehenneme övgü kitabı

Hak Teala Kuran’da ‘İnsan, kendi başına ve sorumsuz bırakılacağını mı sanıyor?’ diyerek bize sorumluluklarımız olduğunu, kontrol altında olduğumuzu hatırlatıyor. Sorumluluklar yüklenmişiz. Sorumluluk demek rahatsızlık demek, umur demek, yük demek, düşünmek demek… Düşünme eylemi için Mehmet Kaplan Hocamız, ‘insanın kendi içine düşmesi’ derdi… Düşünmek insanı rahatsız eder. En insani eylemlerden biridir düşünmek. İnsan rahatsız olması gereken bir varlık o zaman. Rahatsızlık insana bir şeyler yapması gerektiğini hatırlatır. Bu, belki de, daha çok üretime yatkın insanlar için geçerli olan bir şeydir. Ziya Paşa’nın dediği gibi ‘her âkile bir derd bu âlemde mukarrer rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan.’

Cehenneme Övgü bir başucu kitabı

Aklını kullananlara rahat yok hiçbir zaman yeryüzünde. Hiç olmadı… Sanırım hiç bir zaman da olmayacak. Çünkü rahatlık bir çeşit kabullenme hali. Okuyan, fikir yürüten insan her şeyi nasıl kabullenebilir ki? Mümkün müdür bu?


Ya da insanoğlu her şeyi kabullenebilseydi ilk günden bu yana hangi ürünler olurdu. Bugün için entelektüellik adına, üretim adına, tüm kazanımlar adına? ‘Yan geldi Asaf Efendiler’, bize ne verebilir, ne üretebilir onlar dünyada rahatına bakmak varken. Nazım boşuna dememiş: ‘Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak; nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…’ Yananların aydınlığı ışıtıyor bizi…

Bütün bunları düşündürdü bana Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü kitabı. Son zamanlarda okurken hayatın bütün yavanlıklarından kurtulduğum, bazı bölümlerini tekrar döne döne okuduğum bir kitap oldu Cehenneme Övgü. Gündüz Vassaf’ın Radikal’deki Pazar yazılarının da tiryakisi oldum. Çok hayıflandım daha önce tanımadığıma, okuyamadığıma… Benim için çok geç kalınmış bir keşif. İnternet üzerinden yaptığım araştırmalarda kitap üzerine epeyce okuyucu görüşüne rastladım. Kimileri kitabı şimdiden başucu kitabı yapmış bile…

Kitap, ‘Ben’le başlıyor. İki sayfalık bir önsöz bu. Bildiğimiz önsözlerden farklı ama. Çarpıcı bir şiir okuyormuş gibi hissettim kendimi. Bazı bölümlerini paylaşmak isterim sizinle: 

‘Ufaktım. Yaşadığım bir şeye yetişkinlerin inanmadığını, annemin de yanılabileceğini fark edince çok şaşırdım. Kendimi tutamayıp uzun süre güldüğümü hatırlıyorum… Yatılı okula gittikten birkaç ay sonra kedimin öldüğünü öğrenince anladım yalnızlıktan, sevgisizlikten ölünebileceğini… Stajyer olarak çalıştığım psikiyatri servisinde yatan oğlunun ceplerini gizlice karıştırırken bulduğu haşhaşı servis şefine titreyen ellerle teslim eden anne, akşam aynı profesörün kendi evinde bize aynı haşhaşı ikram ettiğini görmedi tabiî, ama ben artık meslektaş olmuştum… Son yıllarda pek bir şeye karışmıyorum. Ama olanla da yetinemediğimden, ara sıra yazmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Bana da sormuş olsalardı, ‘Kapatılan Eskişehir Cezaevi ne olsun ?’ diye, ‘İçi boydan boya aynalarla donatılmış bir müze olsun,’ derdim.’ 

1946 ABD doğumlu Vassaf, Uluslar Arası Psikoloji Konseyi Üyesi iyi bir psikolog. Robert Kolej mezunu. Üniversiteyi ABD’de okumuş. Hacettepe Üniversitesi’nde doktorasını tamamlamış. En son Boğaziçi Üniversitesi’nde ders verirken 12 Eylül darbesinden sonra yeni düzene ayak uyduramadığı için bu görevinden istifa etmiş. ‘Öğrencilerimi’ özlüyorum diyor ‘Ben’de.

Benim okuduğum nüsha İletişim Yayınları’ndan çıkmış 10.yıl özel baskısı. İstanbul, 2009 tarihli. Vassaf kitabı İngilizce yazmış. Orijinal adı ‘Prisoners of Ourselves: Totalitarianism in Every Day Life. Kitabı dilimize kazandıranlar Zehra Gençosman ve Ömer Marda. Kitap yine biz insanların marifeti olan ‘totalitarizm’in hayatımızı nasıl kuşattığı bizi ve hayatımızı nasıl bir cendereye soktuğunu çarpıcı bir şekilde gözümüzün içine sokuyor. Rahatsızlık da bu noktada başlıyor zaten. Yazar, hemen hepimizin usuletle ve suhuletle kabullendiğimiz kavramları sorguluyor, kimilerine göre ‘şeytanın avukatı’ oluyor; ancak doğruları söylüyor. Doğrular canımızı acıtıyor, kırıyor, asabileştiriyor bizi… Ama ne yaparsak yapalım, kızalım, takdir edelim, kuduralım istersek öfkeden, kayıtsız duramayız Vassaf’ın bu benzersiz denemelerindeki tespit ve tahlillerine karşı…

gündüz vassaf cehenneme övgü kitabı Kitapta 20 deneme var. Geceye Övgü ile başlayıp ‘Sarhoş Olun’la bitiyor. Yazar bu denemelerde özgürlük, dünyadaki cehennem, söz, sözcükler, delilik, kolektif delilik, psikiyatri ve esas işlevi, çağdaş mimari ve evlerimiz, kahramanlık ve totaliterlik, enformanyaklık, cinsiyet, seçme özgürlüğü, hainlik, ölümü unutmak, sanat, anlaşma-anlaşmazlık, aşk gibi birçok konuyu ele alıyor. Bütün bu konularda çoğu kez bakış açımızın herkesle aynı olmasından bizim bir farkındalık oluşturmamız mümkün olmamaktadır. Yazar bu noktada bu kavramlara karşı herkesten farklı, hatta ters bir bakış açısıyla bakıyor.

Yazımı kitaptan yaptığım alıntılarla sonlandırırken, dünyaya farklı bir yerden bakmayı denemek isteyenlere Gündüz Vassaf’ı okumalarını tavsiye ediyorum:

Gece, düzen güçleri uykudadır… Gün boyunca istediğimiz gibi tuvalete gitme özgürlüğüne bile sahip değiliz çünkü gündüzler bize ait değil… Yaşam, gecenin konusudur. 

İnsan imgeleminde cennet, hiçbir zaman çok ilginç bir yer olmadı… Hayal gücümüzü harekete geçirmedi, geçiremez de… Cennete giriş başkalarının yargılarına bağlıdır. Cennetle olan ilişkimiz, yargılayanların ve yönetenlerin dayattığı bir hiyerarşiye tabidir. 


Cehennem, sadece yargılayanlar ve yargılanmayı kabul edenler için kötüdür. Cennetin ve onu meşrulaştıranların tersine, cehennem, özgür ruhun meskenidir. 

Birbirimizi anlayamayacağız korkusuyla sözcükleri gereğinden çok fazla kullanıyoruz. Konuşmamanın, iletişim kurmayı anlamına çekilmesinden, kabalık olarak görülmesinden korkuyoruz… Ozanlar, sessizliğin seslerine kulak verirler. 

Yirminci yüzyılda, çılgınlığın bile standartlaştırıldığına tanık olduk… Delilik, devlet otoritesi altına girdiği oranda özgürlüğünü yitirmiştir… Psikiyatrist, bugünün totaliter toplumunda, en yüce kolluk kuvvetidir. 

Günümüzün yaşama mekânları, sakinlerinin bireysel ve kültürel farklılıklarını yansıtmıyor artık. Bu totaliter yaşama mekânları aracılığıyla, insanın kişiliğini çevresine yansıtmasına yönelik tüm yaratıcılığı köreltilmiş yok edilmiştir. 

Totaliter bir toplum, kahramansız olamaz. Özgür bir toplum ise kahramanlarla var olamaz. 

Günü abartarak, günlük olaylarla örülü hapishaneler inşa ediyoruz kendimize. 

Taraf seçmekle, içine hevesle kendimizi hapsettiğimiz gettolar kurmuş oluruz… Her seçtiğimiz tarafla, öteki

Seçeneklere kapımızı kapatıyoruz… 

Özgür yaşamak, bilinmeyene yolculuk yapmak demektir. 

Bütün büyük devrimler, azınlıkların devrimleridir. Hepsi de azınlığın eylemiyle mümkün olabilmiş ve gerçekleştirilmiştir… 

Ölümü unutmakla, kendi yarattığımız monoton, standartlaştırılmış varoluşun parçası haline geliyoruz… 


Öyle bir noktaya geldik ki, kurumlar, meslekler, dilimiz, hatta ekonomimiz sevgi yoksunluğu üzerine kuruluyor, sevgiye bir sorun gözüyle bakılıyor…

Cehennem Başkalarıdır Peki ya Siz Kimsiniz?

Zihin Hapishanesinde Özgürlük Mücadelesi