Kadim uygarlıklar hakkında bir yazı yazma isteği, her birimizin belki de ana vatanı olan bu ülkeleri tanımanın ötesinde, büyük bir değişim dönemi içinde olan günümüz uygarlığının Mu ve Atlantis gibi batık uygarlıkların yıkım önceki dönemlerine benzer dönemlerden geçiyor olmaları ve özellikle yaşamakta olduğumuz topraklardaki insanların Mu ve Atlantis uygarlığıyla olan köken bağlarının ve psişik yapılarımızın daha fazla anlaşılması temeline dayanıyor. Bu uygarlıklar hakkındaki ilk bilgileri Platon ve Aristo’dan öğreniyoruz.
Mu kıtası hakkında en yaygın bilgiler, İngiliz Albay James Churchward’ın Tibet’te yaptığı araştırmalara dayanır. Bu araştırmalarla ilgili dört adet kitap yayınlanmıştır. Churchward Tibet tapınaklarında bulduğu tabletleri oradaki rahiplere tercüme ettirmiş, elde ettiği bilgiye göre Büyük Okyanusta Asya Kıtası ve Amerika Kıtası arasında Avustralya’nın iki katı büyüklüğünde bir kıtanın bulunduğu ve bu kıtanın yaklaşık 12.000 yıl önce batmış olduğuna dair bilgilere ulaşır.
Küçük de olsa hala bazı bölümlerinin su üstünde olduğu kıtanın doğudan batıya uzunluğu 9500 km’dir. Kıta büyük depremlerle çökerek üzerindeki 60 milyon insanla birlikte kocaman bir su altı mezarlığı haline gelmiştir.
Bugünkü Paskalya, Tahiti, Samoa, Cook, Marshall, Gilbert, Caroline, Mariana, Hawaii ve Marquesa adaları bu kadim kıtaya bekçilik etmektedir. Mu uygarlığının bırakmış olduğu miras, kendinden sonraki tüm uygarlıklar – eski, kaybolmuş ve yeni – tarafından paylaşılmış olan dinsel, mistik sembollerin temelini oluşturmaktadır. Churchward 50 yıl boyunca 20 yi aşkın ülkede kayıp uygarlık Mu hakkında bilgiler aramış, Hitit, Babil, Mısır, Hint, Grek, Güney ve Kuzey Amerika’ da bulunan eski uygarlıklarda belirgin bir sekilde göze çarpan ortak semboller bulmuştur. Mu araştırmacılarına göre, Mu kıtasından her kıtaya göçler yapılmışsa da başlıca göçler Kuzey ve Güney Amerika’ya, Orta-Asya’ya, Mısır ve Anadolu‘ya yapılmıştır. Bilimsel bulguların haricinde pek çok psişik kaynaktan da Mu hakkında bilgiler gelmektedir.
Ezoterik bilgilerimize göre, Doğu ve Batı Uygarlıklarının iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri Atlantis, diğeri de büyük Ana Vatan Mu uygarlığıdır.
Mu uygarlığının en büyük evladı Atlantis’tir. Mu ve Atlantis Uygarlıklarının birbirleriyle senkronizasyonu çok büyüktür. Onlar kendilerinden önceki büyük kozmik uygarlıkların birer merkezi halinde çalıştıkları için birbirlerine paralel olarak gelişmişlerdir ve yine bu paralellikte bir çöküş yaşamışlardır. Bütün insanlığın uygarlık adına yaptığı her şeyin temel bilgisi ve tüm ilkeleri bu iki merkezden yayılmış ve onların öğretileriyle nakledilmiştir. Atlantis’e bu serinin ilerleyen bölümünde değinileceği için burada Atlantis Uygarlığına derinlemesine değinmiyorum.
Mu battığı zamana kadar bütün kutsal törenler ve semboller anlamlarını koruyordu. Battıktan sonraki 5000 – 6000 sene Hindistan ve Mısırdaki bilgi kırıntıları hariç hiçbir tarihi kayıt tutulmadığını bu süreyi insanlığın yeni yapılanmaya ayırdığını söyleyebiliriz.
Mu ve Atlantis’in yok olmasından sonra süren gaz kuşakları ve dağların formasyonu sürecinde yeryüzünün yeni iskan alanları kurmak için kullanıldığını bu süreçte Örneğin Mısır’da orijinal Mu sembollerinin bir çoğunun varlığını sürdürdüğünü ancak Mısır’lılaştıkları görülmektedir. Özellikle tasarımlarda bu geçerlidir ve içinden çıkılamayan bir teoloji de bu sembolleri takip etmektedir. Bir sürü yeni sembol türemesinin yanı sıra bu sembollerin ezoterik ve gizli anlamlarının da anlaşılmamasıyla sonuçlanmıştır. Özellikle yukarı ve aşağı Mısır’ın birleşmesinde her iki bölgenin sembollerinin birbirine karışması ve rahiplerin dahi anlayamayacağı bir semboller karmaşası yaratmıştır.
Mısır tarihindeki bir sonraki dönem Ptolemeler hanedanı zamandır. Bu dönemden itibaren, çok sayıda Grek filozofu Mısır’a gelmeye başlamış ve buradaki tapınaklarda inisiye edilen bu filozoflar aldıkları bilgileri ülkelerine götürmeye başlamışlardır. Bu da Mu ve Atlantis ‘in kutsal sembollerinin Grekleşip yeni isimler alarak yeni bir teolojiyle Grek toplumunda kullanılmaya başladığını görmekteyiz. Bunun sonucu eğlendirici Grek Mitleri ortaya çıkmıştır.
Mu ortadan kalkınca, kol kanat gerdiği tüm uygarlıklar üzerindeki kontrolü de ortadan kalmıştır. Din ve ilimlerde destekledikleri bu ülkelerdeki güçleri ortadan kalkınca, zaman içerisinde özgün din ve ilimler öylesine dejenere olmuştur ki artık eski büyük uygarlıkların öğretileri tarihe karışmıştır. Hayal meyal de olsa Mu ve Atlantis’in bazı yansımalarını bulabileceğimiz öğretiler her yanı sararak bir dinler karmaşası halini almıştır.
Mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetleyebiliriz:
Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.
Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan,üç kara parçasından oluşan büyük bir kıtaydı.
Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.
Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.
Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu’lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.
Yazı devam edecek…