Maraş olaylarını değerlendirirken, unutulmaması gereken tek nokta; dünya genelinde emperyalizmin, enerji kaynakları üzerindeki siyasetini mezhepçilik üzerine kurguladığıdır. Sömürge güçlerinin demokrasi ve özgürlük getirdiği yalanı geçerliliğini yitirdi; tek amaç enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek oldu.
Maraş Kıyımının Penceresinden Bakmak
19 – 26 Aralık 1978 Kahramanmaraş’ta yaşanan ve tarihe “Maraş Katliamı” diye geçen dramatik / korkunç olaylar, salt bir anma ve ağıt günü olmasının dışında analiz edilmelidir. Emperyalizm bugün de görüleceği üzere, Türkiye’den asla elini çekmedi. Sağ veya sol görüşlü, ülkesini gerçekten seven insanları birbirlerine kırdırmadan kendi egemenliğini sağlayamayacağını çok iyi bilmekte ve dünyayı bu anlayışa göre kodlama mücadelesinden asla vaz geçmedi.
Maraş gibi kıyımların penceresinden bakıldığında; Suriye, Irak, Libya, Türkiye gibi seküler ülkelerde ayrılıkçılığın / mezhepçiliğin neden empoze edildiğini göreceğiz. Bu empoze edilen ve insanların hedefine yerleştirilen ülkü; bazen Sünni / Şii mezhepçiliği, bazen sol soslu aşırı milliyetçiliktir. Karanlığın hükmü, ışıklar söndürüldüğünde başlamakta ve herkes birbirini yok etmeye çalışmaktadır. Bu kaosun galibi ise tüm kıyımlar bittiğinde olay yerine gelip, enkazdan kazançlı çıkandır.
1970’li yıllar, Türkiye’de halkın uyanışının ve devrimci dalganın yükselmesinin oligarşi ve emperyalistlerde kaygı yarattığı bir dönemdi. Bu nedenle Malatya, Elazığ, Maraş, Sivas, Çorum gibi Alevi ve Sünni nüfusun karışık bulunduğu illerde faşist katliam girişimlerinin yanı sıra 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı, gazetecilere, aydınlara suikastlar, bir yandan toplumu sindirerek pasifize ederek, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin meşru zeminini hazırlamak üzere gerçekleştirildiği yargısı günümüzde gerçeklik kazandı.
Maraş Katliamından sonra; 1960 İhtilalinde idam edilmekten kurtulan dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, gazetelere “Endonezya milliyetçilerinin yaptığını yapmak gerek. Yoksa bu kış komünizm gelecek” diye gazetelere açıklama yaptı. Endonezya’da 1966’te en az 500 bin insanın katledildiği büyük bir komünist avı yaşandı ve ülke ABD işbirlikçisi yönetimin eline geçti. Bugün Türkiye’de sağın oy deposu denilen kentler “Küçük Moskova” olarak isimlendirilip, o tarihlerde tek tek hedef alınmakta, sol örgütlerden, CHP’ye tüm muhalefet ezilmekteydi. Muhalif kesim bir daha toparlanamasın diye katledilerek, sürgün edilerek, ülke emperyalizmin isteğine göre şekillendiriliyordu.
Sırrı Süreyya Önder dönemi anlatırken, mezhep, siyasi görüşün yanında, dramın ekonomik yanını da anımsatır. Tarım destekleme politikası ile zenginleşen Maraş ve civarındaki Aleviler, Maraş merkeze göçerek “yüzük taşı” misali yerlere talip olmuşlar ve almışlardı. Kent içi ekonomik etkinlik Alevilere geçmiş, Sünni halkın elindeki para da dönemin enflasyonist karakteri gereği süratle pul olmuştu. ABD görevlisi Alexander Peck de katliam öncesi kenti gezerken şu tezi işlemiştir: “Yakında Aleviler size yiyecek ekmek bile vermeyecekler!”
Maraş Dramının Perde Arkası
1968 – 1971 arası Türkiye’nin sağ – sol çatışması diye kodlandığı şiddet olayları ile geçti. 1971 Mart Muhtırası, sağ – sol çatışmasının ordu içinde de olduğunu gösteriyordu. 1973 seçimlerine yeni Genel Başkanı Bülent Ecevit’in liderliğinde giren CHP birinci parti olurken, Süleyman Demirel’in AP’si ikinci; Necmettin Erbakan’ın MSP’si üçüncü parti olarak TBMM’ye girdi. Ancak CHP’nin milletvekili sayısı tek başına hükümet kurmaya yetmediği için, Ocak 1974’te MSP ile koalisyona giderek Başbakan oldu. Ama bu hükümetin ömrü 8 ay oldu. Yerine AP – MSP – MHP – CGP’den oluşan I. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti kuruldu.
Alparslan Türkeş, MSP’ye oy vermiş olan kitlenin en azından bir bölümünün MHP’ye yönelmesini sağlamak için ünlü “Kızılbaş – Kürt – Komünist” söylemini formüle etti. Böylece, artık militanları hareketlendirmek, kitleleri etkilemek için Türkçülükten çok İslamcılık söylemleri kullanılmaya başladı. 1975 yılının Şubat ayında Malatya, Kahramanmaraş, Amasya, Adıyaman, Bingöl, Tokat ve Afyon’da kendine “milliyetçi gençler” diyenler tarafından cana ve mala yönelik saldırılar yaşandı. Haziran ayında Kahramanmaraş’ta Yılmaz Güney’in Zavallılar adlı filmini oynatan sinema patlayıcılı maddelerle saldırıya uğradı.
Ecevit oy oranını artırmakla birlikte o zamanki seçim sistemine göre milletvekili sayısında çoğunluğu kazanamadığı için azınlık hükumeti kurmaya çalıştı, ancak güvenoyu alamadı. Bunun üzerine Süleyman Demirel’in Başbakanlığında II. Milliyetçi Cephe Hükümeti kuruldu. Koalisyon ortağı MHP, seçimlerdeki oy artışının verdiği cesaretle Alevi ve Sünnilerin birlikte yaşadığı, sanayileşmesi gecikmiş Orta ve Doğu Anadolu bölgelerinde Türk – İslam sentezcisi çevrelerin önderliğinde yaratılacak “iç savaş” koşulları gerekçesiyle ordu, MİT ve MHP’nin içinde olduğu bir iktidar bloğu oluşturma çalışmaları başlamıştı ki Ecevit, AP’den ayrılan 11 milletvekiline ek olarak DP ve CGP’nin de desteğini de alarak II. MC Hükümeti’ni düşürdü. 5 Ocak 1978’de 3. Ecevit Hükümeti kurulduğunda ülkedeki “sağ – sol kavgası” yeni bir aşamaya girdi.
Kıyım nasıl başladı?
16 Aralık 1978 tarihinde Kahramanmaraş‘taki Çiçek Sineması‘nda oynayan “Zeynel ile Veysel” adlı aşk filmi, Ülkücü Gençlik Derneği tarafından değiştirilerek “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı film gösterime sokuldu ve belediye anonslarıyla Kırım Türklerinin Sovyetler Birliği‘ne karşı direnişini anlatan bu filmin gösterime girdiği duyuruldu. Filmde “Allahsızlığı Yayma Kürsüsü” başta olmak üzere birçok nefret sahnesi bulunmaktadır. Yere düşen çocukla dalga geçen acımasız Komünistler, ezan okunmasına dayanamayan ve namaz kılan Kırım Türkü anayı dipçikleyerek onu aşağılayan pis Rus askeri, emrindeki askerleri çalıştırarak askeri alana yazlık yapan hayvan “yoldaş”, elbette bu aşağılık Komünistlere hadlerini bildiren “Fatihin Fedaisi Kara Murat” ile filmde komünizm, her sahnede kötülenmektedir.
Sinema şehrin önemli dört caddesinin kesiştiği noktadaydı. Kahramanmaraş’ta en popüler filmler bile günde iki seanstan fazla gösterilmezken, bu film günde dört seans kapalı gişe oynuyordu. Dış mahallelerden, civar köylerden traktörlerle izleyiciler taşınıyordu. 19 Aralık günü, 20.00’deki seans sırasında seyircilerin “Müslüman Türkiye”, “Milliyetçi Türkiye”, “Başbuğ Türkeş”, “Komünistler Moskova’ya” sloganları eşliğinde filmin gösterimi sürerken büyük bir patlama oldu, yedi kişi yaralandı.
Patlamadan sonra bir grup Ülkücü, CHP İl Binası’na ve PTT’ye saldırdı. 20 Aralık’ta Yenimahalle’de Alevilerin gittiği Akın Kıraathanesi’ne bomba atıldı. 21 Aralık’ta iki solcu öğretmen öldürüldü. Öğretmenlerin 22 Aralık’taki cenaze töreninden sonra yürüyüşe geçen binlerce kişilik grup karşılarında “Komünistlerin cenaze namazı kılınmaz”, “Komünistler Ulu Cami’yi yakıyor”, “Neden duruyorsunuz, sizde din iman yok mu? Din elden gidiyor!”, “Alevilere ölüm” diye bağıran Ülkücü grubu bulmuştu. Üç Ülkücünün öldüğü olaylar devam ederken MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş Ankara’da Haber Ajanslarına şöyle diyordu: “Hükümetin düşmesi belki yarın, belki yarından da yakındır.”
Ertesi gün ölen üç Ülkücü’nün cenaze töreni için belediye ve camilerin hoparlörlerinden yapılan çağrılarla binlerce kişi Ulu Cami etrafında toplanmaya başlayınca Valilik sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak, 23 Aralık günü, Ülkücülerin yönlendirdiği kitleler, Yenimahalle ve Sakarya mahalleleri ve şehrin ticaret merkezinde; 24 Aralık günü, Sakarya ve Namık Kemal mahallelerinde, Çokyaşar, Cüceli, Karacasu, Emiruşağı köylerinde daha önceden tespit edilen evlere saldırıya geçtiler. Mahkeme kayıtlarına göre MHP, Katil Ecevit ve üç hilal yazılı olan işyerlerine dokunulmamıştı. Saldırganlar, resmi rakamlara göre çoğu Alevi 111, gayri resmi kaynaklara göre 150 kadar kişiyi korkunç şekilde öldürmüş, yüzlerce kişiyi ağır şekilde yaralamış, çok sayıda kadına tecavüz etmiş, yüzlerce ev ve işyerini tahrip etmişlerdi.
26 Aralık 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Maraş’ın dramı pek iç açıcı betimlenmiyordu: “Kahramanmaraş’tan Gaziantep’e ve Adana yönlerine traktörler, kamyonlar, taksi ve minibüslerle büyük bir insan akımı vardı. Askerler, akımın 24 saatten beri devam ettiğini söylüyorlardı. Kardeşlerini, bacılarını, anne babalarını kaybetme endişesi taşıyan insanların oluşturduğu bir başka akım, çeşitli yönlerden Maraş yönüneydi. Vilayet binasının ikinci katı kadın ve çocukların oluşturduğu büyük bir kalabalıkla doluydu. Kiminin evi yanmıştı, kimi can güvenliği olmadığı için sığınmıştı vilayete. Ve çocuklar ağlıyordu. Üç gündür açtı bu çocuklar. Bu kalabalığın arasına katılan gazeteciler sık sık ağlamaklı sesli insanlardan şu sözleri dinliyorlardı: “Biz de kapımıza MHP’li yazsaydık bunlar başımıza gelmezdi. Suçumuz onlar gibi düşünmemek. Bu bir çatışma değil, tek yanlı bir katliamdır.”
Sonuç
Maraş olaylarını değerlendirirken, unutulmaması gereken tek nokta: dünya genelinde emperyalizmin, enerji kaynakları üzerindeki siyasetini mezhepçilik üzerine kurguladığıdır. Sömürge güçlerinin demokrasi ve özgürlük getirdiği yalanı geçerliliğini yitirdi; tek amaç enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek oldu. Bugün emperyalist güçlerin neoliberal yağma ve yolsuzluk düzenini, iktidarlarını korumak için her türden provokasyona hazır olduğu ve ülkelerinin güvenlik aygıtlarını bu doğrultuda yapılandırdığı apaçık ortada durmaktadır. Bir yandan devletin işler aygıtları bu doğrultuda yapılandırılırken, diğer yandan geniş kitlelerde cihatçı bir eğilime destek anlayışı güçlendirilmeye çalışılmaktadır ki savaşacak bir neden olsun.
Muhalifler, bir yandan neoliberalizmin emeği, doğayı, kentleri yağmalamasına karşı filizlenen halkın hak mücadelelerine önderlik ederek, kitleleri düzen karşıtı bir siyasete yönlendirirken; diğer yandan da gericiliğe, mezhepçiliğe, şovenizme ve savaşa karşı eşitliği, laikliği, özgürlüğü ve barışı savunan bir hattı aşağıdan kurmak göreviyle karşı karşıyadırlar.
İlgili yazılar
Madımak Katliamı: 2 Temmuz 1993
Başbağlar ve Madımak Katliamlarının Aynı Kirli Senaryosu
Ankara’da Kanlı Cumartesi: 10 Ekim 2015