Mario Levi, aşkı en derin kelimelerle, içinden geldiği gibi anlatır. Kahramanlarının yaşadıkları dünyanın içinde, şehrin gizemli köşelerinde ulaşamadığı sevgilinin izini sürer gibi… Mario Levi, şehri, acıyı, aşkı, hüznü, hayatın karmaşasını ustaca dile getiren, Türkiye’yi eserleriyle dünyaya en iyi şekilde tanıtan bir yazar…
“Yere uzanıyor, yıldızlara bakıyoruz. Bu yıldızların birinde çok eski bir hasreti yaşayabiliriz diyorum. Biz yüzyıllardır orada, o hikayedeydik diyorsun. Bir yudum daha alıyorum içkimden. Alkolün damarlarımda dolaşmasından, bedenimi kaçınılmaz bir biçimde uyuşturmasından mı bu hayale yolculuğum, seninle bu yıllanmış hikayeyi bir kez daha düşünebiliyor olmamdan mı bilemiyorum. Ama dalgalar o hikayede, o eski romanlarda da böylesine etkileyiciydi sanırım. Uzun çok uzun bir geceye hazırlanabileceğimizi düşünüyorum. Öyle olunca da, güneşin doğuşunu biraz da bu yüzden kaçırmamalıyız, hiç olmazsa bu kez kaçırmamalı, buruk bir sevinçle de olsa karşılamalıyız diyorum. Susuyorum, o yıldıza kayıyor gibi oluyorsun durup dururken. İşte o anda yeniden başlıyor hikayemiz…”
Mario Levi‘nin En Güzel Aşk Hikayemiz adlı romanında geçer bu güzel sözler. Aşkı en derin kelimelerle, içinden geldiği gibi anlatır Mario Levi; kahramanlarının yaşadıkları dünyanın içinde, şehrin gizemli köşelerinde ulaşamadığı sevgilinin izini sürer gibi… Aşkın tarihi, hikayesinde gizlidir ve bu hikaye bizlere içten içe şunu sorar: En güzel Aşk yaşanamayan, en dokunulmamış, hayallerle beslenen Aşk mıdır yoksa?
Tüketilememiş, eksik kalmış aşkları dile getirmiştir romanında. Tılsımını umut etmekten vazgeçmeyen bir kalpten almıştır. Bu kalp onu belirsizliğin içine sürüklese de yine de görebildiği umut ışığına bağlı kılmaz mıydı? Ve bu bağlılık her şeye değerdi. Bu romanı yazmak da Mario Levi için öylesine büyük bir anlam taşıyordu ki, çünkü artık hiç kimse dilediğim, özlediğimce aşk hikayesi yazmıyor, yazmak istemiyor, diyordu.
Yolculuklar… Bir Şehre Gidememek de, 1990’larda Haldun Taner Ödülünü aldığı öyküsünde “bir sevda söz konusu olunca insan hiçbir yere yalnız gidemiyor, hüsranları ve ayrılıkları hep beraberinde götürüyor” diyordu. Sevdalar, özlemler, tutku ve kırgınlıklar, düş kırıklıkları yolculuğumuzun daima durakları değil midir? Hüzünleri, beraberinde taşımaya meyillidir bütün serüvenler ve sessizlik anaçtır, çoğu zaman içine akan yaşları belli etmez. Kaderimiz, isyanlarımız, bu sesin hayat bulduğu o şehir, hiç gidilememiş, hiç yaşanmamıştır; tıpkı o büyülü aşklar gibi…
Kısırdöngüler; bir yanda terk etmek, diğer yandaysa ulaşmak istedikleriniz. Kim nerededir, siz neresindesinizdir, hangi yoldur, hangi insandır gitmek istediğiniz? Bir çelişki, bir özsavunma gereksinimi ya da bir yol ayrımı mıdır yalnızlığa tutsak kalışınız? Kırgınlıklarınız Aşk’ı arar, gidilemeyen şehirlerde…
Gerçeğin içinde kaldığınız yanılsamalar, benliğinizde olanı sizden başka kim bilebilir ki? Beklemediğiniz bir anda karşılaştığınız, karşılaşabileceğiniz ya da karşılaştığınızı sandığınız bir insana doğru ilerleyişinizi, o rengi, o kokuyu, o olasılığı ödediğiniz onca bedele karşın dilediğinizce anlatabilir miydiniz?
Aşk, bir çocuk kalbini içinde taşıyabilmenin öznesi, istenilesiydi Mario Levi için. Küçük sevinçlerin peşine düşmekti. Kanatlanıp sonsuza doğru, hiç kimsenin ilgilenmediği bir yıldızda, hiç kimsenin inanamayacağı bir yaşantıyı keşfetmek, dilediğin rüyanın içinde bir süreliğine de olsa kaybolmak, durup dururken görünmez adam olmak ya da bu dünyanın herhangi bir yerinde, hiçbir zaman bitmeyecek, yıpranmayacak mutlu, çok mutlu bir aşkı yaşamak hayaliydi… Böyle aşklara rastlamak mümkün müydü? Mümkünse ne kadar kalıcıydı sonsuzluk arayışlarınızda? Aslolan aşkı bulmanın ötesinde, onu ne kadar ve nasıl yaşatabildiğinizdi ve bu bir hayal miydi yalnızca? İşte hayaller bu yüzden güzel ve tehlikeliydi. Size ait olan ve sınırlarını yalnız kendiniz belirleyebildiğiniz kadar barınabilirdi hayatlarınızda… Bunu sürdürebilmek ya da bırakmak tercihinize kalmıştı. Mario Levi için bu yollar hep olasıydı.
Lunapark Kapandı romanında ne diyordu Mario Levi:
“Hayalleri, masalları, yenilgileri olmayan insan yaşadığını söyleyebilir mi? Ya o tutku ilişkileri? Bizi bir yerlere götüreceğine hep inanmak istediğimiz, o aşklar, o sevgililer? İlişkilerimizde duvarlar ören ve bunu bize hissettiren kimdir aslında? Kendini kazanmanın bedeli, birilerini kaybetmeyi göze almak mı? O hayalleri yolun neresinde yitiriyoruz?”
Soruların anlatmak istediği gerçekler, yalanları açığa çıkarmaktan geçiyordu kuşkusuz. Kendine saklamanın sorumluluğu ağır bedellere gebeydi yine. Yıllarca süren tutsaklığın, kanayan yaraların biraz da olsa arayışlara açılan umut kapısı olamaz mıydı? Hangi aralık suça çevirebilirdi kendini? Bir suç muydu aşkın kendisi? Yerleşik değerleri sorgulayan, aşktan aşka dem vuran güçlü bir romandır bu… Kendi gizemleriyle kaleler inşa eden iki insanın çaresizliğinde gizlendiği, yasakladığı aşklarda hayatını yitirdiği trajedik bir yapı belirliyor kitabın akışını. Mario Levi; yaşamak, daha çok yaşamak ve anlamak gerekiyor, diyordu… Aşk serüvenlerinde bir insana hiçbir zaman hazırlıklı olunamayacağını dile getirirken, sonunun yine de hüsranla sonuçlanacağını biliyordu. Buna rağmen aşkı yaşama isteği kaçınılmazdı romanlarında.
Masallar hayallerden öteye gidemezdi kuşkusuz… Ama masallar gerçeklerden daha güven vericiydi. Yaşamaksa, yaşamışlığın içinde yeniden yeniden kaybolmak gibiydi. Doğduğun, yaşadığın coğrafyada kendi şehrine yabancı kalmak; hayal ettiğin, özlem duyduğun memleketlere gitmenin bile anlam ifade etmediği bir çaresizlik hali olabilirdi.
“Yalnızlığınızı ilk kez, hangi bakıştan, dokunuştan sonra ayrımsamıştınız? O damarı, asıl ana damarı yakalamanın yolu, burada da, kendinizden bile saklamaya çalıştığınız insandan, insanınızdan geçiyordu galiba…”
İstanbul Bir Masaldı, masal olmasına da aşkın derinlemesine nefesini hissettiriyordu adeta. Hüzünleri bünyesinde biriktirdiği şehirdi nihayetinde İstanbul. Yalnızlığın, özlemlerin ve aşkın şehriydi derin sularında…
Karanlık Çökerken Neredeydiniz, darbe yıllarından sonra yaşanan karanlık bir kuşağın ortasında bir yandan değerler ve umutlar yitirilirken, diğer yandan idealler, toplumda ve dünyadaki değişimlerle yaşanmamışlıklar, yarım kalmış izler; dostlar, dostluklar ve aşkların öyküsü. Oyunlarımızda çocukluğumuza dokunan hesaplaşmalar, hayallerimiz vardı. Mario Levi‘ye göre hayat, yüzleşmek ve yeni yükleriyle yürümeyi öğrenmekti.
“Yürümeye devam etmek biraz da bilmemeyi gerektiriyordu. Karanlık bu nedenle insana aydınlıktan daha derin görünmüyor muydu? Geceler bu nedenle gündüzlerden daha büyülü değil miydi?”
Gizemli yolculukların akışında Mario Levi, her hikayesinde yeni hayatların oluşumuna zemin hazırlar, fakat bu defa farklı ve lezzetli bir yol izler “Her yemek bir hayal gibidir. Hiçbir hayal sebepsiz ve kaynaksız değildir”, der. Hatırası olunca, basit bir yemek bile anlam taşır. Size Pandispanya Yaptım romanı, kültürüne dahil olduğu serenat mutfağını, yemek ve tat yolculuğunu anlatırken aynı zamanda kırık bir aşkın hikayesine de ilgi çeker. Her ne kadar farklı bir hikaye ile karşımıza çıksa da yemeklerin uzandığı geçmişe sımsıcak bir çağrışım yapar, izlerini yine geçmişin anımsattığı çocukluğunu aşk dolu nağmelerden alır.
“Hikayeler bizim mirasımız değil midir? Başkalarının hissettikleri hissettiklerimize sinmez miydi? Sonuçta hatırlayabildiklerimizde bizizdir. Bazı anlar gelir geçer. Bazı anlarsa bize bir tüy hafifliğinde dokunur. O kadar ki hiç dokunmadılar sanırsınız. Tıpkı bazı sözler gibi… Tıpkı bazı insanlar gibi…”
Mario Levi’yi Tanımak
Günlerden bir gün bir kitapla karşılaşıp, içinde kendinize ait olanı bulduğunuzda benzersiz bir duyguya kapılırsınız değil mi? Bir söz, bir hayal, bir hayat belki de alır götürür sizi bu duygu iklimine. Kelimelerin birbiriyle uyumuna tutkuyla bağlanır, sahiplendiğiniz kitabınızı başucuna koyarsınız. İşte tam da benim, Mario Levi ile ilk tanışmamı sağlayan, bir kütüphanenin rafından aldığım ve bırakamadığım “İstanbul Bir Masaldı” adlı kitabıydı. Mario Levi’nin duyguların derinliğine, içtenlik ve samimiyetine sözlerinde ve yazılarında sık sık tanık olabilirsiniz. İnsanlığı, şehri ve acıyı, aşkı ve hüznü, hayatın karmaşasını ustaca dile getirmiş, Türkiye’yi dünyada eserleriyle en iyi şekilde tanıtmış ender yazarlardan biridir.
Edebiyat Hayattır
Mario Levi’ye göre, yazmak tutku ve sabır işidir. Bu zorlu süreç, mücadeleci bir ruhu gerekli kılar. Gerçek ödüller, gerçek bedellerde saklıdır. Bu yüzden yazıyı keşfetmek, kendinizi keşfetmekten doğar. Tıpkı ilerledikçe, dünyayı daha geniş açıdan görmek gibi… Edebiyata tutunmak da, hayatı doyasıya yaşamanın, keşfetmenin yolculuğunda ruhu olan her şeye inmek demektir. Hikayeye hakim olmak, hayal gücünün diline inanmakla, tüm sıradanlaşmalara karşı durarak varlığını sürdürmek ve hissettirmekle mümkündür.
Çünkü Edebiyat hayatın ta kendisidir.
Mario Levi kimdir?
1957 yılında İstanbul’da doğan Mario Levi 1975’te Saint Michel Fransız Lisesi’nden mezun oldu. 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Fransız Filolojisi’ni bitiren Mario Levi, Hokka Dergisi, Salom, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Dergi, Stüdyo İmge, Gösteri, Milliyet ve Sanat ve Argos gibi birçok yayın organında yazılar yazdı.
İlk kitabı olan Jacques Brel, Bir Yalnız Adam‘ı 1986’da, Haldun Taner Öykü Ödülü‘ne layık görülen ilk öykü kitabı Bir Şehre Gidememek’i 1990’da yayımlarken; Madam Floridis Dönmeyebilir’i 1991, ertesi yıl ise En Güzel Aşk Hikayemiz‘i yazdı. 1993’te başladığı İstanbul Bir Masaldı adlı kitabını altı sene sonra tamamlayarak 1999 yılında yayımladı ve 2000 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü‘nü kazandı.
Diğer kitapları: Lunapark Kapandı (roman, 2005), Bir Yaz Yağmuruydu (yazılar, 2005), Karanlık Çökerken Neredeydiniz? (roman, 2009), İçimdeki İstanbul Fotoğrafları (otobiyografi kurmaca, 2010), Size Pandispanya Yaptım (roman, 2014) ve son kitabı Bu Oyunda Gitmek Vardı (roman, 2015)’ dır.
Mario Levi, Yeditepe Üniversitesi‘nde ve kendi yazı atölyesinde Yazı Yaratımı dersleri vermektedir.
İlgili yazılar
Aşk Romanından Fazlası: Senden Önce Ben
Aret Vartanyan ile Yaşam Atölyesi
Soru ve Cevaplarla Aşkım Kapışmak
Edebiyat ve Tenkit Tarihimizde Bir Yıldızın Kitabı : Beşir Fuad