Sokrates, sofist öğretmenler gibi halihazırda bildiğini iddia ettiği doğruyu dayatmaz. Ruhta doğuştan saklı olan ve tüm insanlığa ait ortak doğruları, soru – cevap diyalog yöntemiyle muhatabından, tabir – i caizse, doğurtur.
Heykeltıraş Sophroniskos ile ebe Phainarete’nin oğlu Sokrates, M.Ö. 469 yılında doğdu. Bir süre baba mesleğini denedikten sonra filozof Arkhelaos’un öğrencisi oldu. Kendilerinden ders aldığı sofistlerin çok tehlikeli bir iş görmekte olduklarını görmekte gecikmedi. Bundan sonraki ömrünü onlarla mücadele ederek geçirdi.
Sokrates insan hayatına aklaki ciddiyetle yaklaşır
Aslında Sokrates de karşılarında durduğu sofistler gibi, insan hayatının pratik sorunlarıyla ilgilenir. Yalnız, sadece faydayı gözeten pragmatist (Pragmatizm: Bilgiyi insanın hizmetinde bir araç biçiminde değerlendiren ve başarıyı, menfaati gerçeğin tek ölçütü olarak benimseyen öğreti) sofistlerin aksine o, bu soruna derin bir ahlaki ciddiyetle yaklaşır. Sofistlerin bilgi konusunda rölativist (“Herkesin doğrusu kendisine” diyen, her türlü evrensel kuralı dışlayan) bakış açısının tersine O, sağlam ve herkesi bağlayan bilgilere ulaşmaya çabalar. Doksa’nın (sanı) karşısına Episteme’yi (bilgi) koyar. Fakat episteme, hazır ve hemen öğrenilebilecek bir şey değildir. Ona, birlikte çalışılarak ulaşılır. Sokrates, sofist öğretmenler gibi halihazırda bildiğini iddia ettiği doğruyu dayatmaz. Ruhta doğuştan saklı olan ve tüm insanlığa ait ortak doğruları, soru – cevap diyalog yöntemiyle muhatabından, tabir – i caizse, doğurtur.
Herhangi bir akıma bağlı değildir. Ardında, düşüncelerini bildirdiği/savunduğu hiçbir metin bırakmadığı gibi, öğrenci yetiştirmek için bir okul da kurmamıştır. Çarşı – pazar ve meydanlarda dolaşarak yaş, meslek, sosyal sınıf farkı gözetmeden rastladığı insanlarla sohbet eder. Kendisini garip bulacakları hatta sinirlenebilecekleri olasılığından korkmadan bu insanlara neden herkes tarafından, sorgulanmadan kabul edilen şeylere inandıklarını ve hayatın anlamının onlara göre ne olduğunu sorar. Ona göre, düşüncelerimizin, yargılarımızın ve yaşam biçimimizin yanlış olduğu, asla ve asla, çoğunluğun görüşleriyle ters düştüğümüz gerçeğinden yola çıkarak kanıtlanamaz. Bizi endişelendirmesi gereken, bize karşı olan insanların çokluğu değil, bize karşı olmalarının altında yatan sağlam nedenler olmalıdır.
Sokrates’in kavramsal hakikat arayışı
Herhangi bir konuda bizim yanlış olduğumuzu söyleyen muhatabımız, tüm toplum tarafından otorite olarak kabul ediliyor da olabilir. Şurası bir gerçek ki, otoriter bir tavırla dile getirilen kötü bir düşünce, nasıl oluşturulduğuna dair sağlam bir argümantasyon getiremese de, bir süre için hakikat değeri taşıyor gibi görünebilir. Ancak onay ve kabullenişimizi, yalnızca karşımızdakilerin sayıca çokluğuna veya otoritesine dayandırırsak, onlara hak etmedikleri halde saygı duymaya başlayabiliriz. Bu son derece tehlikeli durum karşısında Sokrates, bizi eleştirenlerin yargıya varmak için kullandıkları mantıksal yöntemler üzerinde durmamız gerektiğini söyler. Bu da onun kullandığı soru – cevap diyalog ve karşıtlıklar içinde ilerleyen karşılıklı konuşma yöntemi olan diyalektik ile mümkündür.
Yöntemi şematik olarak kısaca şöyledir: Konuşmanın başında kendisinin hiçbir şey bilmediğini söyler. Karşısındaki de onun aksine hep bilgisine güvenmektedir. Genelde verdikleri tanımlar derme çatma şeylerdir. Sokrates’in ünlü ironisi (Alaysılama: Kendisinin bir şey bilmediğini öne sürüp sorular sorarak karşısındakinin bir şey bilmediğini ortaya çıkarma) burada başlar. Konuştuğu kişinin, sohbet sonunda kendi kendisini ‘değilleme’sini sağlamak suretiyle, onda saklı olan doğruyu doğurtur. Zaten bu tekniğine verdiği ad olan maieutike, doğum yardımcılığı anlamına gelir.
Sokrates’in kavramsal hakikati araması yalnız ahlaki kaygılarladır. İnsanın ahlakça kendisini eğitmesi ile bilim ona göre aynı şeylerdir. Erdem ile bilgi özdeştir. Doğru bilgi, doğru eyleme ulaştırır. Şöyle der: “Hiç kimse bile bile kötülük işlemez, kötülük bilginin eksikliğinden gelir”. (Henüz Hristiyanlığın doğmadığı ve günah kavramının bulunmadığı Antik Yunan düşünce ortamında, insanın bile bile kötüyü seçebileceği gerçeğine vakıf olunmaması son derece doğaldır).
Sokrates’in vicdan cini
Sokrates bir de içinde bir Daimonion’un (Sokrates’in Cini de denen, vicdan sesi anlamına gelen kavram) olduğunu söyler. Bunu, içindeki Tanrısal ses olarak yorumlar. Bundan anlayabileceğimiz şey de; Tanrılar’ın sesini içimizde, gönlümüzde duymamız ve onu dış belirtilerde aramamamız gerektiğidir. Halk dininin boş inançlardan arınmasını arzu eden Sokrates 70 yaşındayken, “Gençliği baştan çıkarmak ve Atina’ya yeni Tanrılar getirmeye kalkışmak” bahanesiyle, üç Atina’lı tarafından – şair Meletos, siyasetçi Anytos ve hatip Lykon – mahkemeye verilmiştir. Onu suçlayanlar düşünceleri ayırt etme kabiliyeti fakirliğinden dolayı onu Sofist saymışlardır. Mahkemede iddiaları kibarca dinler, sonradan Platon’un kaleme aldığı Apologia’dan (Sokrates’in Savunması) öğrendiğimize göre savunmasını yapar:”[…] genç, yaşlı demeden, hepinizi sıfatınızı ve mülkünüzü düşünmemeye, önce ve esas olarak ruhun en büyük ıslahı için tasalanmaya ikna etmekti bütün yaptığım. Benim felsefem budur ve gençliği yozlaştıran bu öğretiyse, benim gerçekten yıkıcı bir etkim var demektir. Bu yüzden, Atinalılar, ister Anytos’un dediği gibi yapın, ister yapmayın ve beni ister beraat ettirin ister etmeyin; ama ne yaparsanız yapın, bin kere ölmek zorunda kalsam da davranışlarımı değiştirmeyeceğimi bilin.” Sokrates sanki bir kehanette bulunmuştu. Jüri karar vermek için son kez toplandığında 500 kişiden 360’ı onun idam edilmesinden yana oy kullandı. Hapishaneden de kaçabilirdi, çünkü sevenleri ona kaçış yolunu hazırlamıştı. O bunu kabul etmedi. 399 yılının mayıs ayında baldıran zehrini içerek öldü.
İlgili yazılar
Kimlik türü arayışları: Sistemin dışına çıkmaya hazır mısınız?
Paulo Coelho: Hippilikten Mistik Büyücülüğe
Cemalnur Sargut ile Tasavvuf Üzerine