Bana derhal nereli olduğunu fısılda

Berberlerin de öncelikli sorusuydu: “Nerelisin?” Henüz ismimi öğrenmeye tenezzül etmeyen berber, kökenim konusunda pek meraklı çıkardı. Saçımı etnik kökenime göre mi kesecekti acaba? İzmir desem nasıl kesecekti, Mardin desem nasıl? Birbirimizin nereli olduğuyla niçin bu kadar ilgileniyorduk?

Nereli

Seneler önce, simasını artık anımsayamadığım bir hocam, “Yeni tanıştığınız insanlara nereli olduklarını sormayın” demişti. Hayatım boyunca belki binlerce nasihat işittim, fakat bunu hiç unutmadım. Bugün baktığımda, bu kısa ama büyülü cümlenin hoş bir küpe gibi kulağımda durduğunu görüyorum.

Aslında hocamın o dönem ne kastettiğini anlamamıştım. Henüz ilkokul bire gidiyordum. Siyasetle ilgili tek bildiğim, çekmecede bulduğum Doğru Yol Partisi bayrağını ulu orta sallarsam annemden zılgıt yiyeceğimdi. Alevi ve Sünni arasındaki farkıysa henüz bilmiyor, açıkçası merak da etmiyordum. En yakın arkadaşımın babası imamdı, benimkiyse sosyal içicilerden. Her akşamüstü “Rakıyı iki kat gazeteye sar, sonra da siyah poşete koy lütfen” diye sıkıca tembihlerdi babam tekel bayiiciyi. Anlam veremezdim.


Tolga adında ön dişleri kırık bir arkadaşım vardı. Onunla vakit geçirmeyi severdim. Hiperaktif denen tipte bir velet olduğundan, teneffüslerim onu kovalamakla geçerdi. Sonra bir sabah ölüm haberi geldi. Soba zehirlenmesinden vefat etmiş, annesini de yanına alarak. Ölümün ne olduğunu, sınıf öğretmenimin kireç gibi olmuş suratına bir müddet baktıktan sonra anlamıştım. Ardından bahçeye koştuğumu ve meyve suyu kutularını patlatarak eğlenmeye devam ettiğimi hatırlıyorum. Gayet sıradan bir gündü. Ölenle ölünmediğini de o gün anlamışım demek ki.

Sonra büyüdüm ve bir şeyler değişti. Babam, tekel bayiiciden siyah poşet istemez olmuştu artık. Rakı taşıdığının komşularca anlaşılması umurunda değildi. Öte yandan bütün siyasi partileri başkanlarına kadar öğrenmiştim, çünkü sokaklarda bayraklar ve sloganlar eksik olmuyordu. Tabii siyasi figürleri öğrenmeye başlayınca, otomatik olarak Alevi ve Sünni ayrımını da kavradım. Ülke giderek politikleşirken ve insanlar süratle bölünürken, Mersin’de lisans eğitimimi bitirdim. Sonra üç defa daha şehir değiştirdim. Onlarca insanla kesişip nice sancılı tanışma badiresi atlattım. Yeni yüzler karşısında merhabadan öteye gidemediğim, adam akıllı birkaç kelam edemediğim, adımı dahi ezberletemediğim zamanlar oldu. Bu duruma aşinaydım ki karakterim gereği birinci viteste daima zorlanırım.

Yaşadığımız sohbet kısırlığına rağmen, tanıştığım insanlara “nerelisin?” ya da “kimlerdensin?” diye sormadım. Dilimin ucuna gelse de yutkundum. Aklıma sürekli hocamın nasihati geldi çünkü. Artık daha iyi anlıyordum. “Nerelisin?” sorusunu saf niyetle de sorsam, muhatabımın kökeni ve mezhebi hakkında ipucu edinecektim. Kökeni ve mezhebi bende istemsiz bir ön yargı oluşturacaktı. Ve bu ön yargı, muhatabıma karşı objektif bakışımı düpedüz bozacak, belki de kurulacak harikulade bir dostluğu önleyecekti. Peki, tek kelimelik bir sual, tüm bunlara değer miydi?

Etnik açıdan karışık bir şehir olan Mersin’de en sık duyduğum soruydu bu. İnsanlar memlekete göre muamele gördüğü için evvela “nerelisin?” denirdi. Mersin garının karşısındaki bakkalla bir nedenden ötürü karakolluk olduğumuzda, polisin şahsıma yönelttiği ilk soru da buydu.

Berberlerin de öncelikli sorusuydu bu. Henüz ismimi öğrenmeye tenezzül etmeyen berber, kökenim konusunda pek meraklı çıkardı. Saçımı etnik kökenime göre mi kesecekti acaba? İzmir desem nasıl kesecekti, Mardin desem nasıl? Öte yandan memleketimi öğrenen beriki fırıncının “belli oluyor…” tepkisi, hangi genellemeden ve ön yargıdan fırlamıştı? Yoksa sıkıntılı bir durum mu vardı? Ekmeği bırakıp fırından uzaklaşmazsam, adaşım Ali İsmail gibi dayak yiyebilir miydim?


Birbirimizin nereli olduğuyla niçin bu kadar ilgileniyorduk?

Her insan kendi fırtınalarını, buhranlarını ve tutulmalarını taşıyan esrarengiz birer kutudur. Arada saygı olduktan sonra bir imamla bir sosyal içici pekala anlaşabilir. Politikacılar ölüm denen gerçeği unutmayıp, bu dünya için daha seviyeli söylemler geliştirebilir. Farklı kültürleri ve politik fikirleri temsil eden bayraklar yan yana dalgalanabilir. En önemlisiyse, yeni tanışan iki insan birbirine yüzlerce değişik soru sorabilir.

“Yeni tanıştığınız insanlara nereli olduklarını sormayın” demişti hocam. O zaman tam idrak edememiştim, şimdi daha iyi anlıyorum. Meğer basitçe şunu demek istemiş:

“Gerçek özgürlük objektif olabilmektir.”

İlgili yazılar

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü: Bir yalana inanmak

Türkiye Etnik Bir Mozaik mi?


Bir Ülke Nasıl Yok Olur?


İsmail Pişer
İzmir’de doğdum, Denizli ve Eskişehir’de büyüdüm, Mersin ve Ankara’da okudum, Konya’da ve birçok şehirde yıllarımı geçirdim. Belki biraz göçebe ruhlu olduğumdan, kendimi hiçbir vilayete ait hissetmedim. Hepinizin aşina olduğu o boşluk duygusu, bana yazma tutkusu olarak sirayet etti. Bolca öykü ve deneme yazdım. Yazmak para kazandırmıyor çoğu zaman ama akıl sağlığı için gerçekten hayati olabiliyor.