Kimliğin, paran, telefonun hapishane yönetimi tarafından, tahliyede verilmek üzere alınır. Parmak izin, avuç izin, fotoğrafın burada da alınır, üstün ince aramadan geçirilir. Yara izin, kullandığın ilaçlar sorulur “Yok” dersin. Gecenin kör bir vaktidir ve sabahlayacağın ilk koğuşa götürülürsün.
Bugün kitlelerin üzerinde, siyasi görüş ve eylemlerinden kaynaklı olarak tutuklanacakları korkusu yaratılmaktadır. Kitle bilmektedir ki eleştirel düşüncelerin, aykırı sanatın, muhalif gösterilerin sonucunda tutuklanma olasılığı her zaman vardır.
Tutuklanma korkusu bir algıdır
Ana akım medya, edebiyat, görsel sanatlar hapishane algısını, cehennemin kendisi olarak yarattığından; insanlar özgürlüklerini kaybettiklerinde, yaşarken ölecekleri yanılgısına düşmektedirler. Hiçbir korku düşünce özgürlüğünün önüne geçmemelidir. Yoksa beden olarak özgür olsanız da ruhen bir cezaevinde yaşıyor olacaksanız. Gerçi kim içeride tutuklu, kim dışarıda özgür tartışılabilir kavramlardır.
2010 yılında Metris Tutukevi’nde, hangi tarihte olacağı belirsiz mahkeme günümü beklerken, salt koğuş dışında biri ile konuşabilmek için psikoloğa çıktım. Süren davaların, işlenen suçların, suçsuzlukların her saat dillendirilmesi, bir süre sonra kapalı kalmanın etkisi ile sinirlerimi yıpratıyordu. Toprağın, bitkinin, kedinin ve köpeğin olmadığı, taş ve demirden; gardiyan ve jandarmalardan ve dikenli tellerden oluşan bir dünyada, deşarj olamamış bedendeki elektriğin gerilimiyle gün bitirmek gerçekten zordu. Kitaplardan, sinemadan söz etmek iyi geliyordu. Psikoloğun, “Dışarıda olanların da potansiyel birer tutuklu adayı” olduğunu söylemesi durum saptamasıydı aslında. Moralimi bozmamamı, adalete güvenmemi söylemesi de bir nevi özgürlüğü yakınlaştırtıyordu. O yıllarda, suçun kanıtlanmasından çok suçsuzluğun kanıtlanması üzerine kurulmuştu “Adalet Sistemi” ve bugün de görülmekte ki değişen hiçbir şey yok bu cephede.
Halk düşmanı
Sağlık kontrolü, Emniyet sorguları arasında gidip geldikten ve henüz özgür olanlar için “Halk düşmanı” ilan edildikten sonra, nöbetçi mahkeme tarafından tutuklanırsınız. Bir süre misafir edileceğiniz hapishaneye genelde gece götürürler. En önemli ihtiyacın yıkanmak ve içemediğin sigaralar bir süre düş olacaktır. Dayanmak veya kabullenmek için direnmeyi bırakmışsındır; akışta, başına gelecekleri tevekkül içinde beklemektesindir. Yaşadığın yasal gözaltı sürende, üzerindeki baskılar rüya aleminde seni en olmaz evrenlere sürüklemiştir; ilk okul öğretmeninle sevişmiş, suikastlar düzenlemiş, köprüleri havaya uçurmuşsundur. Ülkende bir kere adam yerine konulduğunu, telefonlarının aylarca dinlendiğinden anlarsın. Kıçını yıkama süresi bile verilmeyen tuvalet ihtiyacı, ufak pet şişe suyunla yirmi dört saat idare etmen, iki öğün verilen yarım porsiyon kuru yemek ve sorgular ve “Hatırlamıyorum, bilmiyorum” yanıtları, gideceğin yerin kapılarını açmaktadır sana!
Seyrettiğin tüm hapishane filmlerini unutmalı, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Kemal Tahir olmadığını/olamayacağını bilmelisin. Ne filmlerin kahramanı, ne de şiir ve romanların yaratıcısısındır. Polis seni yavrusunu terk eden baba gibi hapishaneye teslim eder ve gider; onlar gittiği için hüzünlenirsin anlamsızca; ne de olsa günlerdir aranızda bir bağ oluştuğuna inanmışsındır. Kimliğin, paran, telefonun hapishane yönetimi tarafından, tahliyede verilmek üzere alınır. Parmak izin, avuç izin, fotoğrafın burada da alınır, üstün ince aramadan geçirilir. Yara izin, kullandığın ilaçlar sorulur “Yok” dersin. Gecenin kör bir vaktidir ve sabahlayacağın ilk koğuşa götürülürsün. Filmlerde, kitaplarda silüetini bildiğin kabadayılar, keşler, tecavüzcüler, gaspçılar, teröristler seni yemek için büyük bir iştahla beklemektedir sanırsın.
Herkes masum
Oysa göreceksin ki bu kadar çok insanın cami avlusundan nasıl toplandığına şaşıracağın yere; Karantina Koğuşuna girmişsindir sonunda. Henri Charriere’nin “Kelebek” romanından reele geçmiş suçsuzlardı tüm koğuş. Hani işlemediği bir cinayetten müebbet kürek cezasına çarptırılan, Yargıtay’a bile başvurmayacak kadar umutsuz, toplumun gözden çıkardığı bir “Halk düşmanı” ve uğradığı haksızlığın bilediği bir hınçla çok az insanın sağ kalmayı başardığı kürek cehenneminden kaçıp kurtulabilmeyi başaran bir efsane kahraman. (Çok sonraları bu romanı hapishane kütüphanesinden istediğimde, okurunun ne kadar çok olduğunu kitabın arkasındaki okur isimlerden/imzalarından görecektim.)
Karantina Koğuşu, asıl gidilecek yerin bekleme salonudur. Kentin veya ülkenin başka yerlerinden gelen suçlu/zanlı kişilerin, üzerlerine atılı suç ayrımlarının yapılacağı saate kadar misafir olacakları bir bekleme salonu. Bir adet sigaranın elden ele geçirilerek paylaşıldığı, gözaltı geriliminin sonrasında sinirlerin boşaldığı, şakalaşıldığı, yani yerüstünden kovulan yeraltı dünyası insanlarının rahatlama evresini yaşandığı karanlık bilinmezin girişidir burası. Suç ortakları kendi dünyalarına gömülüp durum değerlendirmesi yaparken, tek gelenler önce derin düşüncelere gömülür, sonra sonra açılıp çevresi ile konuşmaya başlarlardı. Yoğun duman, günlerin üzerlerinde bıraktığı ağır koku ve uğultu gecenin müziğini oluştururdu.
Sabah olduğunda ki, bu ilk tutuklananlar için gözlerini başka bir gezegene açmak gibidir. Gardiyanlar, tek sıra halinde toplanma alanına götürür. Başgardiyan ve Tutukevi Müdürü tarafından suç şekline göre koğuş dağıtımları gerçekleştirilir. Aklın sana kötü bir oyun oynar. Eve gidecekmiş duygusunu yaşatır. Oysa götürüleceğin yer “T Tipi” bir koğuştur. Koğuş Ağası, meydancılar, kabadayılar seni harcamak için, el yapımı bıçaklarıyla beklemektedir sanki. Korkarsın.
Ayaklarının geri gitmesini istersin, ama ileri doğru adımlarsın çaresizce. Koridorlar küçükken gittiğin lunaparklardaki korku tünellerini anımsatır. Gardiyanların arasında yürüyerek sonunda bir kapının önüne varırsın. Cehenneme mi açılacak bu kapı? Açılır! Demir kapı arkandan yıldırımlar düşerek kapandığında, bir daha ne zaman açılacağının bilinmezliği yıkar ruhunu. Komşun, arkadaşın olabilecek insanların merhabası ile karşılandığında “Nasıl?” sorusu salt soru olarak kalacaktır.
Koğuş aslında komün bir yaşam tarzıdır
T Tipi koğuşları biraz anlatmalıyım. Alt kat ortak kullanım alanıdır. Ortalama on beş kişinin kaldığı bu koğuşlarda yemek, sohbet, duş, tuvalet ihtiyacı bu katta giderilir. Üst kat on beş kişinin kaldığı yatak odasıdır. Alt katın dokuz buçuk adımlık bahçeye açıldığı bir kapısı vardır. Bu kapı, sabah sekiz de açılır; günlerin uzunluğuna göre akşam 17.00/ 20.00 saatleri arasında kapanır. Yürüyüş, sigara içmek, havalar sıcak olduğunda çamaşır yıkamak ve asmak bahçede yapılan eylemlerdir. Tellerin arasından gökyüzüne baktığınızda göreceğiniz mavilik bahçenin alanı kadardır ancak. Koğuştan içeri girdiğimde bronz tenli tutukluları gördüğümde ve iki yıldır burada kaldıklarını öğrendiğimde hayret etmiştim önce. coka – cola’yı üstlerine döküp, bahçede güneşlenerek bronzlaştıklarını söylediklerinde özgürlüğün izafi bir kavram olduğunu anladım.
Koğuşta birlikte yaşayacağınız arkadaşlarla tanıştıktan sonra, koğuş başkanı talimatı ile duşa yönlendirilirsiniz. Üzerinizdeki yılgınlık ve teslim oluşun kanıtı giysilerden soyunur, size verilenleri hafifleme duygusu ile giyinirsiniz. Koğuşun temizliği, semaverden tüten duman, kap kacağın düzgün dizilişi, insanların günlük sohbeti, televizyon yayını, ikram edilen çay ve sigara, bahçede voltaya çıkan tutuklular kampa gelindiği izlenimi ve rahatlama duygusu yaratır. Suçun sorulduğunda utana sıkıla söylersin ve orada bulunanların çoğunluğunun aynı suçtan tutuklu olduğunu öğrenirsin. Kardeşlerinin arasına düşmüşsündür. Bu komün düzende misafirliğin gün boyu sürer. Akşam koğuş başkanı ve yardımcıları ile özel olarak görüştürülürsün. Bu komün hayata katkın sorgulanır. Maddi olarak bir katkı sağlayamayacak yoksunluktaysan sana göre bir iş bulunur ve ihtiyaçların koğuş giderlerinden karşılanır. Maddi katkı sağlayabilecek durumda olanlar için, haftalık, aylık yapılan koğuş temizliğinin dışında herhangi bir yükümlülük yoktur. Tabi kendi kişisel işleri ayrı tutmak gerekmektedir.
Dışarıdan bakanlara göre içeridekilerin zaman bolluğu içinde yüzdüğü fikri baskındır. Hatta bu zaman bolluğu nedeniyle, zaman geçirmekte çok zorlanılacağı bile düşünülmektedir. Oysa zaman o kadar da bol değildir. Zaman bollaştığında çürüme başlar. Her zaman ve şartta bir yaşam kurulur. Hem de daha dakik, daha disiplinli ve elden geldiğince üretken bir hayattır bu.
Günde iki defa olmak üzere sabah ve akşam saat sekizde nöbetçi gardiyanlar tarafından kapılar açılır ve sayım alınır. Tutuklular soldan başlayarak sayar ve gardiyanların “Allah Kurtarsın” dileği ile kapı büyük bir gürültü ile tekrar kapanır. Maddi katkı sağlayamayacak durumda olanlar gün içinde görevli olduklarından dolayı; çöpü maltaya çıkarmak, karavanları kapının yanına koymak ve ekmeği almak, kahvaltıyı hazırlamak, öğlen ve akşam karavanalarını almak ve masayı hazırlamak, gün içinde mazgala bakmak, tuvalet ve banyoyu temizlemek, bulaşıkları yıkmak günlük asli görevleridir. Tüm ihtiyaçları tespit etmek, listesini yapmak, sebze, iç v e dış kantini halletmek hesapları tutmak koğuş başkanının görevidir. Ortak harcamaların hesabını tutar, para fişlerini toplar, takibini yapar. Koğuş başkanının tüm işi, aslında rutin yaşamın aksamadan devam etmesini sağlamaktır.
Yan koğuşlarla haberleşmenin en kolay yolu, bahçenin ortasındaki mazgallardır. Dahili telefon gibi, numara çevirmek yerine ayağınla mazgal kapağına vurursun, görüşmek istediğin kişinin adını bağırırsın. Dikenli teller ve duvarlar üzerinden borç sigara, çay, kahve alışverişini hiçbir yasa engelleyemez.
Hapishane yaşamı geçer ama nasıl?
Bir tutuklu için hafta sonları ve bayram tatilleri en zor geçen günlerdir. Sessizliğin nasıl bir şey olduğunu bu günlerde anlar. Ölüm sessizliği derler ya hani, tam da anlatılmak istenilen budur! Her gün yapılan anonslar, avukat görüşmeleri, ziyaretçiler ve tahliye umudu olmadığından zaman bir noktada asılı durur. Yapılacak tek iş; kütüphaneden kitap için, doktora çıkmak için, aktiviteler için oturup dilekçeler yazmaktır. Dilekçeler olmazsa kımıldama şansı yoktur. Dünya medeniyetinin çoktan bıraktığı mektupları da unutmamak gerek. Mektuplar karalarsın aydınlığı ve sevgiyi keşfetmek için yeniden. Görüleceğini bilerek en mahrem cümleleri dökersin kağıda. Tespih sallanmaz çekilir, nedeni karşındakine saygıdır; seni de böyle sallarım iması hakarettir. Voltaya iki kişi çıktıysa, dokuz buçuk adım bitimlerinde dönüşler yüz yüze yapılır, arka dönülmez. Boncuktan yapacağın umut yüklü eserlerini aslında senden başka kimse önemsemez.
Hapishanede en iyi verimli zaman geçirmenin, sağlıklı tutsak yaşamın yolu bolca okumaktan ve üretmekten geçer. Yalnızlık rüzgarlarına karşı her daim uyanık ve dikkatli olmak gerekir. Aksi takdirde kocaman kalabalıklar içinde bile yalnızlaşmak kaçınılmaz olur. Kalabalık koğuşlarda işleri paylaşarak küçültmek aynı zamanda hayatı da kolaylaştırmak anlamına gelir.
Görüş günleri ayda bir açık, diğerleri kapalı olmak üzere haftada bir gün yaklaşık yirmi dakikadır. Kapalı görüş, dahili telefondan ses geçirmez cam arkasından yapılır; ölenlerin yaşayanları aslında gördüğü efsanesi sanırım buradan doğmuştur. Eller uzatılır, gözler kilitlenir ve cam bir duvar “tutsaksın sen” der. Açık görüş günleri, nefesi duymanın ve el tutuşmanın ötesine geçemeyen mutluluk zamanlarıdır. İnatla iyi olduğun yalanına inandırmaya çalışırsın ziyaretçilerini ve kendini; onlar da inatla inanır sana ve kendilerine! Arkanızda Can Yücel’in “Sevgi Duvarı” şiirindeki Hızır Paşalar beklemektedir. Sana verilen haftada bir gün yaptığın on dakikalık telefon görüşmenden farkı yoktur yaşanılanların. “Vakit tamam” herkes terk eder seni.
İlgili yazılar
Özgürlük Üzerine Düşünsel Denemeler,
Zihin Hapishanesinde Özgürlük Mücadelesi