İki büyük askeri birliğin, birbirlerini bir saniye içinde yok edebileceklerini gördükleri gün, umuyorum ki uygar milletler, savaştan vazgeçecekler ve silahlarını bırakacaklardır. — Alfred Nobel
Alfred Nobel kimdir? İnsanlığa katkıları nelerdir?
1833 yılında Stockholm’de, iflas etmiş bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası büyük inşaatlarda, kayaları parçalamak için gereken patlayıcılar konusuna uzmandı. Alfred Nobel, doğa bilimleri, dil ve edebiyat alanında iyi eğitimler aldı. Kimya alanında gelişmesi için babası tarafından Almanya, ABD ve Fransa’ya yollandı. Nobel, en çok Paris’i severek, orada özel bir kimya laboratuvarında çalıştı. İtalyan kimyacı olan A. Sobrero, Nobel’in hayatını değiştirdi. Nitri-Gliserin adlı yeni keşfettiği patlayıcıyı Nobel’e tanıttı. Bunun üzerine gitmeye karar veren Nobel de hem kendi kariyeri hem de insanlık için büyük bir dönüm noktasına girmişti.
Nobel, Nitri-Gliserini yol, tünel, baraj inşaatlarında kullanacaktı. 1864’te, tesiste çıkan patlamada bir kardeşi ve bazı işçiler hayatını yitirince, patlayıcının Stockholm ve çevresinde üretilmesi yasaklandı. Nobel, Maloren yakınlarında bir tesis kurarak çalışmalarına devam etti. Bu kez sıvı patlayıcı olan Nitri-Gliserine katı maddeler katarak kazara patlamalara karşı önlem aldı. Kizelgur adı ile bilinen bu toz şeklindeki mineral, Nitro-Gliserin ile karışınca kayalara açılan deliklere kolayca sığıyor, kazara patlamalar da önleniyordu. Nobel, 1867’de dinamitin patentini aldı.
Dünyanın pek çok kentinde dinamit fabrikaları kuran Nobel, ileriki zamanlarda dinamitin su altında kullanılması için de karışıma ince odun talaşı ve sodyum nitrat ekledi. Çok sayıda ülkede kimya laboratuvarları kurdu. Farklı alanlarda yeni buluşlar yaparak toplam 355 patentin sahibi oldu.
Dinamitin bir silah olarak, insanları yaralamak ve yok etmek için kullanılmasından yana hiçbir zaman olmadı. Çok faydalı yaşamı boyunca sık sık faydasız bir insan olduğu duygusuna bile kapılmıştır. Kendisini çok övenlere, bu övgülerden hoşlanmadığını ve zevk almadığını söylese de ölümünden sonra adı birçok insana şan ve şeref getirmiştir. İşte Nobel, ardında bıraktığı vasiyetinde gayrimenkulleri ve servetinin tamamını, insanlık için en büyük katkıda bulunan kişilere adamıştır. Fizik, Kimya, Fizyoloji, Edebiyat, Barış ve Kardeşlik için milliyet ayrımı gözetilmeksizin bugün hala Nobel Ödülleri sahiplerini bulmaktadır.
Alfred Nobel, Karl Marx’ın dediği gibi, dünyayı sadece yorumlamamış; aynı zamanda onu değiştirmiştir de…
Nobel fizyoloji ve tıp ödülleri
İsveç Karolinska Enstitüsü’nde, yönetici sekreter ve beş komite üye tarafından belirlenen ödüller Nobel Vakfı’nca verilir. Geçmişten bugüne kıymetli çalışmalarıyla ödüle hak kazanan bilim insanlarını şöyle sıraladım sizlere:
Emil Adolf Von Behring: 1854 yılında Almanya’da doğan Behring, fizyoloji uzmanı aynı zamanda hijyen profesörüdür. Ölümcül hastalıklar arasında yer alan halk arasında kuşpalazı tabiriyle bilinen, deri, boğaz, göz ve burundaki yaralara yerleşen mikroorganizmanın yol açtığı difteriye karşı geliştirdiği serumla, çocukların ölümünü büyük ölçüde azaltacak bir buluşa imza atmış, 1901 yılında Nobel ödülüne layık görülmüştür. Difteri günümüzde aşılanamayan kişilerde nadiren görülen, felç ve ölümlere sebep olan ve soğuk havalarda etkisini daha da gösteren bulaşıcı bir hastalıktır. Behring’in bulduğu serum ve aşılama yöntemiyle bu hastalık tedavi edilebilir ve önlenebilir olmuştur.
Ronald Ross: 1857 Hindistan doğumlu İngiliz tıp doktorudur. Ross, anofel cinsi sivrisineğin dişisini incelerken sıtma parazitini insanlara bulaştıranın bu sivrisinek olduğunu tespit etmiştir. Vücutta titreme ve yükselen ateşle kendini gösteren Sıtma, geçmişte ve yakın tarihte yüz binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olmuştur. Ross, bu hastalık ile mücadelede epey yol alarak, 75 yaşında öldüğünde dünyanın birçok ülkesindeki sıtmayla mücadelenin sonuçlarını almaya başlamıştır.
Niels Ryberg Finsen: 1860 yılında Danimarka’da doğan İzlanda asıllı bir tıp doktorudur. Günümüzde bazı kanser hastalıklarının tedavisinde kullanılan ışın tedavisi onun katkılarıyla gelişen bir yöntemdir.
Heinrich Hermann Robert Koch: 1843 yılında Almanya’da doğdu. Hijyen profesörü ve bakteriyolojinin kurucusudur. İlk çalışması olan Şarbon hastalığının bulaşmasıyla ilgili keşifleridir. 1882 yılında tüberküloza (verem) neden olan bakteriyi keşfetti. Yaşadığı çağın en büyük ölüm nedenlerinden biri olan veremle ilgili bu çalışma tıp tarihi için bir dönüm noktası olmuştur.
Barbara McClintock: 1902 yılında ABD’de doğdu. Sitogenetik biliminin en önemli bilim insanlarındandır. Mısır’da yaptığı çalışmalar bu alanda yapılan çalışmaların ilkiydi ve Mısır’ın genetik haritasını da ilk o çıkarmıştır.
Elizabeth Helen Blackburn: 1948 yılında Avustralya’da doğmuş, moleküler biyoloji uzmanı olarak kromozomlarla ilgili önemli çalışmaları ve keşfi ona 2009’da Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü’nü kazandırmıştır. Blackburn, çalışmalarına hala devam etmektedir.
Robert Geoffrey Edwards: 1925 yılında İngiltere’de doğdu. Dünyaca tanınan bir fizyologdur. Ivf diye bilinen in-vitro fertilizasyon yöntemi ile 1978 yılında dünyanın ilk tüp bebeği olan Louise Brown’ı dünyaya getirme başarısını göstermiş ve Nobel Tıp Ödülüne layık görülmüştür. Bugün binlerce tüp bebek onun sayesinde dünyaya gelmektedir.
Nobel fizik ve kimya ödülleri
İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’nde Stockholm’da her yıl 10 Aralık’ta sahibini bulan dünyanın en prestijli bilim ödüllerindendir. Nobel Fizik Ödülü’nü ilk kazanan kişi Wilhelm Conrad Röntgen oldu.
Wilhelm Conrad Röntgen: 1845 yılında Almanya’da doğan fizikçi Makine mühendisi olarak eğitimini tamamladı. Fizik profesörü oldu, 1885 yılında ışın incelemelerinin sonucunu on yıl sonra bugün Röntgen ışınları olarak bilinen ve tıpta tanı amaçlı kullanılan X ışını adını verdiği buluşla neticelendirdi. 1901 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandığında üzerinde çalıştığı ışınların radyasyon etkisini bilmediği için deneylerinde çıplak ellerini kullanması, Röntgen’in parmaklarını kaybetmesine neden olmuştur.
Hendrik Antoon Lorentz: 1853 yılında Hollanda’da dünyaya geldi. Frederik Kaiser’in çalışmalarından etkilenmiş olan Lorentz, henüz 22 yaşında fizik doktara tezini sunmayı başarmıştır, 24 yaşında Leiden Üniversitesi’nde fizik bölümü başkanı olmuştur. Elektromanyetizm, fiziğin birçok dalında çalışıp araştırmalar yapmasına rağmen en çok ilgilendiği konudur. Bugün birçok fizik teriminde Lorenz’in adı geçmektedir.
Antoine Henri Becquerel: 1852 yılında Fransa’da doğan fizik profesörüdür. Radyoaktiviteyi keşfeden Becquerel, 1903’da Nobel Fizik Ödülü’nü kazanmıştır. Çalışmaları sırasında bazen radyum elementini cebinde taşırken vücudunda yanma hissetmesi kanser çalışmalarına katkı sağlamıştır. Ay’daki ve Mars’taki kraterlerden ikisine de Becquerel’in adı verilmiştir.
Marie Cruie
1867 yılında Varşova’da doğan Polonyalı fizikçi ve kimyagerdir. Asıl adı, Maria Salomea Skladowska’dır. Hayat Maria için hiç de kolay değildi. Babası bir lisede fizik ve matematik öğretmeniydi. 11 yaşındayken, bir ablası tifüsten, annesi de veremden ölmüştü. Rus yönetiminde kızların teknik eğitim ve üniversite eğitimi alması yasak iken Maria bir müzede hem çalıştı hem de gizli gizli eğitimini tamamladı.
Ablası ile çalışıp biriktirdikleri ile Paris’te eğitim alma şansına sahip oldular. Ablası tıp okurken, Maria fizik eğitimine devam etti. Bölümü birincilikle bitirdi. Kendisi gibi fizik eğitimi alan Pierre Curie ile evlendi. Eşiyle buldukları yeni elemente Polonyadan dolayı Polonyum adını verdiler. Maria, radyoaktivite üzerine detaylı çalışmalar yaptı. Bu çalışmanın sonucu, ona, eşine ve hocası Becquerel’e 1903 yılında Nobel Fizik Ödülünü kazandırdı.
20. yüzyılın henüz başında Fransa’da doktor unvanını alan ilk kadın olduğu gibi aynı zamanda Sorbonne’de eşinin ölümünden sonra yürüttüğü derslerden ötürü ilk kadın profesörü ünvanını da almaya hak kazandı. 1914’te Paris Üniversitesi’nde kurulan Radyum Enstitüsünün ilk müdürü oldu. Marie Cruie, hayatı boyunca o kadar radyasyona maruz kalmıştır ki çalışmaları sırasında tuttuğu notları bugün bile özel güvenlikli ekipman ile incelenebilmektedir. Çok sayıda ödüle layık görülen Cruie, iki Nobel Ödüllü tek kadındır. Kızı Irene Joliot Cruie de 1935’de Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülmüştür.
Albert Einstein
1879 yılında Almanya’da doğdu. Okula başlama yıllarında konuşma zorluğu çeken bir çocuktu. Ancak çocuk yaşta birçok bilim kitabını okuyor ve anlıyordu. Fotoelektrik etki çalışmasıyla 1921 yılında Nobel Fizik alanında ödülünü kazandı. 1933 Nazi Partisi’nin yükselişiyle bir daha Almanya’ya dönmeyip bundan sonraki tüm çalışmalarını ABD’de yürüttü. Matematik yoluyla birçok kuram geliştirdi.
300’den fazla makale yazdı. ABD’nin nükleer çalışma yapmasını önerdiyse de nükleer silahlara karşı çıktı. 1955 yılında 76 yaşında öldüğünde otopsisini yapan patolojist tarafından bilimsel araştırmalarda kullanılmak üzere Einstein’ın beyni izinsiz incelemeye alındı. Kimi kaynaklarda çalındığı iddia edilse de ailesine incelenmek üzere alındığı söylenerek ikna edildi.
Frederick Sanger: 1958 ve 1980 yılları arasında, proteinlerin özellikle insülinin yapısı ve nükleik asitlerin baz dizilerinin belirlenmesi ile ilgili çalışmalarından dolayı, Nobel Kimya Ödülü’ne iki kez layık görülen tek bilim insanı oldu.
Adolf Von Baeyer: 1835 yılında Almanya’da doğdu. Kimya profesörüydü. Ftaleinin keşfi ve İndigo sentezi onun çalışmalarının sonucudur. Organik kimya alanındaki çalışmaları ona 1905’te Nobel Kimya Ödülünü kazandırmakla kalmamış, öğrencileri olduğu Hermann Emil Fisher ve Eduard Buchner’e de aynı ödülleri kazandırmayı başarmıştır.
Aziz Sancar
1946 yılında Mardin’in Savur kasabasında doğmuştur. İstanbul’da Tıp okuduktan sonra 1969 yılında birincilikle mezun olmuş, daha okurken öğrencilik yıllarında biyokimyaya merak salmıştır. Burslu olarak kazandığı John Hopkins Üniversitesi’nde biyokimya ile tanışmış, Türkiye’ye döndükten sonra bile araştırmalarına devam etmek için 1974’te tekrar ABD’ye gitmiştir.
Genç bir bilim insanı olarak o yıllarda, DNA Onarımı ve Biyolojik Saat konularında ilerleyerek dünyanın en iyilerinden birisi olmayı başarabildiği gibi 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne de Nükelotid Koparmalı Onarım çalışmaları sayesinde layık görülmüştür. Onlarca farklı enzim ve proteinin yer aldığı bu onarım mekanizması doğru çalışmadığı zaman, insanlarda genetik bir hastalık oluşur. Bu daha çok akraba evliliklerinden doğan çocuklarda Türkiye’de sıkça ortaya çıkar.
Güneşe, UV ışınlarına hassas bu hastalarda deride derin lezyonlara sebep olarak zaman içinde kansere dönüşür. Aziz Sancar, işte bu hastalıktan yola çıkarak, her canlı için DNA molekülünün nasıl bozulmadan varlığını sürdürebildiğine yanıt bulan kişilerden biridir. Bu ülkemiz için de büyük bir gurur kaynağıdır. Çünkü Nobel Kimya Ödüllü bir bilim adamına sahip bir Türkiye var artık.
Aziz Sancar gibi değerli insanlar ve sonuna kadar bilime hizmet veren niceleri, insanlığa akıl yoluyla bu ödüllere layık görüldüler ise bu, hayatlarını tamamen inandıkları şeye adamalarından kaynaklanmıştır. Ve Alfred Nobel’in belki de insanlığa en büyük katkısı dinamit değil, ödülleri karşılığında bunca insana bir ideal kazandırmak gayesi olmuştur.