Göbekli Tepe’yi bu kadar eşsiz ve özel yapan nedir?

Göbekli Tepe’nin keşfi çok önemli, öyle ki tarihi boyunca hatta ve hatta son zamanlarda iyice ayyuka çıkmış oyunlarla Türklerin elinden alınmak istenen Anadolu’nun, çıkan onca çatlak sese rağmen yine Türk insanına ait olduğunun gün ve gün pekiştiği bir gerçeğin ispatı niteliğinde.

göbekli tepe nerede

Bu keşfe genel olarak insanlık tarihi açısından baktığımızda, birçok gerçekliği alt üst edecek kadar çok belge ve bulgulara rastlandı. Ama bu Göbekli Tepe’ye biz Türklerin penceresinden özel olarak baktığımızda, bizim olanı sahiplenmemek ve bizim olduğunu iddia etmemek imkansız gibi.

Bu nedenle sadece meraklılarını ilgilendiren bir keşif değil bu keşif. Ben Türküm ben Anadolu’yum diyen her bir nefesi hızlandıracak, heyecanlandıracak nitelikte…


Seyrettiğim ve okuduğum onca kaynakta o kadar çok iddia ve tez var ki; cımbızla çeker gibi çektim içlerinden atalarımıza uzanan damarlara kavuşan noktaları.

Araştırmama Rıza Zelyut‘un söylem ve yazılarından ve aynı zamanda konuya oldukça ayrıntılı yer veren bir başka kaynak olan Dünyanın ve Ön Türklerin İlk Tapınağı: Göbekli Tepe makalelerinden destek alarak devam ettim.

Göbekli Tepe’yi bu kadar eşsiz ve özel yapan nedir?

Göbekli Tepe, bilinen en eski yerleşim yerlerinden, bilinen en eski yapılardan, bilinen en eski yaşanmışlık ispatından 7000 – 7500 yıl daha eski!

Göbekli Tepe sütunları kalıntıları şanlıurfa arkeoloji arkeolojik kazılarAslında çok önceki tarihlerde keşif süreci başlatılmış ve her bir fırça darbesi ile biz Türklerle Anadolu’nun bağlarını sıkı sıkıya bağlamış olan ve dünya tarihin bilinen en eski yerleşim yeri unvanını almış olan bir bölgeden bahsedeceğim size.

UNESCO tarafından 15 Nisan 2011’de Dünya Mirasları listesine aday gösterilmiş ve geçici listeye alınmış. Şanlıurfa ilimizin sınırları içeresinde olan ve yöre halkının kutsal bölge olarak nitelendirdiği ve sürekli olarak ziyaret ettiği bölgenin, yapılan kazılar neticesinde MÖ 10.000 – 8.000 yıllarına dayandığı tahmin ediliyor.

Önemli bir noktada hatırlatma yaparak devam etmek istiyorum bu araştırma yazısına. Size vermiş olduğum tarih ve bilgiler gün ve gün değişime uğruyor. Olur da merakınızı cezbeder ve kendi araştırmanızı yapmaya teşvik edersem bilgilerin farklılık göstermesine şaşırmayın. Çünkü her geçen gün yeni bir bağlantı noktası ve yeni bir bulguyla bilgiler sürekli olarak kendini yeniliyor.

1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi tarafından tespit edilmiş bölge olan Göbekli Tepe, 2007 yılına kadar hak ettiği ilgiyi görememiş. Ta ki Alman Arkeoloji Enstitüsü arkeoloğu Profesör Klaus Schmidt‘in karşılaştığı bulguların dünya literatüründe emsal bir eşi daha olmadığı anlaşılana kadar.


Göbekli Tepe’nin Ön Türkler ile bağlantısı

Dünya üzerindeki dönemin koşul ve yaşam şartları ile kıyaslandığında burada yaşam belirtisi gösteren insanların şehirleşmiş olduğu, ilk mimari yapıların sahibi olduğu, hayvan evcilleştirip, tarımı başlatmış olduğu, heykel, resim ve avcılıkta oldukça ilerlemiş oldukları ve hatta ilk tek tanrılı inanç merkezinin burada yaşayan Türklerde yani Ön Türklerde olduğu ortaya çıkmış.

İletişim ve birleşim ağının kilometrelerce uzaklara erişmiş olması, birlik ve düzen oluşturulması, hem avcı ve toplayıcı hem de tarımda gelişmişliğin bir arada yaşanmış olması, keşfedilmiş olan bu Ön Türk toplumunun oldukça sosyal olduğunun ve bir o kadar da gelişmiş bir topluluk olduğunun bilinen bilgileri alt üst edecek kadar tezatlıklarla dolu olması önemli kılıyor bu keşfi.

Bölgedeki alet edevat ve sembolik taşların bir kısmının Kapadokya bölgesine ait olması, bir kısmının Kuzey Karadeniz özellikli olması, bir kısmının Van ve civarı, bir kısmının ise Bingöl topraklarına ait olması bölgenin bir inanç ve toplantı merkezi olduğunu; topluluklar halinde yaşıyor olduklarını ve tek merkezli olduklarını ispatlıyormuş. Hatta sınırlar ötesine, Kuzey Irak ve Suriye’ye kadar uzanan oldukça kalabalık bir medeniyetin var olduğunu kanıtlamış durumda insanoğlu.

Göbekli Tepe sütunları kalıntıları şanlıurfa arkeoloji arkeolojik kazılar
Göbekli Tepe Sütunları, Şanlıurfa

Göbekli Tepe kalıntılarında Ön Türklerin yaşam izleri

  • Bulunan onca kalıntının üzerinde Ön Türkler tarafından kutsal sayılan pek çok simge kullanılmış.
  • Turna kuşunun resmedilmiş olması
  • Şahmeran benzeri yılan figürlerinin resmedilmiş olması
  • Ön Türklerde baharın sembolü olan Kün-Ay sembolüne rastlanmış olması
  • Ön Türklerde varlıkları temsil eden ses-heceler bütünlüğü olan tamgalar
  • Ön Türklerde yeniden doğuşu simgeleyen ana oğul sembolü olan Ant Kadehi ve Umay Ana sembolü
  • Bulunan birçok dikili taşta sembol benzerlikleri

Bir arada yaşanmışlığın, güçlü muhafız alaylarının ve bir o kadar iletişim ağındaki gücün, mimari yapılarının şu anki teknolojide bir izahı olmadığını da anlamış oluyoruz.

Bir diğer ayrıntı ise; atalarımızın akıl ile imanı çok başarılı bir şekilde bir araya getirmiş ve birbirine saygılı ve bağlı bir anlayışa sahip olduklarını da anlamış oluyoruz bu bulgu ve bilgilerle.

Yukarıda vermiş olduğum bilgilerle dünya üzerindeki pek çok özelliğin ilk kez Ön Türklere ait olduğunu ve Anadolu topraklarında gerçekleşmiş olduğunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor. Neden mi?

Kurtuluş mücadelesi öncesi ve sonrası ittifak devletlerinin tarih boyunca Anadolu’yu işgal için kullandıkları azınlık hakları, tehcir kanunu ile zorunlu göç sebepleri vs. derken en yakın tarihte yapılan Sevr Antlaşması’nın o meşhur 7’nci maddesi; doğuda Ermeni Devleti kurulması için uçan kuşu bahane edecek olan ittifak devletlerinin bu madde altında aslında görünmeyen tarafı; ‘biz sizlerden önce o bölgelerin sahibiydik ve bizim olanı alıyoruz’ mesajıdır.


Çok öncelere dayanan inançla; Hristiyanlar Helenistik dönemlerde, Yahudiler ise Tevrat’ta Anadolu’nun kendilerine vaat edilen topraklar olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu yeni keşifle bu bağ da çürümüş oluyor.

Ege’ye bir gezi: Manisa Salihli’de Sardes Antik Kenti

Kula evleri ve peri bacaları ile zamanda yolculuk

Nazca Çizgilerinin Sırrı


Nihal Çalışkan
1980 Nisan doğumlu. Kendini ve hayatı keşif sürecinde, hayatına giren her bir ruhta kendini buluyor. Dünün dünde kaldığını hatırlatıyor bazen kendine, bugünü, anı yaşamanın keyfini sürmek en büyük derdi. Bilinmeyen on yüz bin ihtimalli yarına umutla ve keyifle ve neşeyle ve merakla gözlerini dikmiş durumda. Bilinmeyeni öğrenmek, görünmeyeni görmek, duyulmayanı duymak çabasında. Farkındalıklarını artırıyor ve şifa ve şefkat ile bazen hırçın, bazen deli dolu, bazen sakin, bazen çocuk gibi bazen çok keyifli ve bazen de uzun uzun susarak sadece sevmeyi bilen kalbi ile yaşıyor…