Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’si eskiyor mu? (4. Bölüm)

29 Mayıs Gezi olayları… 17 ve 25 Aralık yolsuzluk operasyonları… Tapeler, tutuklamalar, Bakan istifaları, 10 bine yakın polisin sürgün edilmesi, savcıların görevlerinden alınması… Böylesi bir ortamda Kılıçdaroğlu’nun yeni CHP’si yerel seçimlerde neden başarılı olamadı?

chp belediye yerel seçim adayları kolaj

Yazı dizisinin ilk bölümü için tıklayın

65 yaş hediyesi mi?

17 Aralık 2013… Tüm gün herkes yolsuzluk soruşturma dalgasını konuşuyordu. O gün aynı zamanda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 65. yaş günüydü. CHP lideri kimden nasıl bir doğum günü hediyesi aldı bilinmez ama AK Parti ile Erdoğan’ın yaşadığı bu sıkıntı, onun için yakın zamanda unutulmaz bir armağana dönüşebilirdi.

CHP yönetimi aynı gün içinde bir yandan yolsuzluk soruşturması ile ilgili olan bitenleri izliyor, bir yandan yıllardır devirmek istediği kaleyi, başkent Ankara’yı ele geçirmenin planlarını yapıyordu. Yeni CHP‘de isimlerin ve yönelimlerin yenileneceği elbette sır değildi. Ancak Ankara’da Melih Gökçek‘in 20 küsur yıllık saltanatını bitirmek için ortaya çıkan ismin eski bir MHP’li, Mansur Yavaş olması tepkiyle karşılanacaktı. Yavaş 2011’de MHP liderliğine soyunduğunda lideri Devlet Bahçeli‘yi, “Partiyi CHP’lileştiriyorsun” diye eleştirirken iki yıl sonra kendisini CHP ile konuşurken bulmuştu. Basın, bu sürpriz ismin adaylığını konuşurken Kılıçdaroğlu da henüz yeni yeni örgütün nabzını yokluyordu.


mansur yavaş kemal kılıçdaroğlu chp
Mansur Yavaş, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte

“Seçimi kazanmak için ne gerekiyorsa yapacağız” diyen Ankara İl Başkanı Zeki Alçın, Genel Başkanı’na adaylık konusunda tam destek veriyordu. Sonuçta Genel Başkan kendisine bu isimle çalışacaksınız dediğinde bir il başkanının yapacak çok şeyi olamazdı. Tepkiler daha yukarıdan gelecekti. Grup Başkanvekili Muharrem İnce, Mansur Yavaş ismini, “Şu sağa açılma modasından ben de rahatsızım” sözleriyle ilk eleştirenlerdendi. Aynı şekilde bir dönem Ankara Büyükşehir Başkanlığı da yapmış (soldaki son Ankara Belediye Reisi de denilebilir) Eski Başbakan Yardımcısı ve partinin önde gelen isimlerinden Murat Karayalçın da Mansur Yavaş tercihini eleştiriyordu. Yavaş’ın kendisiyle 2009’da girdiği belediye yarışında bir “komplo” anketi yayımladığını, bu anketin ise Ankara’yı yeniden Gökçek’e emanet ettiğini iddia ediyordu.

CHP, bir yandan adayları yoklarken, bir yandan da ülkenin tabiri caizse fokur fokur kaynayan gündemini takipteydi. Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının hükümetin müdahalesi olmaksızın sonuna dek götürülmesini istiyordu. Kılıçdaroğlu, KON TV’de çıktığı programda “Deniz Feneri savcılarının başına gelen inşallah bu savcıların başına gelmez, olayı yakından izleyeceğiz” yorumu yapmıştı. O endişe, çok geçmeden kendini gösterecek, gerçek olacaktı. Bir gün sonra Radikal gazetesinin sorularını yanıtladığında savcılar değil ama Emniyet Müdürleri görevden alınmıştı. CHP lideri bunun endişe verici olduğu söylüyor, Bakanların programlarını iptal etmelerini “Kendine güvenen insan neden günlük hükumet işine devam etmiyor? Sadece bu bile suçluluk kompleksini gösteriyor” sözleriyle izah ediyordu.

Başbakan Erdoğan’ın yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının eleştirirken sarf ettiği “Devlet içindeki çete” sözleri için ise “Çete görmek istiyorsa, Bakanlar Kurulu’ndaki arkadaşlarına baksın, çete orada” açıklamasıyla yüklendikçe yükleniyordu. İki gün önce Mevlana’nın kentinde, Şeb-i Arus töreninde el sıkışan ikili için bundan böyle belki de yan yana gelmek o kadar kolay olmayacaktı. Mevlana’nın yüzyıllar önce dediği gibi aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirdi.

beyaz saray chp heyetler krizi

37 yıl sonra bir ilk ve Heyetler Krizi

37 yıl sonra yaşanan ilk ise bir CHP Genel Başkanı’nın ilk kez ABD’ye, hem de seçimlere kısa bir süre sonra düzenleyeceği ziyaret oldu. 17 Aralık’tan 17 gün önce, Kasım’ın sonunda gerçekleşiyordu ziyaret. Kılıçdaroğlu daha önce bürokratlık döneminde ABD’ye gitmişti ancak bir siyasi parti lideri sıfatıyla ülkeye düzenlediği ilk geziydi bu.

Heyet kendisi ile birlikte 12 kişiden oluşuyordu. Hürriyet’ten Tolga Tanış’ın haberine göre Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran Eylül’de Washington’a gitmişti. Ziyaretin kapsamını belirlemek için temaslarda bulunmuştu. Doğal olarak son ana kadar onun da heyette yer alacağı düşünülüyordu. Oran, Beyaz Saray’da Eylül’de yapılan görüşmede Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt konusunun ele alındığını, Amerikan tarafının hükumete e-muhtıra veren Büyükanıt’ın en üst düzeyde emekli edilmesine ilişkin bir açıklama dile getirdiğini söylemişti. Beyaz Saray’dan yalanlama gelince CHP de bir düzeltme yayımlamıştı. Beyaz Saray ile CHP arasında daha ziyaret başlamadan ortaya çıkan gerilimi bitirmek için Oran’ın heyetten çıkarıldığı yorumları yapıldı. Bu, heyetle ilgili basına yansıyan ilk sorundu.

sözcü gazetesi chp abd amerika ziyareti heyet akreditasyonu manşetBir diğeri ise Kılıçdaroğlu’nun gezisini takip edecek gazeteci heyeti ile ilgiliydi. Türkiye’den Kılıçdaroğlu’na 15 gazetecinin eşlik edeceği duyurulmuştu. Ancak listede Sözcü gazetesi yer almıyordu. Zaten Başbakan Erdoğan’dan ambargolu olan gazete, akreditasyon listesinde adını göremeyince meseleyi manşetine taşıdı. Kılıçdaroğlu’nu Başbakan Erdoğan ile kıyaslayarak “Aslında yok birbirinden farkları” cümleleriyle (kendine has fotomontaj tekniğini kullanmayı ihmal etmeden) haberleştirdi. Gazeteyi okuyanların hatırı sayılır bir kısmının kendilerini Atatürkçü, Kemalist olarak tanımladığı düşünüldüğünde, hem de yerel seçimler arifesinde bir sorun daha ortaya çıkmıştı. Sonuçta ortalama okuyucusu 280 bin olan bir gazetenin böylesi bir geziye çağrılmaması neresinden bakılırsa bakılsın, hatalı bir halkla ilişkiler çalışmasıydı.

Ne olursa olsun (tüzüğüne emperyalizmle mücadeleyi yazan) Yeni CHP, ABD’yi yeniden keşfetmek istiyor, varlığını hatırlatma ihtiyacı duyuyordu. Bu biraz da Suriye iç savaşının artık Türkiye’nin kapısına dayanmasıyla alakalı olduğu kadar, yaz ayında Türkiye’yi saran Gezi Eylemleri ile de bağlantılıydı. Zaten Kemal Kılıçdaroğlu da ziyaretinin asıl unsuru olarak Gezi‘yi ön plana çıkarıyordu. Gezi ile birlikte yurtdışında muhalefete ilgi duyulduğunu, iktidarın baskıcı yönünün görüldüğünü söylüyordu.

Kılıçdaroğlu ABD

Washington temaslarında Kongre ve kanaat önderlerinden değil ama yönetimden isimlerle yapılacak görüşmelerin düzeyinin düşük olması ise “ABD’de muhalefet partileriyle resmi görüşme yapma geleneği yoktur” sözleriyle açıklanıyordu. Obama’nın Ulusal Güvenlik Avrupa Danışmanı Karen Donfried ve Beyaz Saray Türkiye Masası Şefi Christina Bobrow ile bir araya gelecekti Kılıçdaroğlu. Temel soruları vardı ikilinin… CHP’nin ekonomiden, çözüm sürecine, yerel seçim politikalarından, dış siyasete değin bakış açısını merak ediyorlardı. CHP lideri ise Türkiye’deki demokratikleşme paketini yeterli görmediklerini söylüyor, yerel seçimler için AK Parti’nin elindeki ya da ortadaki yedi kenti (İstanbul, Ankara, Adana, Bursa, Mersin, Hatay, Balıkesir) CHP’nin kazanabileceğini belirtiyordu. Merkez Bankası‘nın özerkliği dikkate alınarak yeni bir makro ekonomi yaklaşımı sergileyeceklerini, dış politikada ise barışçıl bir yol izleyeceklerini anlatıyordu.

Söz gelimi Mavi Marmara kriziyle bozulan ve bir türlü toparlanamayan İsrail ile ilişkilerin düzeltilmesini savunduklarından bahsediyordu. CHP, Amerikan yönetimine nasıl bir siyasal alternatif olduklarının resmini çiziyordu adeta. Ama mühim olan Türkiye halkı için nasıl bir alternatif teşkil edeceklerini anlatmakta saklıydı. O yüzden Ankara Belediye Başkanlığı adaylığı kadar hayati öneme sahip olan İstanbul için aday belirlemenin vakti gelmişti. 1994’ten beri ele geçirmek istedikleri mega kent için uzun süredir kulislerde konuşulan ismi açıklamak ise Washington gezisine nasip oldu. Partinin Washington temsilciliği açılışında CHP‘nin yarışa Mustafa Sarıgül ile gireceği ortaya çıkacaktı.

Adaylar belli oluyor, 25 Aralık patlıyor

Kılıçdaroğlu Sarıgül

Daha önce CHP’den ihraç edilen Mustafa Sarıgül’ün adaylığı kesindi. Seçim sloganı “Ötekisi Olmayan İstanbul” olarak belirlenmişti. Tam da Türkiye’nin iktidar eliyle biz ve onlar ikilemine sürüklendiği bir zaman diliminde seçilen slogan anlamlıydı. Sarıgül, yaklaşık 15 yıl boyunca İstanbul’un en kalabalık ve popüler ilçelerinden Şişli’yi yönetmişti. Belediyecilik nedir iyi biliyordu. 1999’da yüzde 38,2’lik oy oranıyla ANAP’tan aldığı Şişli’de daha sonra oylarını neredeyse yüzde 70’lere kadar yükseltmişti. Adı daha önce de İstanbul için geçmişti. Yıllardan beri CHP liderliğine gözünü diktiği de sır değildi. Adaylığı ve İstanbul’u kazanma ihtimali hem onun hem CHP’nin hem de Türkiye siyasetinin gidişatını belirleyecek nitelikteydi. CHP’ye yeniden dönüş yolu İstanbul adaylığıyla açılmış oldu.

Ankara için Mansur Yavaş ismi ise çok daha fazla tartışmaya neden olacaktı. Kılıçdaroğlu’nun danışmanı Şükrü Karaca “Mansur Yavaş partimize hayırlı olsun” tweeti attıktan sonra partiden istifa etti. Adaylığa Karayalçın ve İnce’nin ardından İstanbul vekili Sebahat Akkiraz da “Zannımca partimizde artık aday olmak için ilk kıstas sağcı olmak” sözleriyle karşı çıkıyor, Kılıçdaroğlu’nun tercihlerini eleştiriyordu. Yine de bu eleştirilere rağmen Yavaş’ın adaylığı Parti Meclisi’nde de kabul edildi veya ettirildi ve sosyal demokrasiyi memleket sathına yayacağını söyleyen Kılıçdaroğlu’nun Yeni CHP’si oyuna sağ bir adayla girmeye karar verdi. Kuşku yok ki; CHP’liler Gökçek’i ülkücülerin de oylarını alarak yenebileceğini düşünüyor, bunun için Beypazarı’nda başarılı bir belediyecilik geçmişi olan Mansur Yavaş’ı kendi parti vitrinlerine taşıyorlardı. Ankara o kadar çok isteniyordu ki; Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş ile çıktığı seçim gezisinde otobüsten halkı selamlarken bozkurt işareti bile yapıyordu.

Adaylar ve yerel seçim konuşulup tartışılıyordu ama Türkiye bir yandan da yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarının şokunu yaşamaya devam ediyordu. Devam ediyordu çünkü 17 Aralık‘tan sonra 25 Aralık‘ta da bir başka operasyon düzenlenmişti. Bakan çocuklarının ardından bu kez sırada Başbakan’ın oğlu Bilal Erdoğan vardı. Savcı Muammer Akkaş suç işlemek amacıyla örgüt kurmak/yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet suçlamalarıyla 96 kişiye açmıştı soruşturmayı. 41 kişilik bir gözaltı listesi hazırlandı. Bilal Erdoğan için de şüpheli sıfatıyla “ifadeye çağrı” hazırladı. Ancak Emniyet, Savcı’nın o talimatını yerine getirmeyecekti. Bilal Erdoğan ifadesini 42 gün sonra verecekti. Tabii Akkaş’ın yerine atanan yeni savcılara…

Bilal Erdoğan (620x460)

Tutuklamalar oluyor, Bakanlar istifa ediyor, 10 bine yakın polis sürgün ediliyor, savcılar görevlerinden alınıp başka şehirlere tenzili rütbe ile gönderiliyor, HSYK Adalet Bakanı’na bağlanıyor, dinlemelerde TİB Başkanı tek yetkili yapılıyordu. Böylesi bir ortamda CHP Genel Başkanı eleştirilerini sürdürmeye devam ediyordu.

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone ile bir öğle yemeğinde bir saat 15 dakika boyunca bu operasyonları konuştu. Büyükelçi görüşmenin sonunda “Gelişmeleri izliyoruz, şeffaflık ve dürüstlük demokrasilerde önemlidir” diyerek bu vasıtayla hükumete de mesaj gönderiyordu. Bu Kılıçdaroğlu’nun Ricciardone ile bir ay içindeki ikinci buluşması olarak kayıtlara geçti. CHP liderine göre gerçeklerin sonuna kadar gidilmeliydi. O günün bir başka gerçeği ise her ne kadar ziyaret önceden planlandı denilse de, CHP ile ABD arasındaki dolaylı yakınlaşmaydı.

Kılıçdaroğlu Ricciardone
Kılıçdaroğlu, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone ile (2013)

Tam da yolsuzlukların konuşulduğu böylesi bir dönemde Erdoğan işin arkasında dış mihraklar olduğunu söylüyor, Kılıçdaroğlu da “Para sayma makinelerini de mi dış mihraklar koydu?” diye soruyordu. Amerikan Büyükelçisi’nin ise 17 Aralık günü AB Büyükelçileri ile bir araya gelerek “Halkbank’ın İran ile ilişkilerinin kesilmesini istedik, dinlemediler, bir imparatorluğun çöküşünü izliyorsunuz” dediği iddia edilecek, Büyükelçi o iddiaları yalanlarken Başbakan Erdoğan Samsun’dan çok sert cümlelerle yüklenecekti: “İşinizi yapın. Büyükelçiler bazı provokatif eylemlerin içerisine giriyorlar. Eğer görev alanınızın dışına çıkarsanız bu hükümetlerimizin yetki alanında olan yere kadar gider. Biz sizleri ülkemizde tutmaya da mecbur değiliz. Eğer sizin ülkelerinizde de bizim büyükelçilerimiz bu tür oyunların içerisine giriyorsa siz bize haber verin, sizin göndermenize gerek yok biz alırız.” Bu sözler Ankara ile Washington hattında ortamı iyice gerecekti.

Gülen CHP’ye oy istedi iddiaları

Tabii işin bir de Gülen Cemaati boyutu vardı. 2005’te henüz milletvekiliyken Fethullah Gülen‘in okullarda militanlar yetiştirerek devlette kadrolaşmayı amaçladığını söyleyen ve Meclis Başkanlığı’na araştırma önergesi veren Kemal Kılıçdaroğlu, AK Partililer tarafından seçimler öncesi cemaat ile işbirliği yapmakla suçlanıyordu.

Fethullah Gülen chp nur cemaati
Fotoğraf: Selahattin Sevi

O AK Parti ki; cemaatle arası bozulmadan önce Gülen’in düzenlediği Türkçe Olimpiyatları‘nın logosunu Türk Lirası’nın arka yüzüne bastırmıştı. O AK Parti ki; Gülen’den hep “Beyefendi, Hoca Efendi” diye bahsetmiş, kendisine dair yapılan hemen her sohbette gözler yaşarmış, sadece sempati beslemekte kalınmamış yıllar yılı dolaylı ve isimsiz bir koalisyonun ortağı olarak bellenmişti. Siyasette gerçekten de bazı anlarda Demirel’in sözü yerini buluyordu, dün dündü, bugün de bugündü. Hizmet hareketinin yaklaşık 25 yıl içinde bulunmuş, AK Parti’ye yönelik operasyonlarla birlikte bağını koparmış Zaman Gazetesi‘nin eski yazarı Hüseyin Gülerce‘ye göre de Erdoğan’a bedel ödetme niyetinde olan Gülen, CHP adına oy istiyordu.

Kılıçdaroğlu’nun Gülen ile işbirliğine yanaşmasını en çok da 25 Şubat’taki tarihi bir gelişmeye dayandırıyorlardı. O tarihi gelişme ülke gündemini üç aydır meşgul eden yolsuzluk operasyonu ile ilgiliydi. Erdoğan’lar olduğu iddia edilen iki kişinin konuşma kayıtlarının ortaya çıkmıştı. Dinlemeyi yapanın da, kayıtları internet ortamında paylaşanın da Gülen cemaati olduğu öne sürülüyordu. Başbakan ile oğlu Bilal Erdoğan arasında operasyon haberlerinden hemen sonra yapıldığı iddia edilen bu telefon görüşmeleri hakkında yayın yasağı gecikmemişti ama CHP lideri Kılıçdaroğlu grup toplantısının neredeyse tamamını bu kaydın yayınlanmasına ayırmıştı. Kimi uzmanlara göre arada ittifaktan çok şartlar doğrultusunda ortaya çıkmış beklenmedik bir çıkar/iş birliği vardı.


CHP yükselişte, Ak Parti birinci

İşte böylesi bir iklimde gidiliyordu seçimlere… Tabi siyasetçiler kadar yaşanan gelişmeler ışığında araştırma şirketleri de neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor, tahminler yürütüyordu. Şubat’ın ilk yarısında 4 farklı araştırma şirketi partilerin oy oranını açıkladı. ORC Araştırma‘nın gerçekleştirdiği yerel seçim anketi dikkat çekiciydi.

Yapılan seçim anketine göre AK Parti‘nin yerel seçimlerdeki oy oranı yüzde 45 civarında görülüyor, CHP‘nin oy oranı ise yüzde 30’a yakın duruyordu. Yolsuzluk Operasyonu sonrası merakla beklenen seçim anketi çalışmaları, özellikle yerel seçimlerin de yaklaşmasıyla birlikte, ardı ardına yayımlanmaya devam etti.

Erdogan Samsun

AK Parti, İstanbul ve Ankara’da mevcut başkanlarla devam etme kararı almış, İzmir’de eski kabinenin en önemli isimlerinden Binali Yıldırım’ı aday göstermişti. CHP ise 2004’ten bu yana partiden ayrı kalan Mustafa Sarıgül‘ü tekrar saflarına katarak İstanbul’da, Ankara’da ise MHP’nin 2009 yılındaki büyükşehir adayı Mansur Yavaş‘ı aday göstererek oldukça iddialı (ve bir o kadar tartışmalı) bir şekilde seçim yarışına girmişti. Anketler arasında CHP’nin hanesine en çok oyu yazan Gezici Araştırma şirketiydi. Gezici’nin anketi AK Parti’yi yüzde 39,9 ile hayal kırıklığına uğratıyor, yüzde 31,3’lük oran ile ise CHP’ye bol keseden umut dağıtıyordu.

Gezi, tape ve kaçan fırsatlar

Haziran direnişinden beri Türkiye’de siyaset, muhaliflerin izlediği tutum, sokağın sesi ve alternatif siyasi mecralar üzerinden yükselen çığlıklar, iktidarın ötekileştirici tavrı karşısında kararlı bir duruş sergiledi sergilemesine ama bu yeniden örgütlenmeyi kotaracak, kendi bünyesinde toparlayacak, kısacası omuz verecek bir siyasi yapı, dahası siyasal bir aktör ortaya çıkmadı.

Gezi Pankart

Türkiye bir yıl içinde hem tarihin en büyük eylemlerine sahne olmuş hem de tartışmalarıyla birlikte bir dizi yolsuzluk haberi ortaya dökülmüştü. Buna rağmen sokağa çıkanlar kendilerine bir adres bulamıyor, kerhen sandığa gidiyor, Türkiye’deki kutuplaştırma siyaseti de bir parça işe yarıyor, iktidara oy verenler Erdoğan’ı ödüllendirirken onun resmettiği yakıp-yıkan ve ülkenin iyiliğini istemeyen şu çapulcuları, memleketin nankör çocuklarını ise cezalandırıyordu.

Huzur ve istikrar bozulmamalıydı, topluma pompalanan algı bu yöndeydi. Ana muhalefet lideri ise ülkede huzur olmadığı gerçeğini yanlış cümlelerle anlatıyor, seçmene farklı bir Türkiye’den bahsetmek yerine sadece günün eleştirisini yapıyordu. Yolsuzluk soruşturmaları sonrası, hele hele Şubat’ta tapelerin de ortaya çıkmasıyla toplumsal güvenin bu kadar sarsıldığı günlerde artık siyasetçiler ile halk arasındaki o kalın duvarı yıkabilen yoktu.

Söz gelimi Kemal Kılıçdaroğlu o meşhur tape kayıtlarının baştan sona grup toplantısında dinletildiği gün, çok başka bir konuşma yapabilirdi. İktidarın haliyle ve oğluyla dalga geçmek yerine koca memleketin düştüğü hale samimiyetle üzüldüğünü söylese ve Yeni CHP‘yi anlattığı kadar yeni bir siyasetten bahsetse kafaların AK Parti seçmeninde bile bir hayli karışık olduğu bir günde kendisine destek bile bulabilir, en azından işe o kafaları iyice karıştırmakla başlayabilirdi. 24 Şubat akşamı ortaya saçılan o kayıtları dinletmek yerine, gün ışığında iktidara gelenlerin gecenin karanlığında çevirdiği işlerden bu kadar sık bahsetmek yerine gelecekten bahsedebilirdi.

Sadece son bir ay içinde adaletten, istihbarata, özel hayattan, internete kadar birçok mühim alanda; meclisin sürekli kanun çıkardığı bir ortamda, yerel seçimlerin hemen arifesinde köşeye sıkışmış iktidarı daha fazla köşeye sıkıştırmak için esas yapılması gereken, siyaseten umudunu yitirmiş koca bir kitleyi hedef almaktı.

2014 Şubat’ı itibariyle işsizlik oranı yüzde 20’lere dayanmış, işsiz sayısı 5 milyon 288 bini bulmuş, Türkiye dünyada işsizlik ortalamasının üzerine çıkmış, her 6 saatte bir insanlar iş kazasında hayatını kaybeder hale gelmişti. Ailelerin yüzde 93’ü yoksul yüzde 77’si açlık sınırında, rant sağlayanlar ise her geçen yıl daha da zengindi. “Hırsızlık çetesi” adını verdiği iktidardan bu kadar sık bahsetmek yerine zaten bu tablonun başlı başına büyük bir soygun olduğundan dem vurabilirdi Kemal Kılıçdaroğlu. Siyasetçi ile halk arasındaki sizi bizi ortadan kaldırıp tam da o gün “biz” olmaktan bahsedebilirdi.

Madem İngiliz siyasetine bu kadar öykünüyordu, aynı gün hükümetin alternatifi olacak bir Gölge Kabine kurarak basının da ilgisine mazhar olabilir, gündemi kendisinin belirleyebileceğini kanıtlayabilirdi. 2002 genel seçimlerinde 11 buçuk milyonun oy kullanmadığını o gün tekrar hatırlatabilir, seçmenlerin bir oydan çok daha değerli olduğunu ve bunu sandıkta kanıtlayabileceğini söyleyebilir, önce tek tek şehirleri, ardından baştan aşağı tüm memleketi birlikte kurmaktan söz edebilirdi. Kentlere yönelik CHP politikalarını ayrı ayrı, sıkmadan insanları can evlerinden vuracak hayati detaylarla anlatabilirdi. Ama olmadı. CHP lideri bunu yapmak yerine kayıtları dinletti.

Ne sokaktaki ne meclisteki muhalefet kendilerini çoğunluğa anlatacak bir dil bulamamanın da faturasını ödüyordu bir bakıma. Gezi gençliğinin o zekâ dolu muhalefet dili ve sarkastik üslubu sosyal medyada retweetlenme rekorları kırabilirdi ama “bağzı” gerçekler öyle değildi. AK Parti, Gezi’de yitirdiklerini iki ay içinde nasıl yeniden toparladıysa yolsuzluk operasyonları için de bir benzeri yaşanacaktı. Siyaseten umudunu yitirmiş seçmen sayısı belki artıyordu. Ancak gidecek adres bulamıyorlardı. Bir başka deyişle CHP bu adreslerden biri olmuyordu.

30 mart 2014 yerel seçim sonuçları

Ve seçim sonuçları belli oluyor

30 Mart 2014’te Türkiye seçmeninin yüzde 75’inin yaşadığı 30 büyükşehirde AK Parti’nin oy ortalaması yüzde 45,9 olarak ölçülüyordu. İktidar toplamda 29 ilde yüzde 50’nin üzerinde oy almıştı. Yaklaşık 50 ilde ise yüzde 40’ın üzerinde bir oya ulaşmış durumdaydı. CHP’de ise hayal kırıklığı yaşanıyordu.

Mustafa Sarıgül, bir önceki yerel seçime göre İstanbul’da CHP’nin oy oranını artırmış olsa da, Kadir Topbaş‘ı devirememiş, Ankara’da Melih Gökçek ile zorlu bir yarış içine giren Mansur Yavaş çok az bir farkla geride kalmıştı. İddialı girdiği seçimde Akdeniz’deki kaleleri Antalya ile Mersin‘i de yitirerek önemli bir yara alıyordu CHP. Son üç yerel seçime bakıldığında CHP’nin oyları yüzde 18, yüzde 23 ve 28’di. 6 büyükşehir, 14 il ve 170 ilçede belediyeyi almış, Hatay, Yalova ve Burdur‘u kazanmıştı. Gelgelelim Artvin ve Ordu‘yu da kaptırıyor, Türkiye’nin belli bölgelerine iyice sıkışıyordu.

Kılıçdaroğlu döneminde büyük mesafe kat edilse bile ortaya çıkan rakamlar CHP’nin en önemli sorununun bu bölgelerden dışarı taşamama olduğunu ortaya koyuyordu. 2009 Yerel Seçimlerine göre artış olsa da, 2011 Genel Seçimleri’ne göre %0,4’lük de olsa bir azalma söz konusuydu. Ve tüm bu hayal kırıklığını AK Parti ve Erdoğan’a yönelik olumsuz bakış açısının en çok yoğunlaştığı dönemde yaşamak daha da acıydı. Oy devşirmek uğruna sağ ve cemaatle yapılan flört bile işe yaramamıştı.

Bunun anlamı aslında şuydu: Kılıçdaroğlu 17 Aralık’taki o yaş günü hediyesini kullanamamış, koşulların müsait olmasına karşın toplumun hatırı sayılır bir kısmı sandıkta CHP dememişti. Tam da AK Parti’nin onca yıllık iktidar döneminde kendini ilk kez savunuyorken, gündem onun aleyhine işliyorken CHP kendi gündemini yaratmayı bilememişti.

Elbette ülkede olan biten hakkında konuşulacak, özellikle operasyonlar karşısında iktidar olabildiğince köşeye sıkıştırılacaktı. Ancak seçim mitinglerinin bile hâkim sözcüklerinin hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet üzerine kurulu olması söz gelimi kentlere dair projelerden adam akıllı bahsedilmemesi eksi bir puandı. Bununla birlikte Yavaş, Ankara için projelerini 21 Şubat’ta açıklarken, İstanbul adayı Sarıgül projelerinin tamamını seçime 21 gün kala halkla paylaşıyordu. Geç kalınmıştı, örgütün hantal yapısı her şeye rağmen bir türlü dağılmamıştı. “Haydi, şu cahilleri bir güzel eğitelim” diyen seçkinci ulusalcılar ile “Yahu olmadı biraz da sağa göz kırparız” diyen ve kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayanların, aslında ‘hepimiz çok da iyi anlaşıyoruz’ yalanı daha ne kadar devam edecekti?

kemal kılıçdaroğlu yerel seçim

“Güçlenerek geliyoruz”

O soruya, CHP içindeki o mücadelenin ne olacağına dair bir yanıt vermek değil, apayrı bir yazının bir kitabın konusuydu. O yüzden şimdilik seçim sonrası açıklamalara bakmak kâfi. Çünkü seçim sonrası dudaklarından dökülen sözcükler tarihin tekerrürden ibaret olduğunu anımsatıyordu. Kılıçdaroğlu kameralar karşına geçip “Kimse unutmasın bu daha başlangıç, güçlenerek geliyoruz, ağır ağır sindire sindire” diyor, halka daha fazla gideceklerini, milletin vicdanına hep sesleneceklerini, bunu ise uyuyan vicdanları uyandırıncaya kadar yapacağını söylüyordu. Aslında bu açıklama bile bir anlamda seçmeni hor görmekle eş anlamlı değil miydi? Zira alt metninden “Büyük bir yanlış yaptınız ve şimdilik bu adamlara vicdanınız el verdi. Ama ben sizi o hatadan da döndürmeyi bilirim” cümlesi çıkıyordu sanki.

Aynı gün aynı saat gazeteciler kendisine partide kurultaya gidip gidilmeyeceğini sorduğunda kurultay koşulları oluşursa elbette gideriz cevabını veriyordu. Aslında Yeni CHP‘nin, hele hele seçim sonrasında takınılan tutum ve açıklamalar göz önüne alındığında yoktu eskisinden bir farkı… Öyle ya; eski lider Deniz Baykal da bir önceki yerel seçimlerde CHP’nin ‘gücünü gösterdiğini’ iddia etmiş, oy oranlarını 1999 yerel seçimleriyle karşılaştırıldığında artırdıklarını, 2002 genel seçimiyle karşılaştırıldığında da koruduklarını savunmuştu.


Evet, CHP bir kez daha yenilmişti. Sırada yeni bir seçim daha vardı, Türkiye’nin ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi… Hep denemişti, hep yenilmişti şimdi bakalım daha iyi yenilebilecek miydi o Yeni CHP?

Yazının 1. Bölümü için tıklayın

Yazının 2. Bölümü için tıklayın

Yazının 3. Bölümü için tıklayın


Dora Mengüç
Orhan Veli’nin bir belediye çukuru yüzünden öldüğü 14 Kasım 1950’den tam 34 yıl sonra İstanbul’da doğdu. O gün Türkiye Futbol Takımı, İnönü Stadyumu’nda İngiltere’ye 8-0 yenildi. Çocukluğu Beşiktaş ile Kadıköy arasında geçti. Bir zamanlar Taş Mektep diye anılan Göztepe Pansiyonlu İlköğretim Okulu’ndan mezun oldu, Nazım Hikmet’ten tam 80 yıl sonra. Şiiri ve edebiyatı seviyor, 13 yıldır gazetecilik yapıyor. Bilgi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansına devam ediyor. Siyasete, topluma, dünyaya, kadına ve hak ihlallerine dair haberlerle ilgileniyor. Mengüç; evli, pek mutlu, biraz kızgın ve olabildiğince gezgin yaşantısına “enseyi karartmadan” devam ediyor.