Nefret ettiğim bir insan yok! Bir konuşmamızda konu nefrete geldi” dedi. “Nefretin de sevgiden doğabileceğini daha doğrusu sevginin de nefretin de birer enerji olduğu ve birbirine dönüşebileceğini söyledim. Kabul etmedi…
“Nefreti nasıl tanımladığına bağlı” dedim. “Küçücük çocuklara tecavüz edip öldüren ve ‘Yine yaparım çok da zevk duyarım’ diyen bir adama duyduğun hissin adı nefret ise sevgi ile pek alakası olduğunu söyleyemeyiz, öyle değil mi? Belki de senin sevgiden doğduğunu söylediğin duygu; tatminsiz kalan veya suistimal edilen sevginin sonucunda hissedilen öfkedir.”
“En beklemediğin kişiden gelen, mideni bulandıran bir hareket ona duyduğun sevgiyi nefrete dönüştüremez mi?” diye sordu.
“Mümkün” dedim.
Arkadaşımın o gün dediği şeyin, ufak veya büyük çapta türlü tezahürlerini her birimiz yaşamışızdır diye düşünüyorum. Peki, son tahlilde öfke ile nefreti birbirinden nasıl ayırabiliriz?
Sözlükteki anlamına bakalım: Birinin kötülüğünü istemeye varan tutku. Yok etme isteğine varan bir yadsıma. Sevmeme.
Bir de Öfke’ye göz atalım: Engelleme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, hiddet, gazap. Kendisine karşı bu duyguları en yüksek mahiyette hissettiğimiz muhatabımızdan nefret ediyor muyuzdur?
Öfkelendiğim insanları buluyorum. Beni (hakikaten ya da galatıhissimin oyunu olarak) engellemişler, incitmişler. Ben de zaman zaman onlara saldırgan bir tavır, çoğunlukla pasif direniş sergilemişim. Ama evet, onları hatırlıyorum.
Biraz evirip çevireyim şu durumu. Nefret ettiğimiz bir kişi/şeye karşı her zaman öfkenin eşlik etmediği bir durum bulmaya çalışıyorum zihnimde. Öyle bir bir insanı bulamıyorum. O yüzden nesneler dünyasında geziniyorum. Buldum! Bamya yemeğinin tadından nefret ediyorum. Ama ona öfkeli miyim? Sanmıyorum. Aslında onun kötülüğünü de istemiyorum, yeter ki o tadı duyumsamayayım. O halde tanım “kötülüğünü istemek” kavramını da kapsıyorsa, ben bunun dışına mı çıkmış oluyorum? Yarım hatta çeyrek nefret ediyorum(!).
Çok ama çok sevdiğim bir insanla bu aşamaya geldim mi hiç? Bana isteyerek ve keyifle zarar verdiğinde, ona vurmak içimden gelmiş. Ama hiçbir zaman gerçek manada kötülüğünü veya ölmesini isteme noktasına gelmemişim. O halde deminki keşfimin doğruluğunu onaylamış bulunuyorum: Nefret ettiğim bir insan yok.
“Mümkün” dedim ona. “Ama bunu en iyi kendin anlayabilirsin. Ben, bunu samimi özür karşılığında, duygularımın olumlu yönde değişip değişmemesini gözlemleyerek anlayabilirim. Kendi adıma; muhatabımda yürekten, hakiki bir pişmanlık gördüğümde içimdeki buzlar eriyorsa, o ana kadar hissettiğimin nefret değil ciddi boyutta öfke olduğunu anlıyorum.”
Ve de duyguların tanımlarının bir evrenselliği olmadığını seziyorum. Mevlânâ’nın “Ben ol da bil” sözüne duyduğum saygıyla, “Her şey mümkündür!” demekle yetiniyorum.
İlgili yazılar
Sönen büyük hayatlar yaşıyoruz genç yaşımızda