Beyrut, Paris olma sevdasından vazgeçeli çok olmuş… Bir Ortadoğulu ile Avrupalının evliliğinden doğan yorgun ama yaramaz bir kente benzettim yüzünü…
Nihayet, Beyrut’ta geçen dört günün sonunda aklımda kalanları yazmak için masanın başına geçtim. Birleşik Arap Emirlikleri’nden kalkan uçakla, sakıncalı hava sahalarına girmemek kaydıyla, dört buçuk saatten fazla süren bir yolculuk sonunda Refik Hariri hava limanına vardık.
Hikayeme neden mi havaalanından başlıyorum çünkü bana göre anlatılması gereken bir yer. Resmi bir iş gezisine katılmak amacıyla, kaldığım ülkeden Beyrut’a tek başıma gelince, Türk grubuna eşlik eden özel korumalı güvenlik duvarını kendi kendime delmiş oldum. Burada da körfez ülkelerinden alışkın olduğum adam sendecilik ve bürokrasideki yavaşlık beni şaşırtmadı. Ama pasaport kontrolünde bir türlü sıra gelmeyince, komando kıyafeti giymiş resmi görevlinin, giyim tarzından Arap ülkesi vatandaşı olduğunu tahmin ettiğim bir kızı şarkılarla karşıladığını görünce yandık dedim. Zira gümrük görevlisi beni de uğurlarken bir hayli üzgündü. Bu üzüntüye, gittikçe yükselen bir ses tonuyla, azarlar gibi yapılan Arapça anons eşlik etti. Ardından ince bir kadın sesiyle Fransızca yapılan anons, bir önceki için özür diler gibiydi.
Taksilerde taksimetre yok ve sizi götüreceği mevkiinin belli bir fiyatı var. Güya pazarlık yaptım, ama tahminimce ederinin en az iki katı bir parayı dolar cinsinden ödedim. Kendi paraları da bol sıfırlı Lübnan Poundu. Sonraki günlerde otel taksisini kullandım ve gittiğim yerlerden beni alması için anlaştığım hoş sohbet taksi şoförü Edi’den yardım aldım. Edi dediğim arkadaş, Türklerin İngilizce bilmediğini söyledi. Diyecek bir şey yok Edi dediğin gayet net üç dil biliyor. Şahit oldum; kafede biri İngilizce sipariş veriyor, garson Arapça karşılık veriyor sonra konuyu Fransızca toparlıyorlar. Tarihi boyunca altı değişik kültürün istilasına uğramış olan Lübnan çok farklı kültür esintileri taşıyor. Asur, Pers, Yunan, Roma, Haçlı, Osmanlı ve en son da Fransız sömürüsünde kalmış. Arapça resmi dil, herkes İngilizce biliyor ve ikinci olarak kullanılan dil Fransızca. Çocuklar ilkokuldan itibaren üçünü de öğreniyorlar.
Beyrut Ortadoğunun Paris’i mi?
Bu küçücük ülkenin Ortadoğu’nun Paris’i mi bilmiyorum ama bir zamanlar altın çağını yaşamış ve şimdi eski günlerine geri dönmek ve ekonomisini toparlamak için mücadele ediyor. Uzun süre bölgenin ekonomi ve kültür merkezi olan şehir 1970’lerden sonra başlayan toplumsal ve siyasal karışıklıklar ve bu yüzden çıkan iç savaş (1975 – 1991) yüzünden büyük kayba uğramış. Bazı binalarda savaşın izlerini hala görmek mümkün. Savaş 1991 yılında sona erdiğinde Beyrut bir harabeye dönüşmüş ve 150.000 Lübnanlı can vermiş. 2006’da başlayan İsrail – Lübnan krizi sırasında Beyrut’un özellikle güney kısmı ağır hasar görmüş.
Sıcak ve misafirperver insanlar. Sohbet ettiğim ve savaş sonrası şehirde güvenlik sorunu var mı dediğim insanlar, bir şeye ihtiyacım olursa aramam için zorla cep telefonlarını yazıp verdiler. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim… Buranın da meşhur kıyı boyunca yürünecek bir “Cornich” yani kordon bölgesi var. Dağlarla çevrili Beyrut oldukça yeşil bir yer. Korniş bölgesi palmiyeleri ve cadde boyunca sıralanan yeni ve şık binalarıyla İzmir’i hatırlattı. Yürüyerek indiğim kordon bölgesine gelmeden önce Kadıköy’e benzettiğim cadde boyunca karşılıklı modern mağazaların sıralandığı Hamra bölgesinde dolaştım.
Savaş yorgunu şehrin bir yüzü çok canlı ve bakımlı. Dolaşırken, modern binalara, alışveriş merkezlerine ve tarihi eser kalıntılarına rastlamak mümkün. Şehir merkezinde, Roma harabeleri, Omari ve Mavi camiyi gördüm. Sokakta gördüğüm insanlar ve özellikle kadınlar çok bakımlıydı. Sokaklar lüks arabalarla doluydu. Cami ve kiliselerin iç içe olduğu yapılar karşıma çıktı. Lübnan yemekleri gerçekten çok güzel. Yerel lokantalarda yemeğe çalıştım ve yemek konusunda seçici olmama rağmen her ne yediysem bayıldım. Humus, tabouleh salatası, falafel, kebbeh (içli köfte), zahter baharatının kullanıldığı çeşitli hamur işleri, salatalar, kendilerine has künefelerini ve içimi harika olan Almaza biralarını sevdim. Tawleh (tavla) oynadım ve bizim içtiğimiz kahvenin tadını aratmayan Türk kahvesi içtim. Ara sıra boş bulunup insanlarla Türkçe konuşmak istemem bizle olan benzerlikleri yüzünden olsa gerek. Sanırım burada da Türk dizilerine duyulan hayranlığı anlatmaya gerek yok.
Beyrut mimarisi kültürü ve yemekleri ile görülmeye değer
Downtown dedikleri şehir merkezi Fransız mimarisiyle, Ortadoğu’nun renklerini taşıyan zarif taş binalardan, ferah caddelerden ve dünya markalarının sıralandığı mağazalardan oluşuyor. Güzel bir görünüme sahip Parlemento binası ve eski saat kulesi gibi şehrin imza yapılarının civarı iri yarı silahlı polislerle çevrili. Bu korunan yerlere giriş yapmak için kimlik göstermek durumunda kaldım. Konuşkan olanları da var ki fotoğraf çekiminde yardım aldım ve somurtanları da bana zamanında İsrail’de gezerken yaşadığım sıkı güvenlik önlemlerini hatırlattı. Sorduğunuz zaman olayların Suriye sınırına yakın Trablusgalp civarında yaşandığını söylüyorlar. Ama ben sadece şehrin güzel ve zengin vitrinini gördüm. Suriye sınırına yakın yerlerde Hizbullah askerlerinin sizi selamlaması mümkün.
Gece hayatı ve eğlence çok canlı. Gemmeyza denilen bölgesi Kadıköy, İstiklal caddesi havasında, yan yana sevimli barlar kafeler var. Buranın biraz ilerisinde Karaköy ve Cihangir havasında gece kulüplerinin ve restoranlarının olduğu Mar Mikhael bölgesi var. Eğlence güzergahında, gece trafiği İstanbul’u hiç aratmıyor ve ağır akıyor Dünya pek umurlarında değil gibi, hala kapalı yerlerde sigara içiliyor. .
Zaitunay Bay marina ve tanıdık isimli kafelerin yan yana olduğu, Kalamış’ın küçük bir kopyası gibi bir yer. Bu yol üzerinde Güvercinlik kayalıkları da görmeye değer dediler ancak ben işe koyulmam gerektiği için şehri keşif turlarıma burada son verdim.
Aklımda en çok ne mi kaldı oraya dair? Avrupa ve Ortadoğu sentezi mimarisi, Fransızca sokak isimleri, iyi İngilizce konuşan ama soyguncu taksicileri, güzel yemekleri ve renkli gece hayatı…
Bu durumda aklımda bayağı yer etmişe benziyor. Gitmeye ve görmeye değer bence…