Kadınlar ve tecavüz konusında; Tecavüz, taciz edilmemek, öldürülmemek vb. ahlaklı (!) kadının hakkıdır gibi yanlış anlamayı önlemek için şu noktaya açıklık getirmek gerekiyor: bu yazıda altı çizilmek istenen husus, ahlaklılığın, örtünmenin, cinsel sadakatin vb. kötü oldukları ve kadınların madun olmamak için ahlaksız, arsız, sadakatsiz vb. olmaları gerektiği değildir. Tam tersine, ahlak, din, siyaset vb. normların bizzat maduniyeti pekiştirmenin manivelaları olarak kullanılmalarıdır.
Yazının 1. Bölümü için tıklayınız
Kısa bir hatırlatmanın ardından, Sohbetimize kaldığımız yerden devam edelim. Bir önceki yazıyı, mağdur, madun ve zihniyet kavramları etrafında toplamaya çalışmıştım. Bu kavramlar birbirleriyle alakalı, birbirlerine yakın kavramlardı. Nitekim son haftalarda yaşanmakta olan taciz ve tecavüz vakaları da medyada çoğunlukla bir zihniyet sorunu olarak ele alınıyorlardı. Birçok yazarın kaleminde zihniyet (kavramı) mini etek giyen gece yarısı sokaklarda gezen kadının zihniyetinin yanlışlığından başlayıp, tecavüz ve tacize kodlanarak eğitilmiş erkek zihniyetinin sapıklığına kadar farklı anlamlar taşıyabiliyordu; ancak herkesin hemfikir olduğu tek husus tecavüzün basit kriminal bir suç olmayıp zihniyetle alakalı bir sorun olduğu yönündeydi.
Bizim sohbetimiz de bu noktadan başlamıştı. Tecavüz ve taciz bir zihniyet sorunuydu ancak, bu zihniyeti hafifmeşrep kadın ile sapık erkek zihniyetlerine indirgemeden tartışmamız gerektiğini konuşmuştuk. Bu zihniyet, tarihsel süreç içinde üretim ilişkileri bağlamında üretiliyordu. İnsanlığın avcı toplayıcılık döneminde başlayan ama asıl, sınıf farklarının keskinleştiği tarım toplumunda belirginleşen bu zihniyet, ilk başta, kadın ve erkeğin üretmek, üretimde bulunmak için gerekli enerjiye aynı kapasitede sahip olmamalarından kaynaklanıyordu. Henüz sanayi kapitalizminin olmadığı, üretmek için doğanın ve kendi kas kapasitesinin sağladığı enerjiden başkasına sahip olmayan toplumlarda kadın ve erkek arasındaki kas kapasitesi farklılığı üretim sürecindeki rollere de yansıyordu.
Keşke fark burada kalsa. On binlerce yıl süren tarım toplumu evresinde erkeğin kadına karşı doğuştan sahip olduğu kas kapasitesi farkı üretim sürecinde de bir farklılığa, üstünlüğe zemin hazırlıyordu; üstelik erkek, bu üstünlüğünü tüm toplumsal kurumlarda yeniden tesis etmeye, bu gücü, siyasetten dine, ekonomiden aileye tüm ama tüm toplumsal kurumlara taşır ve kuşaklardan kuşaklara bu ayrıcalıklarını taşıyarak pekiştirmeye başlamıştı…
O kadar ki artık kadın ile erkek arasındaki eşitsizlik, örneğin dinde, örneğin ailede, siyasette, ekonomide… Doğallaştırılan, evrenselleştirilen, kalıcı ve tersi düşünülemez hale getirilen bir eşitsizlik haline geliyordu. Tüm tek tanrılı dinlerde (ki üçü de tarım toplumunda ortaya çıkmıştır) erkeğin ayrıcalıklı konumu, ataerkil ailede erkek bireyin konumu, siyasetin bir erkek faaliyeti oluşu (kadınlara oy hakkının bile tüm dünyada görece yeni bir olgu oluşu) neredeyse tüm ülkelerde geçtiğimiz yüzyıla kadar üretim aracı sahipliğinin hatta genel anlamda ekonomik faaliyetin de erkek faaliyeti sayılması boşuna değildir. Kadın bu şemada madundur; bağımlıdır, asttır. tüm toplumsal kurumlarda bu eşitsizlik her kuşakta yeniden üretilir; kalıcı tersi düşünülemez, mümkün olamaz hale getirilir.
Bin yıllarca kadınlar bu yapıya ses çıkartmazlar. Çünkü hakim zihniyet, erkeğin siyasetteki, ailedeki, dindeki, ekonomideki üstünlüğünün doğal, evrensel, olması gereken bir düzen olduğunu söyler. Kadının erkeğe maduniyeti sadece olan değil, olması gereken, kutsal, saygın bir düzendir. Kadının saygınlığı da bu maduniyeti içselleştirmesinde gizlidir. Eşitsizliği yaratan üretim ilişkilerindeki farklılıklar çoktan unutulmuş, buradan kaynaklanan eşitsizlikleri yeniden üreten kurumların yarattığı zihniyet ve bu zihniyetin kadına yüklediği ahlak daha da belirleyici hale gelmiştir. Başka bir ifadeyle, on binlerce yıl öncesinde üretim ilişkilerindeki dezavantajlı konumun yarattığı zihniyet, şekil değiştirerek (bunu, üst yapı kurumlarında farklı veçhelerde yeniden üretilerek şeklinde de okuyabiliriz) artık bir zihniyet sorunu haline gelir: Saygın, namuslu, dindar, artık adına ne dersiniz bilmem iyi kadının taşıması gereken özellikler, izlemesi gereken kurallar bütünü olarak bu zihniyet ve bu zihniyetin ahlakı da onu sıkı sıkıya sarmalar.
Farklı bir şekilde yeniden tekrarlamaya çalışayım. Kadının maduniyeti, sadece erkeğin baskıcılığından türeyen bir ceberrutluk değildir. Aksine, ancak, kadınlar tarafından da paylaşıldığı ölçüde evrenseldir; ancak, kadınlar tarafından da içselleştirildiği ve paylaşıldığı sürece genel geçer bir zihniyet ve ahlak tartışması haline gelir. Ve çok yakın bir zamana kadar da bu maduniyet, kadın erkek, toplumun nerdeyse tamamı tarafından paylaşıla gelir; iyi, namuslu, ahlaklı, kuyruk sallamayan erkekleri tahrik etmemek için örtünen, anne – kadın işte bu maduniyeti bir fazilet olarak içselleştiren kadındır.
Bir yanlış anlamayı önlemek için şu noktaya da açıklık getirmek gerekiyor: bu yazıda altı çizilmek istenen husus, ahlaklılığın, örtünmenin, cinsel sadakatin vb. kötü oldukları ve kadınların madun olmamak için ahlaksız, arsız, sadakatsiz vb. olmaları gerektiği değildir. Tam tersine, ahlak, din, siyaset vb. normların bizzat maduniyeti pekiştirmenin manivelaları olarak kullanılmalarıdır.
Tamam teori sıktı biliyorum. O zaman söylemek istediklerimi bir kez de şöyle özetleyeyim. Eğer birileri geçtiğimiz haftalarda tecavüz edilen gencin kıyafetini ya da sokakta bulunduğu saati sorguluyorsa aslında sorgulanmak istenen şudur; tecavüz edilen genç; din, aile vb. tarafından çizilen ahlak normlarını çiğnemiştir. Bu ahlak kuralları tarım toplumunda erkekler tarafından konulmuşlardı. Lakin onların gücü erkekler tarafından konulmuş olmalarından değil, tersine, kadınlar tarafından da paylaşılıyor olmalarından kaynaklanıyordu.
O saatte dışarıda ne işi vardı? Sorusu bu açıdan masum bir soru değildir. İşte o meşum ahlak kuralını hatırlatır. Zaten ahlaklı olsaydı o saatte dışarı çıkmazdı. İmasını içinde taşır.
Yine döndük zihniyete, tam da bu nokta da bitirme zamanıdır. Tecavüz, taciz edilmemek, öldürülmemek vb. ahlaklı (!) kadının hakkıdır. Onun kullanabileceği bir ayrıcalıktır. Bu ahlaka uymadığı, üst yapı kurumlarında kadının maduniyetini bir fazilet olarak ona sunan bu zihniyette uymadığı sürece de tecavüz, o kurala uymayanın hak ettiği bir uygulama, bu kuralları bir fazilet olarak içselleştirememiş olan kadınlar içinse bir tehdittir.
Tecavüzü değil, sokağa çıkma saatini ya da mağdurun kıyafetini sorgulayanlar, Maduniyeti bir Fazilet haline getirmeyenlerin akibetinin ne olacağının diğer kadınlara gösterilmesi gerektiğini hatırlatmaktadırlar.
Oysa kapitalizm, başta da sanayi kapitalizmi, tarım toplumunun kutsal ailesini darmadağın etti. Aile bir üretim birimi olmaktan çıktı. Üretim birimi, artık bir üretim birimi olmayıp sadece tüketim birimi olan ailenin, kadın da dahil her bir bireyiydi. Artık sadece ve sadece ailesi içinde tanımlı anne – kadın gitmiş, yerine bir üretim birimi olan ve geçmişin o anne – kadınını sorgulayan birey – kadın gelmişti.
Üretim birimi haline gelen ve sanayi devrimi sonrasında adım adım üretim sürecindeki dezavantajlı konumunu dönüştüren birey – kadın, tarım toplumunun anne – kadınını tanımlayan üst yapı kurumlarını ve o kurumların zihniyetini, ahlakını tartışmaya açtı.
Son yaşanan olaylarda kadının kıyafetini ve sokağa çıktığı saati sorgulayanlar, tarım toplumunun anne – kadınını çevreleyen ahlakı, zihniyeti mazeret gösterirlerken günümüzün birey – kadını bu ahlakı, işte tam da bu zihniyeti tartışmakta, kendisine fazilet olarak sunulan maduniyeti boynunda taşımayı reddetmektedir.
İlgili yazılar
Boyun eğmiş kadın zihniyetiyle nereye?
Kadın cinayetleri ve tecavüze ceza indirimi yapılmayacak
Kadın ile erkek arasında iki önemli nokta!