Sanal gerçekliğin kötü tuzakları var hayatımıza, endüstriyel ürünleri tüketiyoruz evet ama duygularımızı da endüstriyel ürün misali tüketmeye başladığımız gerçeğini de vurgulamamız gerek. Sevgileri, hayatı, özlemleri hep anlık yaşayıp birer mamulmüş gibi hızlıca tüketip atıveriyoruz bir kenara. Endüstrileşen ihtiyaçlarımız algılarımız ve biz çağın en büyük hastalığı olan tüketim çılgınlığının birer kölesi miyiz?
Tüketmek bir doğa ve canlı davranışı olmakla birlikte ucunu kaçırıyor muyuz? Evet…
İhtiyaç ortaya çıkar, İhtiyacı gidermek için alternatifler ortaya serilir, ekonomik ve diğer bilumum faktörlerin etkileşimiyle alternatiflerden birisi seçilir ve ürün elde edilip tüketilir. Sürecin bu kısmı tüm canlılar için aynıdır. İnsan için ise farklı olan yönü ihtiyacın gerçekten ortaya çıkıp çıkmadığı algısında kafasının çok karışık olmasıdır. Bir aslan yada yırtıcı bir kuşu ele aldığımızda ihtiyaçlarının standart olduğunu gözlemleyebiliriz. Barınma, yeme ve güvenlik. İhtiyaçlar hiyerarşisinde en temel tabaka. İş bir insanın ihtiyaçlarını sınıflamaya ve sınırlamaya geldiğinde oldukça karmaşıklaşan bir yapı görüyoruz. Bu karmaşık yapı pazarlama stratejilerinin avına kurduğu tuzak misali.
Bireyi tüketmeye, sürekli tüketme eyleminin içine çekip farkında olmadan bir tüketim canavarı haline dönüştürmeye başladığını görüyoruz. Burada ihtiyaç algısının kontrol altına alınması gereken bir husus olduğunu net olarak görebiliriz.
Nedir bizi tüketmeye iten, gerçekten var olan ihtiyaçlarımızı karşılama güdüsü mü yoksa olmayan ihtiyaçların varlığına inandırılıp o ihtiyaçları giderme zorunluluğumuz mu? Belki teknolojik Belki bilimsel ve ekonomik ilerlemelerin bizleri farkında olmadığımız sanal bir gerçeklik dünyasına sürüklediğini burada temel alırsak bu içine düştüğümüz sanal gerçekliğin bizi de sanallaştırdığını görebiliriz. Aslında olmasa da olabilecek ya da bir önceki modeliyle ihtiyacımızı giderebileceğimiz bir çok endüstriyel materyalin bize fark etmeden zorla tükettirildiğini, bu sanal gerçekliği fark ettiğimiz zaman anlayabiliyoruz.
Daha da kötü tuzakları var bu sanal gerçekliğin hayatımıza, endüstriyel ürünleri tüketiyoruz evet ama duygularımızı da endüstriyel ürün misali tüketmeye başladığımız gerçeğini de burada vurgulamamız gerek. Sevgileri, hayatı, özlemleri hep anlık yaşayıp birer mamulmüş gibi hızlıca tüketip atıveriyoruz bir kenara. Nedir bizi bu kadar makineleştiren, pazarlama hilelerinin hayatımızı esaret altına alması mı? Evrim mi geçiriyoruz? Ya da gerçekten ihtiyacımız olan her şeyi masum ve fütursuzca tüketiyor muyuz?
Gerçekte ihtiyacımız olan şey en kaliteli mağazadan aldığımız bir kıyafet mi? Ya da gösteriş için parayla satın aldığımız diplomalar mı? Yoksa içerde en özümüzde gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu fark etmek mi? Pazara dönüşen ve endüstrileşen sanal gerçekliğimizdeki biz ile gerçekte biz olan kimliğimiz aynı mı?
İhtiyaçlar bize sunulanlardan ibaret değildir, belki de fark etmemiz gereken ilk önerme bu olmalı.
Bize sunulanları tercihlerimizmiş gibi tüketmeye başladığımız zaman esas tehlikenin içine sürükleniyoruz farkında olmadan. Algı yönetimi çevremizi bir girdap gibi sarmış vaziyette. Pazarlama stratejilerinin ve PR dünyasının bizde yarattığı ışıklı dünyanın ürünleri her yerde. Başarılı hem de oldukça başarılı bir pazarlama dünyamız var, Algılarımızı çoktan kaptırmışız ve kendimiz kontrol etmiyoruz. Bambaşka masalarda alınıp satılan algılarımıza sahip çıkmanın sizce de vakti gelmedi mi?
Sunulanı değil kendi yarattığımız alternatifler belki de gerçekten ilacımız olan şey.
Endüstrileşen, dünyanın belki de canlı organizmaları olmaya devam etmek için bu sanal dünyadan sıyrılmalıyız ve kendi gerçek dünyamızı yaratmalıyız. Bize sunulanı değil bize sunulanın ötesinde olanı keşfetmeliyiz ki birey ve canlı olalım, robot olmaktan daha fazlası olduğumuzu kimseye değil önce kendimize gösterelim.
Diziler, televizyon ürünleri, günlük hayatta karşılaştığımız her ürün, futbol takımları, kıyafetlerimizi seçtiğimiz mağazalar ve daha birçoğu asla bizler değiliz. Nerede doğanın içindeki insan, beton yığınları arasında mı doğduk biz, televizyon izleyerek mi, akıllı telefon ve bilgisayarların oyuncağı olarak mı? Elbette ki Hayır… Teknolojik dünyaya açılmış bir savaştan söz etmiyoruz hem de asla, sadece köleleşmek ve robotlaşmak tek yolumuz değil. Silkinmek , sanal dünyayı fark etmek ve içinden sıyrılmaya çalışmak.
Belki o sanal dünyanın kölesi olmayı bırakıp onu bizim kölemiz haline getirebiliriz. Tükettiğimiz her şey olmaktan çıkıp sadece ihtiyaçlarımıza ve kendimize odaklanabiliriz. İnsana ait bu karmaşa da yitirdiğimiz duygularımızı, sevgilerimizi ve aşklarımızı da bu yolla tekrar kazanabiliriz.
Sanal dünya ve sanal dünyanın istekleri
Modern ışıklı dünyanın ürünleri bizi cezbettiğinde ihtiyaçlarımızın gerçek kimliğine odaklanırsak hayatımızdaki büyük tehlike tüketim çılgınlığına bir üstünlük sağlayabiliriz. Algılarımızı kaptırdığımız büyüler bir şiir gibi duygu dünyamızı hipnotize edecektir. Pazarlama dünyası belki de geleceğimizin en büyük düşmanı gibi sinsi ve hayatımızı kıskıvrak yakalamış gibi görünüyor.
Düşünce olay algoritmasının sonunda değil başında çalışması gereken bir mekanizmadır. Sonda çalışan düşünce, pişman olunan bir hayatı başta çalışanıysa emin olunan istenen bir hayatı getirir. Hayatlarımız bize ait ve karar mekanizmaları bizler olmalıyız. Ne endüstri, ne siyaset, ne de başka bir merci ihtiyaçlarımızı, duygularımızı ve öfkelerimizi belirleyen olmalı. Algılarımızın efendileri ise tamamen bizler olmalıyız. Çevremizi sarmalayan hayal ve sanal dünyayı, o sanal dünyanın isteklerini, onun istekleriyle yaşayan ve değer yargılarını şekillendiren toplumu bir tarafa bırakırsak geriye ne mi kalır? Biz..