Hepimiz, mutlu aile ortamının çocuklar için önemli olduğunu biliriz. Peki, günlük hayatın hızlı temposunda, hayallerdeki bu pembe tabloyu, nasıl gerçeğe dönüştüreceğiz?
ERA Kolejleri’nden PDR Uzmanı Ekrem Çağrı Öztürk’e göre, aile içi iletişimi güçlendirebilmek için 3 konuya özellikle dikkat edilmeli. Ebeveynlerin kendi istekleri ile çocuklarının beklentilerini karıştırdığına dikkat çeken Öztürk, öncelikle ihtiyaçların doğru anlaşılması gerektiğini söylüyor. Çocuğa davranışlarının sorumluluğunu almayı öğretmek ve aile fertlerinin birbiriyle sıcak ilişki kurabilmesi ise, mutlu bir aile ortamının diğer önemli kuralları…
Çocuğumuzun her zaman kendini iyi ifade edebilen, ihtiyaçlarının farkında olan mutlu bir birey olarak yetişmesini isteriz. ERA Kolejleri’nden PDR Uzmanı Ekrem Çağrı Öztürk, çocuklarımızın mutluluğunu isterken birçok hata yapabildiğimizi söylüyor: “Aileler kendi ihtiyaçlarını çocuklarının ihtiyacı gibi görmeye başladığı anda, çocuklar kendi alanlarına giriliyormuş hissine kapılırlar. Bu noktada bir tezatlıkla karşı karşıyayız. Özgüveni gelişmiş, mutlu ve sağlıklı ilişkiler kuran bir birey yerine düşüncelerini ifade edemeyen bireyler yetişmiş olur. ‘Çocuğumun başarılı bir birey olmasını istiyorum’ diyen bir ebeveyn, kendi başarılı olma ihtiyacını çocuğuna yansıtır. Öncelikle başarı olgusunun herkese göre farklı bir olgu olduğunu içselleştirmemiz gerekiyor. Başarı birine göre mutlu bir aile kurmak iken bir başkasına göre çizdiği resimleri satarak hayatını sürdürebilmektir. Bu noktada çocuklarımıza, kendi ihtiyaçlarını belirlemelerinde yardımcı olmalı ve yaptıkları seçimlere saygı duymalıyız”.
Kararlarının sorumluluğunu almayanlar, iç huzurunu yitiriyor
Öztürk’e göre, eğer mutlu bireyler olmalarını istiyorsak çocuklarımıza aldıkları kararların sorumluluğunu taşımayı öğretmeliyiz. Bunun yolu da önce ebeveyn olarak kendi kararlarımızın sorumluğunu alabilmektir. Oysa ‘Akşamları evi temizliyorum, yemek yapıyorum, çocukların ödevlerine yardım ediyorum ve artık yetişemiyorum!’ diye feryat eden bir anne, aslında bitkindir ve daha fazla emek verebilecek durumda değildir. Burada ebeveyn, hem kendi ihtiyaçlarını göz ardı etmiş hem de evi temizlemenin sorumluluğunu almamıştır.
Yaptığı seçimlerin sorumluluğunu almayan, “ben” diliyle konuşmayan birey; pişmanlık ve içsel huzursuzluk yaşar. Gezmek veya dinlenmek gibi karşılanmayan bir ihtiyaç ise sürekli güdülenir ve biriktikçe kişide dikkat dağınıklığı ve yorgunluk gibi olumsuz sonuçlar yaratır. Çocukların eve gittiklerinde ödev yapmak istememeleri de temelde aynı şeydir. Çocukta da karşılanmayı bekleyen bir ihtiyaç vardır ve bu enerji yüklü ihtiyaç, onu ödev dışındaki herhangi bir şeyle oyalanıp durmaya itebilir. Annenin de ev içinde birçok sorumluluk üstlenmesiyle kısır bir döngü oluşur. Sözün özü, birçok ailede gözlemlediğimiz bu huzursuz tablonun kaynağı ve çözümü, annelerde gizlidir. Ne yazık ki, çoğu ailede anneler ev işlerinden yorgun düştükleri için yeterli ve mutluluk veren bir iletişim ortamını hissedemiyor, sevgi ve takdir alamıyor ve diğer aile fertlerine kendi sevgi ve takdir hislerini yeterince ifade edemiyorlar.
Çözümlerin çoğu, annenin yaklaşımı ile ilgili
Eğer anne, kendinde bütün bu işleri yapma enerjisini buluyorsa ve çocuğuna yeteri kadar zaman ayıracaksa bu sorumluluğu üzerine alıp keyifle yapmalıdır. Öte yandan bu denli ağır bir yükü tek başına üstlenmenin sürekliliği zordur ve kişiyi yorar. Bu noktada ailenin işbirliği önemlidir. Bir piyano düşünelim. Piyanoda 88 tane tuş vardır.
Anne bu tuşların 70 tanesini, ailedeki diğer bireyler 18 tanesini alıyorsa ahenkli bir müzik çıkartmak isterken parmakları yorulur. Anne, burada eşinin gerektiği kadar sorumluluk almadığını söyleyebilir ya da kurulan bu ilişki biçiminin sorumluluğunu almayı seçebilir. Burada gerçekten çok kereler tekrar eden önemli bir sorun var. Anneler yıprandıkları için bir noktadan sonra suçlamaya başlıyorlar. Bu da hem eşler arasındaki ilişkiyi bozuyor hem de çocuğa olumsuz yansıyor.
Sürekli “ben’ dilini kullanmanın öneminden bahsediyoruz. Çünkü ‘Ben, yorgun hissediyorum’ ya da ‘Ben yetişemiyorum’ demek ile ‘Sen tembelsin’, ‘Sen ilgisizsin’ demek arasında oldukça büyük fark var. Dolayısıyla mutlu bir aile tablosu için başlangıç noktası çoğunlukla annedir. Anne, önce bu güne kadar kurulan ilişki tarzının sorumluluğunu almalı ondan sonra çözüme geçmelidir. Ne zaman suçlamaktan vazgeçersek o zaman kendi duygularımızla daha rahat şekilde temas etme fırsatını yakalarız.
Örneğin avazımız çıktığı kadar bağırmak yerine bir içsel muhasebe yapıp ‘Yıllardır bütün işleri tek başıma ben üstlendim ve karşımdakine sorumluluk veremedim’ diyebiliriz. Piyano örneğimize geri dönecek olursak, babaların yoğun iş yaşamlarından dolayı tüm yükü yarı yarıya paylaşma şansları olmasa bile yani 88 tuştan, 44’ünü veremesek bile, yine de çocuk eğitiminde ya da ev hayatında bazı notaları da eşimize bırakarak, kulağa daha hoş gelen yeni şarkılar çalabiliriz. Eğer bu mümkün olursa, ailedeki huzur ve bağlılık artar, ilişkiler gerçekten kuvvetlenir.
İlişkilerde sağlıklı temas, bireyin sınırlarını korumasını sağlar
Aile ilişkilerinde sevdiğimiz insanların bazı davranışlarını hoş görme eğiliminde olsak da bu durum sağlıklı paylaşımların önünü tıkayabilir. PDR Uzmanı Ekrem Çağrı Öztürk, her temasta bir alış-veriş söz konusu olması gerektiğini söylüyor: “İlişkilerde sadece alma veya sadece verme varsa, orada ilişki olduğunu söyleyemeyiz. Ebeveynler, kendi aralarında doğru teması gerçekleştirirlerse; büyür, zenginleşir ve değişirler. İyi bir temasın gerçekleşmesi için temas sınırları net olmalıdır. Net sınırlar, doygun temaslar getirir. Örneğin ‘Bana yardım etmeyen biriyle yaşamak beni üzer ve yorar’ diyen bir birey, sınırını korumuştur ve ihtiyacı doğrultusunda bireylerle temas eder.
Aile içi paylaşımlarda, temastan sonra geri çekilmek de bir o kadar önemlidir. Temas çok uzunsa etkisini kaybeder, geri çekilme uzun süre devam ederse fiziksel, psikolojik ve sosyal hayatımız engellenir. Örneğin bir anne, hep çocuğuyla birlikte ise konuşacak konu bulamayabilirler. Bu durumda çocuk, anneyi dinlememeye başlar ve ortadaki konuşmalar genellikle annenin kızgınlığı ile sonuçlanır. İşyerinden hep geç gelen bir anne de çocuğuyla sağlıklı bir temasta bulunamaz. Yorgunluktan çocuğuyla oyun oynamayabilir, anlattıklarını dinlemeyebilir ve yine problemler baş gösterir. Temas ederken net sınır koymakla katı sınır koymak arasında fark vardır. ‘İnsanlar her zaman çalışmalıdır.’ net değil katı sınırdır. Aradaki farkı iyi gözetmek gerekir”.
Kendini doğru yansıtabilen bir çocuk yetiştirmek için
Çocukta ailesiyle ilişki kurma, etkinliklerde bulunma ihtiyacı karşılanmadığında, ilişkiler zedeleniyor ve aileye karşı bir öfke ortaya çıkıyor. Sonuçta, ilişki kuramadığı için zenginleşemeyen, kendini ifade etmek istemeyen bir birey yetişiyor.
Maskeyi önce kendinize takın: Kendi yaşamında canlı, neşeli, verimli olamayan bir birey, bu duyguları eşine ya da çocuklarına vermekte zorlanacaktır. Çocuklarınızla ilişkilerinizin yolunda gitmediğini fark ettiğiniz zaman, bir an durup düşünün. Büyük ihtimalle, siz birey olarak tatminkar bir hayat yaşadığınızı düşünmüyorsunuzdur. Hayatınızda kendi mutluluğunuzu çoğaltacak küçük değişiklikler yaparsanız, ailenizden bir şeyler eksileceğine inanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz.
Mesela sabahları iç açan yürüyüşler, alışverişten dönerken arkadaşlarla içilen bir fincan kahve gibi küçük keyifler, bütün olumsuz duygularınızı alıp götürebilir. Eğer gerçekten doğru ve pratik çözümler bulabilirseniz, hem kendinize hem de ailenize verecek daha fazla olumlu duygu üretebilirsiniz. Önerilerimiz daha çok anneler için geçerli olsa da birçok babanın da kendisi için hiç vakit ayırmadığını ve genellikle öfkeli olduğunu gözlemliyoruz. Dolayısıyla sorumlulukları aksatmayacak sağlıklı hobiler, erkeklerin de hakkı.
Katı kurallardan kaçının: Bazı ebeveynler, ‘koşma’, ‘çok gülme’ gibi katı söylemlerle çocukların duygu, düşünce ve ihtiyaçlarını açıklamasını engellerler. Çocuk, kendini ifade edemediği ve hatta bundan korktuğu için iletişim kurmak zorlaşır. Dolayısıyla aile içi ilişkilerde sağlıklı yakınlığın kurulabilmesi için katı söylemlerden kaçınmak gerekir.
Duygulara yer açın: Sadece düşüncelerin konuşulduğu, duygulara yer verilmemiş bir aile ortamında sağlıklı bir iletişimin kurulması mümkün değildir. Duyguların dışavurumunu sağlamak için ‘Şu anda ne hissediyorsun?’ ‘Bu konu sende nasıl duygular uyandırıyor?’, ‘Hangi duygularının farkına varmaktan kaçınıyorsun?’ ‘Yaşadığın bu olay istediğin gibi gelişmediğine göre, farklı şekilde gelişmesi için ne yapabilirdin?’ gibi sorularla çocuğa yaklaşmak yarar sağlayacaktır.