Mu uygarlığıyla ilgili kitaplar bize 2000’li yıllarda gelip çevrilmiş olmasına rağmen yazılış tarihleri eskidir. Türklerin kökenini büyük bir titizlikle araştıran Atatürk, Uygur Türklerinin Mu uyarlığının kolonisi olduğunu öğrenip araştırmalar yapmış.
Kaybolan Mu metinleri çeşitli bölgelerde bulunup birleştirilmektedir. Bu metinlerin genel konusu şu konular hakkındadır:
Yaradılışın aşamaları; İnsanın ve Kadın’ın yaradılışı.
Tüm gök cisimlerinin evrendeki hareketleri; onların hareketlerini kontrol eden güçler ve bu güçlerin kaynağı.
Hayatın kökeni, yeryüzünün gelişimini sırasında hayat tiplerinde oluşan gerekli değişimlerin nedeni ile birlikte hayatın ne olduğu.
Farklı jeolojik fenomenler ve bunlara neyin yol açtığı.
Ve nihayet yeryüzünün son yapı taşı: İnsan.
Bu tabletlerdeki genel bilgiler şu şekildedir. Evrenin başlangıcında sadece ruh vardı. Daha sonra bu ruhtan, bir kaosun hakim olduğu uzay var oldu. Zamanla kaos yerini giderek düzene bırakmaya başladı ve uzaydaki şekilsiz ve dağınık gazlar bir araya geldi. Bu gazlar güneş sistemlerini ve gezegenleri oluşturmak için katılaştı.
Katılaşma sırasında önce hava, sonra su oluştu. Sular dünyayı kapladı. Güneş ışıkları havayı ve suyu ısıttı. Bu ışıklar ve toprak altındaki ateş, üzerinde su bulunan toprakları yükseltti ve bunlar açık toprak oldu. Güneş ışıkları suyun içinde ve balçıkta kozmik hayat yumurtalarını (Rna-Dna) oluşturdu. İlk hayat sudan çıktı ve tüm yeryüzüne yayıldı.
Naacal kardeşlerinin, öğretilerini yaydıkları ve yeni üyeleri inisiye ettikleri mabetler, kıtanın her yerine ve kolonilere dağılmış vaziyetteydi. Dev blok taşlardan yapılan bu mabetlerin damları yoktu ve bunlara “şeffaf mabetler” deniliyordu. Güneş ışıklarının inisiyeler üzerine doğrudan ulaşması için mabetlere dam yapılmıyordu. Bu da bir tür semboldü ve Ezoterik anlamı, Tanrı ile insan arasında hiçbir engel olamayacağı şeklindeydi. Günümüz Masonluğunda da aynı sembol kullanılmakta ve Mason mabetlerinin tavanları, sanki üstü acıkmış gibi, gökyüzünü sembolize eder biçimde düzenlenmektedir.
Mu dini sembollerinin en önde geleni, “Mu Kozmik Diyagramı”dır.
Bu diyagramda, tam merkezde bulunan daire Güneşin, “Ra”nın, yani tek Tanrının kollektif simgesidir. Üçgen içindeki daire, tanrının gözünün daima insanların üzerinde olduğunun, içice geçmiş iki üçgen, iyiliğin ve kötülüğün bir arada bulunduğunun simgesidir. Bu üçgenlerden yukarı dönük olanı iyiye, yani Tanrıya ulaşmayı, aşağı bakanı ise yeniden doğuş yasası uyarınca geriye dönüşü remzeder.
Her ikisinin bir arada oluşturduğu altı köşeli yıldız, adaletin sembolüdür. Ayrıca bu yıldızın her bir ucu bir fazileti remzeder ve insan ancak bu faziletlere sahip olunca Tanrıya ulaşabilecektir. Altı köşeli yıldızın dışındaki çember, dünyadan başka alemlerin de bulunduğunu, bunun dışındaki 12 fisto ise, insanın uzak durması gereken 12 kötü eğilimi simgeler. İnsan ruhu, diğer alemlere geçmeden önce, bu 12 dünyasal kötü eğilimden kurtulmak zorundadır.
Aşağı doğru inen sekiz şeritli yol ise, ruhun Tanrıya ulaşması için tırmanması gereken aşamaların ifadesidir. Ruh, en alt kademeden, cansız varlıktan mükemmele, yani Kamil İnsan’a ulaşmak zorundadır.
Naacal mabetlerinde ay, bir sembol olarak güneşin hemen yanında yer alır. Hem baba, hem ana olan Tanrının eril sembolü güneş ise, dişil sembolü de ay’dır. Kozmik diyagram üzerinde de görüleceği gibi üçgenin ve üç sayısının Naacal öğretisindeki yeri büyüktür. Üç sayısına verilen önem Mu kıtasının kendisinden kaynaklanmaktadır. Mu kıtası üç parçadan oluşmuş, ve aralarında dar boğazların bulunduğu adalar topluluğudur.
Bu nedenle üçgen, hem Mu kıtasını, hem de, Tanrının eril ve dişil yönleri ile onlardan sudur eden İlahi Kelamı, yani evreni simgeler. Üçgen içindeki göz, ana kaynağın, yani Tanrının, varlığını insan üzerinde daima hissettirdiğini, bir biçimde onu gözlediğini remzeder. Bu sembol, Osiris ile önce Atlantis’e buradan Hermes ile Mısır’a, Mısır’dan Pisagor ile Yunanistan’a ve nihayet günümüzde Masonluğa kadar ulaşmıştır.
Naacal öğretisinin bir diğer temel dayanağı, Tanrısal Nurdan çıkmış olan dört temel gücün kainatı kaosdan düzene geçirmiş oldukları teorisidir.
Tanrının kendi asli nitelikleri olarak kabul edilen bu dört temel güç, “dört büyük inşaatçı”, “dört büyük mimar”, “dört büyük geometri üstadı” olarak adlandırılır. Bu dört temel eleman, ateş, yel, su ve toprak’dır.
Semavi dinlerin doğuşu ile bu dört temel eleman, “dört baş melek” olarak adlandırılmışlardır.
Naacaller bu dört temel gücü gamalı haç ile sembolize etmişlerdir. Jeolog Niven’in bulduğu tabletler üzerinde rastlanan bu haçlardan, kollarının dördü de aynı uzunlukta olanının dört gücün eşitliğini, uçları kıvrık gamalı haçlardan ağızları sola dönük olanların iyiliği, sağa dönüklerin ise kötülüğü simgelediklerini görüyoruz. Bu konular üzerinde derin araştırmalar yapmış olan Hitler’in, imparatorluğuna sembol olarak ucu sağa dönük-gamalı haçı seçmiş olması bir tesadüf değildir. İsa’nın da öğretisinde kullandığı haç sembolü aynı kaynaktan, Mu’dan gelmektedir.
Mu uygarlığıyla ilgili kitaplar bize 2000’li yıllarda gelip çevrilmiş olmasına rağmen yazılış tarihleri eskidir. Türklerin kökenini büyük bir titizlikle araştıran Atatürk’ün, Uygurların Mu’nun kolonisi olduğu bilgilerini öğrenip araştırmalar yapmış Albay Churchward’ın kitaplarını Türkçeye çevirtmiştir. Tahsin Mayatepek’i Meksika’ye Maya kültürünü araştırmak üzere gönderdiği ve bu araştırmaları büyük dikkatle takip ettiği bu süreçte Türk tarih kurumunu kurdurduğu bilinmektedir. Tahsin Bey, 1935 senesinde Meksika büyük elçiliğine atanmıştır. Bulduğu bilgileri üç ciltlik bir defter halinde Atatürk’e göndermiştir.
Kimi araştırmacılara göre Türkçe’de “baba” anlamına gelen ata sözcüğünün az çok ufak söyleniş farklarıyla dünyanın farklı kıtalarında yaşayan kavimlerin dillerinde bulunması ve bunların hepsinde yine “baba” anlamına gelmesi, bütün bu kavimlerin geçmişte ortak bir kökeni olduklarını ortaya koymaktadır. Baba anlamına gelen birbirine yakın sözcüklerden ve kullanıldıkları dillerden bazıları 1936’daki Türk Dil Kurultayı’nda şöyle saptanmıştır:
Türk Dilleri:
- Uygur, Koybal,Kazan,Kırgız ve Batı lehçeleri………..Ata
- Kuman, Televüt lehçeleri…………………………………Atta
- Çuvaşça……………………………………………………..Atey
- Kazanca…………………………………………………….Etey,ata
- Altayca………………………………………………………Ada
Ön-asya Dilleri:
- Sümer dili…………………………………………………..Ad,adda
- Elam dili…………………………………………………….Atta
- Mitanni dili …………………………………………………Atta(i)
- Hitit dili………………………………………………………Atta
- Luwi …………………………………………………………Tati
Hint-Avrupa Dilleri:
- Grekçe………………………………………………………Atta
- Latince………………………………………………………Atta,atavus
- Got…………………………………………………………..Atta
- Eski Nort……………………………………………………Atte
- Eski Yukarı Almanca…………………………………….Atto
- Eski Slavca………………………………………………..Atetz
- Polap dili……………………………………………………Otay
- Orta İrlanda dili…………………………………………….Aite
- Votyak dili………………………………………………….Atay
- Macarca…………………………………………………….Atya
Diğer dillerde:
- Kalmuk dili…………………………………………………Atey
- Bask dili……………………………………………………Aita
- Eskimo dili…………………………………………………Atatak
- Malta……………………………………………………….Tata
- Welsh………………………………………………………Tad
- Roumani…………………………………………………..Thatha
- Fiji…………………………………………………………..Tata
- Samoa……………………………………………………..Tata
- Tagalog…………………………………………………….Tatay
- Quechuakızılderilileri…………………………………..Taita
- Dakota(Siu) kızılderilileri………………………………Atey
- Nahuatlkızılderilileri…………………………………….Tata,tahtli
- Seminolekızılderilileri…………………………………..İntati
- Zunikızılderilileri…………………………………………Tatçu,taççu
- Hurri dili……………………………………………………Atai
- Kuzeydoğu Kafkas dilleri…………………………….Ada
- Rusça……………………………………………………..Atets
- Etrüsk……………………………………………………..Apa,ate
Tüm bu bilgilerden şunu sorabiliriz, acaba Anadolu halkı manevi köken olarak nasıl bir gerçekliğe sahiptir? Tarihçiler kökeni bir yerlere bağlayabilirler, ancak Anadolu’ya göçen bu Kadim ırkın genetik kodlarını bilemezler ve bunu araştırmazlarda. Bu genetik kod aracılığıyla elbette yüzyıllardır süre gelen bir bilgi akışı söz konusudur. Ezoterik çalışmalardan elde edilen veriler şu yöndedir;
Anadolu topraklarına gelen insanların bir özelliği vardır. Burası hem Atlantis’ten hem de Mu’dan gelenlerin birleştikleri bir yerdir. Anadolu halkının Oğuz göçüne kadar beslendikleri kaynak Moğolistan’dır. Atlantislilerin göçü Mısır’ı meydana getirmiştir. Mu uygarlığı da Uygur’ları temel almıştır. Bütün bilgilerini ve felsefelerini onlara aktarmıştır. Uygur Uygarlığı’nın kaynağı bugünkü Moğolistan ve Gobi çölünün dağ yamaçlarına yakın olan bölgesidir.
Uyguların inanç, bilim, sosyolojik yaşam, insan ve doğa arasındaki denge, insan ve kozmos arasındaki yapılar bakımından getirip bıraktıkları esaslar çok doğrudur. Birtakım doğal olaylar sonucu başlamış olan Uygur göçleri Hindistan’a, Çin’e, Afganistan’a ve İran yoluyla Anadolu’ya kadar sürmüştür.
Büyük Uygur göçüyle birlikte Mu bilgeliği ve Atlantis teknolojisiyle yetişmiş olan büyük insanlık güçleri de, zekası ve zihni de göç etti. Onların içlerindeki birçok varlıkta tohum halinde kapasite mevcuttur.
Bu insanların en çok taşıdıkları özellik, duyular dışı algılamadır. Demek ki, Anadolu halkının kalıtımsal olarak getirdiği en büyük nitelik psişiktir. Yani bu toprakların insanları genel olarak iç yüzleri ruhsal dünyaya dönük yaşar. Çünkü doğalarında taşıdıkları DNA’larda bu onlara geçmiştir. Bu durum Anavatan Mu’dan, Uygur akımından geçen bir vazife mirasıdır.
Bu toplumun vazifesi, Mu’da ve Atlantis’te olan, kendisinden sonraki büyük insanlık kitlesinin üzerine bırakacağı bilgi intikalini sağlamaktır.
Kaynakça :
Batık Kıta Mu’nun Çocukları – James Churchward
Kayıp Kıta Mu – James Churchward
Mu’nun Kutsal Sembolleri – James Churchward
Ruh ve Madde Dergisi Kasım 98 Sayısı Ergün ARIKDAL Konferans Özeti
Mayatepek Raporları Türk Tarih Tezi ve Mu Kıtası – Kemal ŞENOĞLU
Batık Ülke Mu Uygarlığı – Hans Stephan SANTESSON
TDK Kütüphanesinde Bulunan Tezler