Yürüyen merdivenin yürüyenleri

Bizler üretilen şeye saygısızlığı çok severiz, üretemeyiz ancak üreteni çok güzel tüketiriz. Yürüyen merdivene en güzel hakaret onun üzerindeyken de yürümek değil midir?

Yürüyen merdivenin yürüyenleri

İnsanlar 3’e ayrılır. Ben ayırmayı sevmiyorum, saçma sapan sınıflandırmalara tabi tutmaya ve tutulmaya sonuna dek karşıyım, hele hele insanları ayırmayı hiç sevmiyorum ancak bu yazıyı yazmak için de böyle ‘ayrıştırıcı’ bir giriş yapmak mecburiyetindeydim. Affınıza sığınıyorum.

Bu grupları detaylandırmak gerekirse:


  • Birinci gruptakiler ‘ortadaki beton merdivende yürüyenler’
  • İkinci gruptakiler ‘yürüyen merdivende bekleyenler’
  • Üçüncüsü ve yazımızın konusu olan gruptakiler ise ”yürüyen merdivende yürüyenler

Bir de başka bir grup var ki; onlar da ‘tekerlekli sandalyelerinde sağlıklı insanlar yüzünden engelli asansörüne binemeyenler’ ki aslında en acısı da bu. (diğer gruptakilerin yüzsüzlüğü bu durumun oluşmasının başlıca sebebidir.)

Metroya yetişmem lazımdı. Hacıosman – Taksim güzergahı vazgeçilmezimdir. Her şeyden vazgeçerim ama Hacıosman – Taksim metrosundan asla… Bir de yemyeşil dağlara yapılan kömür ocaklarının manzarasını izlemeye bayılırım. Çünkü ben beton kamyonunun sesinden orgazm olan adamların ülkesinde yaşıyorum. Ayrıca ‘sadece bizde olmuyor böyle şeyler bakın Avrupa’da,  Amarika’da da böyle şeyler oluyor’ tarikatının da üyesiyim. Her neyse metroya gitmek için o muhteşem yol ayrımına geldim ve diğer ikisini de denemeden tarafımı seçtim: Yürüyen merdivende yürümemeyi.

Yürüyen merdivenin sağ tarafına geçtim ve merdivenin yürümesine bıraktım kendimi. Ne güzel şey şu yürüyen merdivenler yahu. Yürüyen merdiveni icat eden adam bunu hangi motivasyonla yaptı kim bilir? Belki kız arkadaşıyla olan buluşmasına her zamanki gibi geç kaldığından birkaç dakika soluklanmayı amaçlamıştır bunu icat ederken; belki de ölüm döşeğindeki arkadaşının son anlarına giderken çözülen diz bağlarını yeniden bağlamayı amaçlamıştır bu merdivenlerin tasarımını kafasında kurarken, kesin olarak bilemeyiz…

Benden önce yürüyen merdivene yavaş adımlarını atan 55-60 yaşlarında, hayatın belini büktüğü bir ihtiyar da yürüyen merdivende beklemenin normalliği ile alakalı olarak beklemeye başlamıştı ama sol tarafta. Yaşlı amcadan önceki herkes yürüyen merdivenin sağ tarafında hizaya geçmişti, buna ben de dahilim, tespih taneleri misali. İstanbul’da yaşayanlar bilir: Yürüyen merdivenin  sağ tarafı duranlara; sol tarafı ise yürüyenlere tahsis edilmiştir. Sonrasında sağ tarafta bekleyen ben’in soluna gelen kız yüz ifadesinden de anlaşılacak şekilde bir sinir harbi yaşamaya başladı. Nasıl olur da yürüyen merdivenin sol tarafında durduğu yerde dururdu bu adam. Kainat yasalarına karşı bir duruştu sanki bu duruş. Duran bir adamdan bu kadar tiksinilir miydi bilinmez ama kızcağızın yüz ifadesi tam bir bulantıyı yansıtıyordu.

Ve dayanamayarak yaşlı amcanın omzunu dürtükleyerek ” bekleyecekseniz sağ tarafta bekleyin” deyiverdi. ‘Bekleyin’ dedi, ‘bekleyecekseniz’ dedi, ‘sağ tarafta’ dedi.

Amca da kıza çaresiz bakışlarla boyun eğerek yürüyen merdivenin sağ tarafına geçerek beklemeye başladı. Ve o ‘an’da, o ‘yer’de, o ‘durum’a şahit olmanın ezikliğini yaşamaya başladım birden.


Linç kültürümüz epey gelişmiş olduğu için ben de o kız’a hak verir açıdan bakmaya çalıştım olaya. Hiçkimse beni ’empati yoksunluğu’ ile suçlayamaz bundan sonra.

Öncelikle kız haklıydı! ‘niçin’ diye soracak olursanız , cevabı çok basit: duran adamlar her zaman bizim ileriye gitmemize engel olmuşlardır. O ‘ileri’ nereyse artık çok övdüler bize ileriyi. Lafa gelince ‘nerede o eski eskiler’ diyoruz ama ilerinin o bilinmezliğinden olsa gerek daha iyi olacağını düşünüyoruz ama yanılıyoruz, ‘dünya bu kadar işte’…

Kız haklıydı, soracak olursanız ‘niçin’ diye, cevabı çok basit: O da yürümezken bir yürüyen merdivende, ona da aynısını yaptılar ve o da sesini çıkaramadı kendisine yapılana, Yürü! dedi emreden bir ses, emrivaki bir üslupla, huyumuzdur: emredenleri severiz, dürtükleyenleri severiz, ‘bizi sevmeyenleri çok severiz biz’…

Kız haklıydı, olursanız soracak ‘niçin’ diye, cevabı çok basit: Bizler üretilen şeye saygısızlığı çok severiz, üretemeyiz ancak üreteni çok güzel tüketiriz. Adamlar o kadar emek vermiş, bunu üretmiş. Nasıl yapabiliriz buna saygısızlığı? Cevabı çok basit: Yürüyen merdivene en güzel hakaret onun üzerindeyken de yürümek değil midir?

Kız haklıydı, çok soracak olursanız ‘niçin’ diye, cevabı basit: Ezmeyi çok severiz biz, mecburiyet hissine soktuğumuz her insan, ego alanımıza bir tık daha atacaktır. O anda, o merdivende, o kızla o amcadan başkası olmasaydı emin olun kız amcanın yanından usulca geçerdi. Fiziken de ruhen de sınırları olmayandan korkmak lazım, güç sahibi olanlara bir bakın en çok kimden korkarlar?

Kız haklıydı, basit soracak olursanız niçin diye, cevabı çok… Kınayan bakışlarımızın dünyayı kurtaracağını düşünmemizi istiyorlar. Bu virüsü aramıza saldılar ve aşısını sadece kendilerinde bulunduruyorlar. Bize belki satabilirler ama o zaman da başka bir nefret hastalığı ile karşılaşmamız gayet muhtemeldir. Ama bizler nefret hastalığının tek panzehirinin ‘sevgi’ olduğunu çok iyi biliyoruz…


Kız haklıydı, çok basit soracak olursanız ‘niçin’ diye, cevabı:  duran adamlardan, şiddete şiddetle karşılık vermeyenlerden her zaman korkulmuştur. Ha bir de yürüyen merdivenin sonuna doğru yaklaşırken  ‘Sağ tarafta bekleyiniz‘ diye bir uyarı levhası gördüm, yeni asmışlar bunları da. Ne kadar da güzel bir üslupla belirtilmiş sağ tarafta beklememiz gerektiği. Bakın biz ‘yasak!’, ‘bekle!’, ‘dur!’ gibi bir üslup  kullanmıyoruz, ‘ne kadar da kibarızdır biz’ diyorlar; ama size aramızda kalmasını istediğimiz bir sır verelim mi? Bu uyarı levhasının bir sonraki aşamasında ‘yassah hemşerim’ yazacağız da diyor ‘onlar’. E ne de olsa kimse sizin yüzünüzden gideceği yere geç kalmamalı değil mi?

Türkiye’de Son Irk: Metrobüslüler