Kayıp Tanrılar nerede? Dünya dışı ziyaret var mı?

İnsanoğlu geçmişte Dünya dışından etki ve müdahale görmüştür, bu müdahaleler hala devam etmektedir. Yaradılışımıza dair geleneksel öyküyü hepimiz biliriz. Adem ile Havva, yılan-iblis, yasak elma, Nuh tufanı, melekler, şeytan, günahlar, cennet- cehennem gibi olgularla dolu dine dayalı eski var oluş hikayelerinin karşısına Evrim teorisi denen ve bilimsel platformda ciddi kabul gören bir sav çıktığından beri, yaratılış öyküsü ile Darwinizm savaşır durur. Çünkü dinler, bir yaradan tarafından ideal olarak birden yaratıldığımızı, Evrim ise tek hücreden bugüne dönüşerek ve evrimleşerek uzun zamanda kendiliğinden oluştuğumuzu söyler.

Kayıp Tanrılar nerede? Dünya dışı ziyaret var mı?

Kayıp Tanrılar Nerede?

İnsanlığın kökeni ve gelişimiyle ilgili bu alışılmış düşünceler, 21.yüzyıl adına artık yeterli görünmüyor ve Evrim’cilik ve Yaratışcılığın yazdığı geriye dönük olası senaryoların verdiği cevaplar, tarafsız beyinlerde soruların tam karşısına oturamıyor. Çünkü iki taraf tüm kanıtlarını sunsa da parçalar arasındaki boşluk, bugünkü insanın dünya üzerindeki geçmişini mantıklı bir düzleme koymamıza engel oluyor. Şüphesiz ki eldeki somut verilerle gerçeğin tamamına erişmemiz henüz söz konusu değil ama bu durum, bizim bazı olasılıkları yok saymamızı gerektirmiyor. Sıra dışı senaryoların gerçek olabilme ihtimalini düşünmeden edemiyoruz. Geçmişimiz üzerinde tartışmaya, düşünmeye, araştırmaya elbette devam edeceğiz, ta ki somut ve tam gerçeğe ulaştığımızı bütün insanlık olarak kabul edene kadar. Tabii ki mevcut sistemik rantlara tehdit oluşturan sıra dışı fikirleri dile getirenlerin tarihte başına gelenleri bilmemize rağmen…

Metafizik olguların; insanın yaratılışına dair geleneksel bilgilerin içinde, tek tanrı tarafından yaratılmışlık ya da Evrimcilik kalıbından taşan bambaşka bir savunusu var ki, o da insanın yaratılışında bir takım dış etkilerin bilinçli müdahalesi olduğudur. Güncel söylemiyle UFO’lar ya da uzaylılar tarafından ademoğluna etkilerde bulunulduğu düşüncesi son yıllarda çok fazla taraftar buldu ve işte bu noktada son elli yıldır yaratışçılık ve evrimcilik söyleminden çıkıp metafizik bir bakış açısına yönelme yolu açıldı:


İnsanoğlu geçmişte Dünya dışından etki ve müdahale görmüştür, bu müdahaleler hala devam etmektedir.

Biraz sıra dışı gelse de bu iddia çok ciddi kanıtlarla her geçen gün daha fazla gerçekliğiyle karşımıza çıkıyor. Öncelikle arkeolojik keşifler reddedilemez durumda artık. Özellikle son otuz yılda, öncelikle çok da ciddiye alınmayan Daniken’den sonra Sitchin ayakları daha yere basan iddialarda bulundu. 12.Gezegen’le başlayan kitaplar dizisi bize Nibiru ve Anunnakiler kelimelerini tanıştırdı. Sitchin’in Dünya kronolojisi olarak hazırladığı liste, şimdiye kadar bildiğimiz her şeyin üstüne çizik atıyor ve bambaşka bir senaryo yazıyor:

Evrimimiz kendi doğal yolunda değil

Gökyüzünden yere inen tanrılar, maymun kadının yumurtası ile kendi spermlerinden bir Adamu yarattılar ve üreyen yeni ırkla yeryüzünde medeniyetler kurdular, şehirler yönettiler. Geçmiş uygarlıkların kalıntıları ve genlerimiz onların izlerini taşıyor. Dünyalı ırk, Göksel tanrıların medeniyetleri için kölelik yaparken, uzaylı tanrılar birbirlerine düştüler, kavgalar ve savaşlar sonucunda yeryüzünden çekildiler ve insanoğlunu kendi kaderinle baş başa bıraktılar.(ya da biz öyle sanıyoruz!) Ve hala bizi yine “gözlemeleri”  ve kurtarmaları için dönmelerini bekliyoruz, Mesih, Mehdi, İsa ya da herhangi başka bir isimle…

Çözümlenen binlerce Sümer tableti sanki bir bilim kurgu filminin senaryosu gibi Sitchin tarafından önümüze atıldı, ister filmin kahramanlarından birini oynayın, ister sinema locasından patlamış mısır yiyerek seyredin! Seçim sizin…

Üstelik Sitchin bu konuda yalnız ve desteksiz de değil, Graham Hancock, Peter Thomson, D.S Allan gibi isimlerin arkeolojik ve kayıtsal araştırmaları mit olarak kabul edilen bazı gerçeklerin kabulünü sağlamaya yardımcı oldu. Çünkü sadece Sümer’ler değil, mevcut dinlerden önceki diğer eski mitlerin ve uygarlıkların gizemleri de, “dış müdahale” savunusunun altını hızla dolduran hikayeler içerir.

Uçan Tanrılar, insanla konuşan kanatlı melekler, gökyüzünde giden ateş arabaları, tanrının ateş saçan okları, denizin üstünde dolaşabilen, gökyüzünden insana korkunç seslerle seslenebilen tanrılar gibi mitsel olgular eskisi kadar hayal ürünü sayılmıyor artık. Hint – Maya – İnka –Sümer- Göktürk  vb. bir sürü yaratılış efsanesindeki göksel etkiler, birbirinden epey uzak coğrafyalarda bile ortak noktalar taşır. Birçok efsane ve mit; köklerimiz ve medeniyetlerimizin başlangıç noktasında göklerden gelen bir takım sıra dışı tanrısal olgulardan bahseder. Bu hikayelerde dünyayı ziyaret eden göksel tanrıların, birbiriyle gökte savaştığı, insanlara teknik ve yaşamsal bilgiler verdiği, insanlarla cinsel ilişkiye girdiği, dünyada medeniyetler ve hanedanlıklar kurduğu anlatılır.

Dünyanın pek çok yerinde hala ayakta kalan olağanüstü mimari taşıyan eserlerin nasıl yapıldığı gerçek anlamda bir sır. Mısır’daki piramitler, Lübnan’daki Baalbek, Bolivya’da Titicaca gölü yakınındaki Tiahuanaco, Peru’daki Machu Picchu, Kamboçya’daki, Angkor Wat tapınağı, Meksika ve merkez Amerika’daki büyük tapınaklar, Çin’deki piramitler örnekleri teşkil etmektedir. Türkiye’deki 8000 yıllık Çatalhöyük’te son derece iyi parlatılmış obsidiyen ayna, modern teknoloji ile yapılabilecek küçük delikleri olan taş boncuklar ve madenlerin eritilip kullanılması ile ilgili mevcut bilimin kabul ettiği hiçbir mantıklı açıklama yoktur. Somut arkeolojik eserler kadar bilim, matematik, astronomi, takvimler ve ezoterik bilgiler ile ilgili ilk kaynakların yolu hep gökyüzünden gelen tanrılara çıkar.

Anunnakiler kimdi?

Birçok uzman ve araştırmacıya göre Sümer tarihindeki anlatılar Tevrat’a oradan da İncil’e aksetmiştir. Ve Sümer yazıtları “dış müdahale”nin en ayrıntılı kanıtlarıdır. Sümer’lere göre; Güneş sisteminin bizim tanımadığımız bir gezegeni olan Nibiru‘dan gelen Anunnaki’ler dünyadaki altını çıkarmak üzere işçi yaratmak istemiş. Dünyadaki ilkel dişinin yumurtası ve Anunnaki spermlerinin birleştirilmesi ile laboratuar koşullarında oluşan zigot, (bugünkü tüp bebek) taşıyıcı Nibiru kadının rahmine yerleştirilmiş ve güçlü maden işçisi yaratılmış (homo sapiens sapiens olduğu düşünülüyor). İlk yaratılan erkeklerden sonra taşıyıcı annelerin zorlanması sebebiyle kendi kendilerine üresinler diye ilk Adamu’nun hücrelerinden dişisi yaratılmış. Bu ilk yaratılan Anunnaki – insan melezi çiftinin kutsal kitaplardaki Adem ile Havva olduğu iddia ediliyor.

Kendileri kadar uzun ömürlü ve zeki olmasını istemedikleri Adamunun yüzünden, Niburu’nun devrik komutanı Anu’un oğulları (Anu dünyayı iki oğlu arasında paylaştırmış)  Enlil ve Enki birbirlerine düşmüşler. Yeni oluşan insan ırkına yardım eden tanrı Enki olmuş. (zira Adem onun genlerini taşıyormuş) Adem ve Havva dünya yüzünde çoğalmış ve Anunnakilerden öğrendiği bilgilerle medeniyetler yaratmış. Sitchin’in kronolojisinde 300.000 yıl öncesinde başlayan bu yeni ırk M.Ö 11.000 de oluşan Tufana kadar, ilkel işçi Adamu’dan, düşünebilen, konuşabilen, üreyebilen, olağanüstü kentler kuran, astronomi öğrenen, matematik bilen, tanrıları adına savaşabilen, tanrılara benzemek için gökyüzüne çıkmanın ve ölümsüzlüğün sırlarını bulmaya çalışan, dünyasal hırsları olan insana dönüşmüş.


11.000. yılda olan (kaçıncı olduğunu tam bilmediğimiz) Tufanın sebebi; Sümer yazıtlarına göre geçiş gezegeni olan Nibiru’dur. (Yörüngesi 3600 yıldır) Onun geçişinden oluşan çekim alanından dünyada meydana gelecek etkiler Anunnakiler tarafından bilindiği için dünyalı Zuisudra, (muhtemelen Enki’nin dünyalı bir dişiden olan oğlu) Enki tarafından gizlice uyarılmış. (Enlil yaratılan Adamu ırkının yok olmasını istiyormuş) Zuisudra kendisi ve diğer canlılar için Enki’nin tarif ettiği gibi bir gemi yapmış. Tufan sonrası ise nehirlerin taşan sularına bentler yapıp, tarım ve yerleşim için Zuisudra’ya ve beraberindekilere yardım etmiş. Medeniyet yeniden oluşturulmuş ve tarım yeniden başlatılmış. Yeni medeniyet döneminde de kardeş komutanlar arasında devam eden güç ve paylaşım sorunları bitmek bilmeden uzun sürelerce devam etmiş hatta dünya üzerinde bilinen ilk Nükleer savaşa (Sodom ve Gomora) neden olmuş. Bugün kutsal kentler olarak bilinen pek çok şehir o zamanın uzay üstleri ve kritik komuta merkezleriymiş.( özellikle Kudüs) Altının üretim, kontrol ve ulaştırma merkezleri olmak üzere kurulan şehirlerde savaşlar olmuş. Sina çölünde bugün bile izleri olan ve uzaydan görülebilen etkiler bırakan savaş medeniyetin de sonunu getirmiş ve Anunnakilerin (M.Ö2023) dünya yönetiminden çekilmesine neden olmuş. Tevrat’ta Anunnakilerin adı Nefilimler olarak geçer ve İngilizceye “devler” olarak çevrilmesine rağmen gerçek kelime anlamı “gökten inenler” ve “gözcüler“dir.

Anunnakiler, yeryüzünden çekilirler fakat bıraktıkları ezoterik bilgiler binlerce yıl pek çok kültürün ve topluluğun içinde şifrelenerek saklanır. Bu grupların içinde Simyacılar, Mecusiler, Kabalistler, Gnostikler, Şövalyeler ve masonlar vardır. Masonluğun kurucusu kabul edilen Hiram Abif, 3000 yıl önce Küdüs’te Solomon tapınağını yaparken gerçek Anunnaki ile İsrailoğullarının YHVH adını verdiği tanrı arasındaki bağlantıyı biliyordu. Bu bilgisi yüzünden İsrailoğullarıyla ters düştüğü için öldürüldü. Ve bu bilgilerin hala sır olarak Masonlarda olduğu söylenir.

Eski mitlerden sonra var olagelen dinlerde ise dış dünya müdahalesi peygamberler aracılığıyla devam eder. Örneğin Ezekiel peygamber ” alevli bir arabayla” yukarıya kaçırılmıştır. (İncil 8. bölüm) Nuh ve Enoch’un da uzaya götürüldüğünden bahsedilir. Kutsal kitaplarda ve dinlerde yer alan Tanrı, melek, şeytan, günah, cennet, cehennem gibi olguların ilk çıkış noktaları dünya dışı varlıkların dünyalı ile oluşan ilişkisi sonucu meydana gelen olaylardadır.

Uzaylı tanrılar kendi aralarında paylaşım ve iktidar kavgaları yaparken insanoğlu da bu kavgalardan nasibini farklı şekillerde almış. Kendi bilinci yükseldikçe bağımsızlığı için verdiği tepkiler ortaya çıktıkça dost olan Anunnaki’lerden de yardım almaya devam etmiş. İyi tanrılar insana yardım ettiği için kötü tanrılar tarafından sürgüne gönderilmiş ve tarih her seferinde kazanan tarafından yeniden yazılmış.

Dünya dışı yaşam tarafından ziyaret ediliyor muyuz?

Tanrıların çekildiği M.Ö 2023 den itibaren dünya çok hızlı değişimler gördü ve terk eden tanrıların adını kullanıp korku yaratarak, Adem ırkını kandıran güç merkezleri, kendi aralarındaki ittifaklarla 4000 yıl içinde inanılmaz ilerleme kaydettiler. Güç sahibi olanlar kiliselerle işbirliği yaparak yeni icatları kendi lehlerinde kullandılar. Zenginleştikçe halkı etkisiz hale getirdiler, aç kalmaktan korkan işçi sınıfı oluştu. Batı dünyası yüzyıllarca kilise engizisyonu altında inledi, binlerce kadın yakıldı, milyonlarca insan eğitimden, bilgiden uzak kaldı, bilgilenmeyi günah saydı. Bilimin, politikanın para tuzaklarına düşmesiyle oluşan dar görüşler, metafizik deneyimleri anormal, bilincin en önemli unsurlarını ise paranormal olarak karaladılar, bireysel bilinç uyuşturuldu ve toplu bilinç geriledi. Resmi ve maddeci bilim endüstriyel gücün elinde uşak oldu. Şehirsel yanlış büyüme, otobanlar, kutu gibi binalar, fabrika ve maden atıkları, çöpler, gürültü ve kirlilikle uçan araçlar doğal eko sistemimizi yok etti. 21. yy girdiğimizden beri kuantum düşünce ile fizik; bilinci yeniden keşfetmiştir, psikoloji insana bütünsel açıdan odaklanmıştır, tıp kendi kendini iyileştirme gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştır. Doğal bilim, spiritüalizm, felsefe hak ettiği yere çıkmaya başlamıştır.

Metafizik ve tarihsel kayıtlara göre insanoğlu var olduğundan beri fiziksel olmayan varlıklardan bilgi almış, görüntüler görmüş, sesler duymuş eterik ya da etten kemikten varlıklarla karşı karşıya gelmiştir. Bu bilgilerin doğruluğunu kabul etmeden önce gerçekliğini kontrol etmeliyiz ve bunun yolu tüm bilgi felsefesi yöntemlerini verimli şekilde kullanmaktan geçer.(epistomoloji) Epistomoloji ise bizi eski mitlerden, kutsal kitaplardan, gen bilimden, coğrafyadan, arkeolojiden, tarihten, dilbilimden, astronomiden metafiziğe kadar geniş bir yelpazede gezdirir.

Bu gezintilerden birisi de DNA çalışmalarının takibidir. Science dergisince “kafa karıştırıcı buluş” olarak adlandırılan bir açıklama yapıldı. İnsan genetik yapısında bulunan 223 genin, genetik evrim ağacında bulunması gereken evrimsel öncelleri yoktu! İnsan, bu genleri nereden almıştı acaba? Bakteriden omurgasızlara ve nihayet modern insana doğru uzanan evrimsel gelişmede, bu 223 gen omurgasız aşamada hiçbir biçimde yoktu. Bu nedenle, bilim adamları bu genlerin varlığını açıklamakta zorlanıyorlar ve tahminlerde bulunmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Daha önce yapılan çalışmalarda Mitokondriyal DNA ile yapılan tespitlerde tek bir kadından ürediğimiz kesinleşmişti ve 223 farklı gen açıklaması ile Evrim teorisi bir yara daha aldı.

Bilimsel çalışmalar birbirinden ilginç sonuçlarla her geçen gün dünya dışı varlıklar mitine bizi biraz daha yaklaştırırken son yıllarda raporlanan UFO olayları resmi olarak ülkelerce kabul edilmeye başladı. Geçtiğimiz yıl ülkemizde (Kumburgaz) Yalçın Yalman tarafından çekilen UFO görüntüleri araştırmalara göre bilinmeyen varlıklara ait. Kabul edilen bilinç henüz dünya dışı yaşamı kabul etmese de evrendeki yerine ait parçaları bir araya getiren yenilikçi ve bağımsız düşünürler çok boyutlu, bilinçli, çok varlıklı bir evrende yeni bir kozmolojiyi gözümüzün önüne seriyor.

Matematiksel gerçeklere göre de evrende yalnız olmamız mümkün değil. Bütün kanıtların gerçekliğine rağmen insan tarihinde gelişmiş dünya dışı varlıkların etkisini yok sayıp başımızı kuma gömmeye devam edebilir miyiz? Yoksa çok boyutlu ve bizden başka varlıkların da yaşadığı evren gerçeğini kabul etmeye başlayacak mıyız? Türümüzün bölünmüş kişiliğini doğal bütünümüze tamamlamaya çalışacak mıyız?

Kayıp Tanrılar şimdi neredeler, bizi ziyaret etmeye devam ediyorlar mı?


Bekleyip göreceğiz…

Paralel yaşam: paralel evren ve eşizler


Nesrin Dabağlar
İstanbul’da doğdu. İşletme ihtisası yaptı. 12 yıl bir devlet kuruluşunda muhasebe alanında çalıştı ve 1995-2008 yılları arasında özel sektöre ait çeşitli sağlık kuruluşlarında yöneticilik, danışmanlık ve halkla ilişkiler görevlerinde bulundu. 2008’den itibaren çalışma alanlarına eğitim sektörünü de ekleyerek özel bir üniversitede halkla ilişkiler ve organizasyon uzmanı olarak çalıştı. Bilimsel konuların insan ile ilişkileri, inanışlar ve inançlar konusunda araştırmalar yaptı. Özellikle kutsal metinler, tarih, psikoloji, fizik ve bilimdeki yenilikleri konu alan makaleler yazdı. 2006 yılında İndigo Dergisi'nin yazar ve muhabirliğini yapmaya başladı.