Türkiye’de hukuk ve adalet sistemi nereye gidiyor?

Türkiye’de hukuk nereye gidiyor? Adalet sistemindeki denetimsizlik neden kaynaklanıyor? Torpilin etkisi ne? Barışçıl gösteri yapma hakkının anayasal dayanağı nedir? Avukat Mehmet Nazım Gençtürk, röportajımızın üçüncü bölümünde sorularımızı yanıtladı.

Türkiye'de hukuk ve adalet sistemi pratikte işliyor mu?

1. Bölüm: Yardım çığlıklarını Ekşi Sözlük’te paylaşan gençlerin avukatı konuştu

2. Bölüm: Türkiye’de gelinen nokta – Yardım dileyen çocuklar!

3. Bölüm: Türkiye’de hukuk ve adalet sistemi nereye gidiyor?

Röportaj | Av. Mehmet Nazım Gençtürk

Genel olarak Türkiye’de, adalet sistemiyle ilgili yorumunuz nedir? Eskiden hukuk çok istenen bir bölüm ve avukatlık gözde bir meslek iken mevcut durumda eski itibar var mı? Hukuk fakültesinde okuyan öğrencilere meslekle ilgili ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

Barolar Birliği Başkanımız Metin Feyzioğlu‘nun – ben de kendisinin yanında staj yaptım – bir lafı vardır: “Erken kalkanın Hukuk Fakültesi açtığı sistemde, avukat olmak çok zor” derdi. Pasta her geçen gün biraz daha bölünüyor. Pastanın bölünmesi demek; avukatların meslek kurallarından, meslek ahlakından, etiğinden biraz daha uzaklaşması demek. Yaşam kaygısı dolayısıyla, maddi kaygı dolayısıyla, idealleri ve ahlaki kuralları arka plana atması demek.


Yani bu denetimlerden bahsederken bir yandan da adalet sisteminde de denetimsizlikten bahsedebilir miyiz?

Tabii, bir kere Hukuk Fakültesi sayısı çok fazla, önceki 50 yılda verilen mezun sayısıyla son 10 yılda verilen mezun sayısı aynı. Eskiden itibarlı bir meslek olması bölümün az sayıda olması, zor kazanılıyor olması, zor bitiriliyor olmasıyla da bağlantılı biraz. Özel okullar olarak ayırmak istemiyorum çünkü vakıf üniversiteleri bir şekilde iyi hocaları ellerinde tutabiliyorlar ama devlet üniversitelerinde asistanların derslere girdiğini görebiliyoruz.

Avukatlık sınavıyla ilgili birkaç düzenleme var artık. Avukatlık sınavı olacak ÖSYM bazında, YÖK bazında bir düzenleme getirildi sanıyorum, ilk 150,000 sıralamaya girenler hukuk bölümünü tercih edebilecek. Tabii bu güzel bir gelişme, avukatlık sınavı zamanında getirildiğinde ben bir Hukuk Fakültesi öğrencisi olarak bu sınava karşı çıktığımı hatırlıyorum. Biz öğrenciler sınavı iptal ettirmiştik o zamanlar… Bizim için başarıydı, şimdi çok pişmanım, ne kadar yanlış bir şey yaptığımı mesleğe girdikten sonra gördüm. Şu kaygımız vardı bizim; şimdi Hakimlik ve Savcılık sınavlarında ya da herhangi bir devlet kurumuna girmek istediğiniz zamanki mülakatlarda görüyoruz…

Torpil bu ülkeden gitmedi, artarak devam ediyor, çok yukarıdan başlıyor, aşağıya doğru devam ediyor. Size sıra gelmesi zor, ne kadar başarılı olursanız olun, yazılı aşamayı ne kadar başarılı yaparsanız yapın mülakatlarda torpil var.

Bu ülkenin tartışılmaz bir gerçeğidir bu! Belgelerle ortaya çıkıyor, insanların yazılı sınavı ile mülakat sınavı arasındaki farkı görüyoruz.

Hukuk okuyanlar için tavsiyem şu: Hala ülkemizde uzmanlaşma yok, reklam yasağımız da var. “Ben ceza avukatıyım, ben boşanma avukatıyım” diyemezsiniz. Bu avukatlık meslek kuralımıza aykırıdır mesela. Ama siz yaptıklarınızla, aldığınız davalarla, o davalardaki başarılarınızla bir alanın avukatıymış gibi anılırsınız. Onun için alanlarını belirlemelerini; belki okurken bu erken ama mesleğe başladıklarında bu alanı belirlemelerini, o alanda uzmanlaşmaya çalışmalarını, okurken de hiçbir aralığı boş geçirmemeye çalışmalarını tavsiye ediyorum.

Hukukçular tarihte hep ilerletici ve söz sahibi olmuşlar

Yaz tatillerinde çalışsınlar, sertifika programlarına, seminerlere katılsınlar… Hukuk sürekli güncel, sürekli kanunlar değişiyor, akışına bırakabileceğiniz bir bilgi değil hukuk bilgisi. Kendinizi güncellemeniz gerekiyor. Yarış çok kalabalık, pasta büyük ama ortak çok. Onun için sıyrılmak için kendinizi geliştirmeniz şart. Bunun için de sayıdan ziyade, bu pasta aslında herkese de yeter ama hukuk nosyonuna sahip olmadan yetişiyor şimdiki hukukçular ne yazık ki.

Sadece avukatlar için söylemiyorum hakimler savcılar için de öyle; bir kere meslek kurallarına saygılı olmak zorundasın. Önce onu öğrenmen gerekiyor. Yazılı bilgiden önce meslektaşına saygı göstermen gerekiyor. Aldığın işin sorumluluğuna varman gerekiyor. İş ahlakı dediğimiz bizde meslek kurallarına tekabül ediyor. Bunlara sadık kalmak gerekiyor ki kaybettiğimiz o itibar, toplumdaki saygınlığımız yeniden kazanılabilsin. Çünkü tarihte hukukçular hep ilerletici olmuşlar, söz sahibi olmuşlar. Medeniyetin kapısını açan hep hukukçular olmuş. Onun için bu tarihsel bir saygıdır. O saygıyı tekrar kazanmak bizim elimizde, bizim nitelikli hukukçular olmamız gerekiyor. Öncelikle birbirimize saygı duymak önemli!

Olaya söz konusu kişiler genç üniversite öğrencileri, siz de genç bir avukatsınız… Olay duyulduktan sonra üniversiteli genç bir grup kurumun önünde protesto gösterisi yaptı ve gözaltına alındılar diye biliyoruz. Duyarlı insanlarımızın, haksızlığa sessiz kalmak istemeyen vatandaşlarımızın hakları nelerdir? Böylesi durumlarla karşılaşıldığında susmayıp gerekeni yapmaları için onları nasıl doğru yönlendirebiliriz? Bu gibi durumlarla karşılaşıldığında yapılması gereken doğru süreç ne olmalıdır?

Bizim evlere şenlik bir “toplantı ve gösteri yürüyüşü kanunu”muz var! 2911 sayılı kanun.

Evet sanıyorum hepimizin bu konuda bir mağdur olmuşluğu var değil mi?

Tabii tabii… Ülkede azıcık duyarlı olan, azıcık doğayı seven, azıcık insan seven; bir yanlışlık ve hukuksuzluk gördüğünde, azıcık bir söz söylemek gafletinde bulunan herkesin tanıştığı evlere şenlik bir kanun bu. Bu kanun Anayasa‘ya, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Evrensel Hukuk İlkeleri’ne aykırı. Neredeyse herkesin bildiği bir Anayasa maddesi vardır: “Herkes önceden izin almaksızın silahsız ve saldırısız gösteri ve toplantı yapabilir.


Ama bir gösteride ilk sorulan şey “İzniniz var mı” sorusu nasıl oluyor?

Anayasal hak olarak, kanun ve yönetmeliklerin aksini iddia edemeyeceği üst norm olarak çok açık bir şekilde ifade edilmiş. Ama yönetmelikle bu kanunda usulen bazı taleplerle gösterinin izinli – izinsiz ayrımına gidiliyor. Ben şunu iddia ediyorum; bu kanunda öngörülen şartlara uygun yüzde yüz kanuni, hukuki bir toplantı ve gösteri yürüyüşü Türkiye’de yapılmamıştır. Bu ne demek oluyor biliyor musunuz? Polis istediği an, en izinli gösteriyi bile, en usulüne uygun yapıldığını sandığınız eylemi bile birden usulsüz, hukuka aykırı kabul edilebilir ve tek bir anonsla zor kullanarak dağıtma yetkisine sahip olabilir.

Yani bu şartlarda hak aramak çok zor, isyan etmek çok zor. En basit şeyi söyleyeyim. 48 saat önce en az yedi kişilik bir tertip komitesi oluşturup mülki idari amirliğe atacağın sloganla, açacağın pankartla, yürüyeceğin güzergahla, her şeyinle yedi kişinin imzasıyla onaylayıp başvuru yaparsın diyor. O yedi kişiden biri hastalanır gelmezse, başlayamazsın toplantıya! Hepsi hazır olmak zorunda. Biri senin onayladığın bir dövizden farklı bir döviz çıkarsa birden usulsüz gösteri haline çevrilme hakkına sahip.

“Barışçıl gösteri yürüyüşü zor kullanılarak dağıtılamaz”

Bunlar korkutan kısımları, ben bunları pek dillendirmek istemiyorum. 6 kişi eylem yapamaz mı, 3 kişi bir şeyden mutsuz olamaz mı? 48 saat gibi gündemin birden değişeceği durumlarda izin almadan tepki gösterilemez mi?

Yakın zamandan bir örnek vereyim; Kocaeli’de tramvay yapımı için Yahya Kaptan Semti’nde ağaçların kesilmesi söz konusuydu. Mahalleli kendi ektiği, kendi biçtiği bahçesindeki ağacın kesildiğini görünce sokağa fırlıyor. Kaç kişiyiz diye bakmadan hepsi bireysel olarak çıkıyor ağacına sarılıyor. Biri “kesemezsin ben diktim” diyor, diğeri dalını tutuyor. Siz şimdi bu kişilere diyebilirmisiniz ki “Bu ağaç dikenler toplansın, kendi aralarında toplantı yapsın, yedi kişi belirlesinler ve 48 saat öncesinden bize bildirim yapsınlar” diye. Adam balkonundan dozerin ağacının üstüne yürüdüğünü görüyor. Burada siz nasıl izin şartı bekleyebilirsiniz? Bu bir haktır!

Diğer taraftan biz 48 saati bekleseydik ne Gezi Parkı’na sahip çıkabilirdik, ne de Cerattepe’ye sahip çıkabilirdik! Toplumsal olaylarda, ani refleksle gelişmesi gereken olaylarda, hukukçu olarak diyorum ki ne 48 saati beklerim ne de yedi kişinin bulunmasını beklerim! Anayasal hakkımız olarak, taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hakkı olarak, barışcıl bir gösteri yürüyüşü hiç bir suretle zor kullanılarak dağıtılamaz. Gösterinin barışcıl olma şartı vardır ve doğayı sevmek barışcıldır! Sen şiddet uygulamıyorsan taşla, sopayla, tüfekle gitmediysen, senin orada en azından bir basın açıklaması yapmak, tepkini dile getirmek, bir duruş sergilemek en basit hakkındır, en doğal hakkındır! Evrensel hukukun gereği, hukuk devleti olmanın sonucudur. Bununla ilgili pek çok karar da var. Yani izin şartı bildirim şartı yerine getirilmemiş olsa dahi polisin barışçıl bir gösteriye hoşgörülü olma yükümlülüğü vardır. Bunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi pek çok kararında vurgulamıştır.

Pratikte maalesef aksini görüyoruz, örneğin pek çok gösteride şu oluyor aslında; “Basın açıklamamızı yapıp dağılacağız komiser bey” diyorlar ama karşıda “Hayır” diye bir ısrar var. Belki bu hoşgörüsüzlük nedeniyle iki taraf da mağdur oluyor aslında. Yani emniyet güçleri de gereksiz yere fazla mesai yapıyorlar, kendilerini yoruyorlar, zor durumda kalıyorlar değil mi?

Tabii aynen öyle, bazı yürüyüşlerde görüyoruz. Polis yoksa hiç bir şey olmuyor, herkes yürüyor, açıklamasını yapıyor ve dağılıyor. Bu 2911 sayılı kanunun bildirim şartı aramasının sebebi aslında eylem yapacak vatandaşın güvenliğini sağlamak içindir. Yani bizim bu işe söyleyecek sözümüz var, isyanımız var ama bizim gibi düşünmeyenler bize zarar verebilir haberin olsun, devlet ben buradayım, eylem yapacağım, sen beni koru demek için haber veriyoruz aslında. Benim eylem yapma özgürlüğümün güvencesi olarak bu kanun var, eğer bildirimsiz, izinsiz bir eylemde polis varsa bu eylemden haberi var demektir! Bildirim şartı yapılmış olması gerekiyor ki haberin olmasa orada olmazdın. Demek ki bu eylemden haberin var… Bırak beni engelleme, güvenliğini al, oluştur çemberini, ben yürüyüş mü yapacağım, slogan mı atacağım, açıklamamı yapayım ve dağılayım. Bu konuda ne yazık ki ciddi cezalar var. Toplantı ve gösteri yürüyüşü kanununa muhalefetten cezalar var, yaptırımlara maruz kalabiliyorsun. Oysa barışçıl bir gösteride sırf usul şartına, bildirim şartına uymadığı için kimseyi eylem yapma özgürlüğünden alıkoyamazsın. Bununla ilgili çok net kararlar var.

“Barışçıl eylem haktır”

O zaman son söz olarak şunu diyebilir miyiz; eğer siz barışçıl bir gösteri yapıp sesinizi duyurmak istediğinizde ya da bir vatandaş olarak gençlerin şahit olduğu gibi bir suça şahit olduğunuzda yapmanız gerekeni yapmalısınız. Evet başınız ağrıyabilir ama eğer kurumlarımızla ilgili bizi koruduklarına dair kendimizi güvende hissetmiyorsak bizim de sesimizi çıkartıp güvenli alanımızı çoğaltmamız gerekiyor diye anlıyorum…

Aynen öyle anlayabilirsiniz. Silah ve saldırı olmadığı sürece isyan etmek de haktır. Ben vatandaş olarak bu devletin işleyişindeki, bu kurumlardaki aksaklıklara isyan edebilirim, bunu dillendirebilirim. Bu benim düşünce özgürlüğümdür, ifade hürriyetimdir. Zaten aksini düşünüyor olsam bunu meydanda söyleyemediğim zaman daha çok sınırlanırım. O zaman suç faaliyetine girişmek insanın aklına gelir!

Bu kanunların evrensel anlamda kabul edilmesinin gerekçesi de budur zaten… İnsanlar içini döksün, rahatlasın, siyasete söylemleriyle yön verebilsin diye. Demokrasinin gereği budur, vatandaş bir yerden ses yükseltecek, siyasi bu sesi duyacak, bu sese göre politika belirleyecek…

Biyografi: Av. Mehmet Nazım Gençtürk


2009’da Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Gençtürk, Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans yapmıştır. Avukatlık stajını Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun yanında tamamladıktan sonra iki yıl Ankara’da özel bir şirkette hukuk müşavirliği yapmıştır. 2012 yılından beri Kocaeli Barosu’na kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Halen Kocaeli Barosu İnsan Hakları Komisyonu Başkanlığı, İzmit Evleri Ve Tarihini Koruma Derneği Başkanlığı ve CHP İzmit İlçe Sekreterliği görevlerini yürütmekte olan Gençtürk’ün birçok sivil toplum kuruluşunda yöneticilik ve aktif üyeliği mevcuttur. Evli ve bir çocuk babasıdır.

1. Bölüm: Yardım çığlıklarını Ekşi Sözlük’te paylaşan gençlerin avukatı konuştu

2. Bölüm: Türkiye’de gelinen nokta – Yardım dileyen çocuklar!

3. Bölüm: Türkiye’de hukuk ve adalet sistemi nereye gidiyor?


Sabiha Topallar
'Sen neye hazırsan o'da senin için hazırdır' düsturunu benimsedi 'bu yaştan sonra olur mu' 'hem çalışıp hem sanat olur mu' 'yorulursun nasıl yapacaksın' gibi bahanelere, dayatmalara güldü geçti. Sanatı, en çok Tiyatro'yu ve Edebiyat'ı sevdi öte yandan sevdiği her konuda hayatı deneyimlemeye and içti... Oyuncu, öğretmen, eğitmen, konuşmacı, yazar, yaratıcı drama lideri, aşçı, seyyah oldu zaman zaman tutkularından birine kapılıp gidiyor, hayat yolculuğunda biriktirdiklerini sadece arkadaşlarıyla paylaşmanın bencillik olduğunu düşünüp sözcüklerden yüreğinize yol yapmak istiyor... En önemli yolculuğun kendine yapılan yolculuk olduğunun farkında ham'dı pişiyor bir gün yanıp o yere varma özlemiyle yüzleşmeler yaşıyor sizi sevgiyle selamlıyor...