Vizyonda bu hafta hafta, 6 yabancı ve 2 tane yerli yapım film izleyicisi ile buluşuyor… 19 Mayıs 2016’da gösterime giren X-Men: Apocalypse ise en beklenen ve ilgi gören film olarak haftaya damgasını vuruyor.
Vizyonda olan filmlere bu hafta, 13 Mayıs haftasındavizyona giren filmlerle birlikte 8 film daha ekleniyor. Marvel’ın en önemli serilerinden X-Men’in yeni ve dokuzuncu filmi X-Men: Apocalypse, bir kez daha sevilen kahramanlarıyla izleyicileri buluşturuyor.
X-Men: Apocalypse
Medeniyetin şafağından beri, Apocalypse’e tanrı gözüyle bakılmaktadır. Marvel’in X-Men evreninin ilk ve en güçlü mutantı Apocalypse, birçok mutantın özelliğini kendinde toplayarak ölümsüz ve yenilmez olmuştur. Binlerce yıllık uykusundan uyandığında bulduğu dünya, onu büyük hayal kırıklığına uğratır. Kendine mutantlardan güçlü bir takım oluşturur. İçinde Magneto’nun (Michael Fassbender) da bulunduğu takımın amacı insanoğlunu gezegenden temizlemek ve Apocalypse’in saltanat sürebileceği bir dünya hazırlamaktır. Dünyanın kaderi dengede durmaktadır. Professor X’in (James McAcoy) de yardımıyla, Raven (Jennifer Lawrence) genç bir X-Men takımına yardım etmeli ve insanoğlunu tamamen yok oluştan kurtarmalıdır.
En çok devam filmi çekilen fantastik bilimkurgu efsanesi olma yolunda ilerleyen X-Men’in yönetmen koltuğunda yine Bryan Singer oturuyor. X-Men: Apocalypse adıyla vizyona giren filmin kadrosunda yine Jennifer Lawrence, Michael Fassbender, Nicholas Hoult, James McAvoy, Evan Peters gibi isimler yer alıyor.
Vizyon tarihi 19 Mayıs 2016 (2 saat, 24dk)
Yönetmen:Bryan Singer / Yapımcı: Simon Kinberg / Senaryo: Simon Kinberg, Brayn Singer
Müzik: John Ottman
Oyuncular: James McAvoy, Michael Fassbender, Jennifer Lawrence, Brayn Singer, Oscar Isaac, Sophie Turner, Nicholas Hout, Rose Byrne, Olivia Munn
Tür: Aksiyon, Bilimkurgu, Fantastik / Ülke: ABD
Çizgi roman uyarlaması serilerinin seviye açısından en tutarlı serilerinden biri olarak görülen X-Men’in yeni halkası X-Men: Apocalypse, ilk serilerine göre daha fazla eleştiri aldı.
X-Men: Apocalypse eleştirisi
Marvel arka arkaya gösterime sürdüğü filmlerle bize eğlenceli seyirlikler sunmaya ve gişede fırtınalar estirmeye devam ediyor. Bu hafta gösterime giren X-Men Apocalypse, X-Men İkinci üçlemesinin son filmi. Yani ilkine göre oldukça başarılı olan ikinci üçlemeyi bağlayıp daha da ileri taşıması gereken film.
İlk üç X-Men filminde tanıyıp bu filmlerin günahı sevabına rağmen sevdiğimiz Mutant evrenine ikinci üçleme yeni bir soluk, bir tat getirmişti. X-Men Başlangıç, karakterlerin gençliğini, bir araya gelmelerini, Magneto’nun öyküsünü başarıyla anlatmış, değişen oyunculara rağmen hem tutarlı hem de heyecanlı taze bir başlangıç yapmıştı. Bunu izleyen X-Men; Geçmiş Günler Gelecek ise zaman yolculuğu temasını mutant evrenine başarıyla uyarlayarak olay örgüsünü kuvvetlendirdi. Üçlemeyi çok yukarılara taşıyabilecek ortam hazır ve eldeki malzeme yeterliyken doğrusu X-Men: Apocalypse büyük bir hayal kırıklığı. Filmin öyküsü bir aksiyon filmi için bile o kadar zayıf ki zaten üzerine konan her şeyi de (o da pek fazla değil zaten) silip süpürüyor.
Hikaye X-Men’lerin atası Apocalypse’in bir şekilde Mısır’da gömülü bulunduğu mezardan bir şekilde kurtulması ve dünyaya dehşet saçması şeklinde özetlenebilir. Ancak Apocalypse korkutucu ve ya karizmatik olmaktan çok uzak. Yüzyıllardır mutantlardan çaldığı yetenekler ne olursa olsun, modern dünyaya uyum sağlama ve çağın sorunlarını algılama hızı ise inanılmaz. Seksenlerde geçen öyküde insanoğlu makinelerine çok güveniyor, soğuk savaş var, herkes birbirine füzeler doğrultmuş. Apocalypse bunu doğru bulmuyor, güç dengeleri falan da neymiş, tek güç benim diyor ve yanına Mahşerin Dört Atlısını (Magneto, Storm, Psylocke, Angel) alarak kıyıma girişiyor.
İlk yarısı zaten hantal ilerleyen hiç aksiyon içermeyen X-Men: Apocalypse, bir de Cyclops’un okul zamanlarında başına gelenleri, Magneto’nun yaşamında meydana gelen acı dolu detayları uzun uzun anlatmayı seçiyor. Oysa Magneto iyi – kötü geçiş öyküsünü, motivasyonlarını zaten seyrettiğimiz bir karakter. Onun insanlar ve mutantlar hakkındaki düşünceleri, Professor Xavier ile aralarındaki sevgi nefret ilişkisi, Mystique ile aralarındaki sevgili, dost, düşman ilişkisi ilk iki film üzerinden okunduğunda son derece karmaşık, çok daha ilgi çekici. Ama film bunları deşip ilk filmde oluşturulan çatının üzerine farklı bir şeyler inşa etmektense ne yazık ki kolaya kaçmayı, klişe bir trajediyi ısıtıp önümüze sürmeyi tercih ediyor.. Yani ana öyküdeki ‘bir kötü çıkar dünyayı kıyamete sürükler’ klişesine bir de yan öykü klişeleri ekliyor.
Daha sonra Phoenix’e dönüşecek, yani karanlık tarafa geçecek olan Sophie Turner’ın (Game of Thrones) canlandırdığı Jean’in büyüme öyküsü de son derece yüzeysel. Doğrusu ürkek hali ve ifadesiz yüzü fazlasıyla Sansa’yı hatırlatıyor. Mistique’e gelince onun üstlendiği misyon da ağızlara sakız olmaktan öteye gitmiyor. Quicksilver filmin tartışmasız en enerjik karakteri. Filmin Sweet Dreams eşliğindeki en iyi aksiyon sahnesinin başrolünde o var. Bu sahne Quicksilver’ın Geçmiş Günler Gelecek’teki sahnesiyle bir hayli benzerlik gösteriyorsa da son derece sıkıcı ilerleyen film içinde vaha bulmuş gibi hissetmenizi sağlıyor. Nightcrawler, Cyclops ve Storm karakterleri nispeten başarılı, devraldıkları bayrağı hakkıyla taşıyacaklar gibi duruyor. Psylocke ise cast olarak başarılı olsa da senaryo onunla ve motivasyonlarıyla pek ilgilenmediğinden fazlasının söylemek zor.
Film son derece basit olan hikayesini anlamsız sahne ve diyaloglarla iyice dağıtmayı başardıktan sonra son yarım saatini kahramanların savaşına ayırıyor. Bu bölüm de maalesef hem dövüş kareografileriyle hem de araya serpiştirdiği dramatik sahneleriyle yavan ve etkileyici olmaktan çok uzak. Michael Fassbender (Magneto) ve Jenifer Lawrence (Mystique) oyunculuklarına diyecek bir şey olamaz tabii ama karşılıklı sahneleri o kadar kötü yazılmış ki (bir aile muhabbetidir gidiyor) onlar bile kurtaramıyor. Sürpriz bozmamak için fazla değinemesek te filmin çizgisini bozmadan sonunu da neredeyse tüm karakterler için kolaya kaçarak bağladığını söylemek yanlış olmaz.
Sonuç olarak X-Men: Apocalyse hiçbir yeni fikir içermediği gibi X-Men filmlerini bize sevdiren alt metinlere hiç değinmeyip aksine işlevsiz sahne ve diyaloglarla eski karakterlerini kartonlaştıran, yeni eklenenleri ise layıkıyla anlatmayı başaramayarak üçlemenin ilk iki filmine yazık eden bir film olarak özetlenebilir. filmlerinsesi.com
Alamet-i Kıyamet
1999 yılında geçen hikayede, Elif adlı genç bir kadın No: 72 apartmanında yaşamaktadır. Yalnız hayat sürdüren Elif, hamiledir. ’99 yılında Türkiye’de ve dünyada kıyamet alametleri gibi sıradışı olaylar yaşanırken, 72 numaralı apartmandaki komşuların ise hepsi birbirinden garip kişilerdir… Elif kıyamet alametleri ile komşularının arasına sıkışmıştır. Oyuncu kadrosunda Büşra Çubukçuoğlu, Funda Ersin, Murat Onuk, Doğuş Gün Demir, Müge Esmeray, Belgi Saygı, Enis Zeytinler ve Sedat Savtak isimlerinin yer aldığı filmin senaryosu ve yönetmenliği ise Doğa Can Anafarta’ya ait. Korku ve gerilim türündeki filmin yapımcılığını ise Asteros Film üstleniyor.
Vizyon tarihi: 20 Mayıs 2016 (1s 30dk)
Yönetmen:Doğa Can Anafarta / Yapımcı: Kanat Doğramacı – Oğuzhan Başoğlu / Senaryo: Doğa Can Anafarta / Kurgu: Vedat Ergin / Müzik: Temel Zümrüt
Oyuncular:Büşra Çubukçuoğlu, Funda Ersin, Murat Onuk, Doğuş Gün Demir, Belgi Saygı, Müge Esmeray, Enis Zeytinler, Sedat Savtak
Tür: Korku, Gerilim / Ülke: Türkiye
Alamet-i Kıyamet filmine Başak Bıçak eleştisi
İlk uzun metrajı Cadde (2008) ve hemen ardından çektiği Mezuniyet (2009) filmlerinden sonra Mihrez: Cin Padişahı ile korku türüne geçiş yapan Doğa Can Anafarta, Türk korku sinemasının cin saplantısından uzaklaşarak bir alt tür denemesine girişiyor. Geçtiğimiz yıl Özgür Bakar’ın Deccal’inde, daha sonra cin temasının tartışmasız ismi Hasan Karacadağ’ın Magi filminde karşılaştığımız “deccal” izleğini merkezine alan yönetmen, korku severlere tanıdık gelecek bir filmi de hikâyesinin temeline yerleştiriyor.
Açılışını gündemle paralel, bir cami yerine yapılması düşünülen AVM inşaatı meselesiyle yapan Alamet-i Kıyamet, öyküsünü 1999 yılında artan kıyamet alametleri fikri üzerine inşa ediyor. Bahsi geçen yıla ait astrolojik olayları da hikâyesine yediren film, sevgilisi tarafından – 72 numaralı Cin suresine atıfla – No:72 isimli apartmana yerleştirilen Elif’in yaşadığı korkunç olayları esas alıyor. Tam da bu noktada, Roman Polanski’nin meşhur klasiği Rosemary’s Baby (Rosemary’nin Bebeği, 1968) filminin bir tür replikasına dönüşen Alamet-i Kıyamet, orijinal filmin ana çerçevesini kullanarak İslami usulde bir deccal öyküsü anlatıyor.
Polanski’nin ustalıkla kurduğu ve yavaş yavaş yükselttiği gerilim duygusunu, filmin ilk anlarından itibaren karakterlerin ve mekânların yardımıyla vermek isteyen yönetmenin, bu açıdan biraz erken davrandığını söylemek gerek. Zira Elif’in apartmana girişinden itibaren karşılaştığı karakterlerin, Polanski’nin Castevet ailesiyle birebir özdeşlik kurmakla birlikte, tuhaf görünüme sahip olmaları, durumu en başından fark eden seyirci açısından sürprizbozan haline geliyor. Hâlbuki Polanski, Castevet çiftine dair gerilimi, giderek artan bir şüpheyle vermiş ve seyircisini şaşırtmayı başarmıştı. Alamet-i Kıyamet’te eksik olan “bilinmezlik” durumu, ilerleyen sekanslarda seyircinin yalnızca merak duygusunu zedelemeye yol açıyor.
Polanski’den fazlasıyla etkilenen yönetmen, kamera açılarından mekân tasarımlarına, karakter seçimlerinden, hikâyenin işleyişine kadar pek çok yerde orijinal filmden referanslar ekliyor filmine. Hatta hemen her karede, tıpkı Rosemary gibi Elif’i de görmek mümkün olduğu filmde, pek çok plan Polanski’nin filminden esinleniyor.
Elif’in hamileliği boyunca yaşananlar, Rosemary’nin başına gelenlerle benzer bir akış içerisinde ilerleyip, halüsinasyon ve kabus sekanslarına eklemlenen Deccal ile korku öğesi bir parça yükseltilmeye çalışılıyor. Ancak Alamet-i Kıyamet’in “deccal” tasvirinin yetersiz olduğunun altını da çizmek gerekiyor. Makyaj ve kostüm açısından zayıf bir deccal tasavvuru sunan film, efektler konusunda da bir takım sıkıntılar yaşıyor. Benzer bir durum, filmin çözümlendiği sekansta da yaşanıyor. Elif’in yaşadıklarının müsebbibi olarak gösterilen fikrin, bir parça abartı durduğunu da itiraf etmeliyim.
Elif karakterine hayat veren Büşra Çubukçuoğlu dışında kayda değer bir oyunculukla karşılaşamadığımız Alamet-i Kıyamet’te, bu açıdan filmin taşıyıcı unsuru Çubukçuoğlu oluyor. Rosemary’s Baby gibi kadın karakteri bu denli ön planda ve hemen her sekansta olan bir filmin yorumunda, Elif’i canlandıran kişi oldukça önemliydi; neyse ki Çubukçuoğlu başarıyla altından kalkmış rolünün…
Özetle Alamet-i Kıyamet, meşhur klasiği farklı bir yorumla izlemek isteyenler için ideal ancak Türk korku sinemasına tür arayışı getirmesi dışında bir yenilik kazandırmıyor.
İyi Adamlar – The Nice Guys
1970’ler Los Angeles’ında, şanslı ama sakar özel dedektif Holland March ve dikkatli araştırmacı Jackson Healy bir gizemi çözmek için bir araya gelir. Birlikte, herkesin aradığı ve önemli bir sırrı saklayan kayıp kızı bulmaları gerekmektedir. Bu kız, ünlü bir porno yıldızı olan Misty Mountain’ın gizemli ölümünü çözebilecek bilgilere sahip tek kişidir. Bu araştırma esnasında iki dedektif kendilerini yüksek statüdeki devlet yetkililerinin hedefinde bulur. Filmin yönetmen koltuğunda Iron Man 3 ve Kiss Kiss Bang Bang filmlerinin unutulmaz yönetmeni Shane Black oturuyor.
Vizyon tarihi: 20 Mayıs 2016 (1s 55dk)
Yönetmen:Shane Black / Yapımcı: Joel Silver / Müzik: David Buckley, John Ottman
Oyuncular:Ryan Gosling, Russell Crowe, Margaret Qualley, Kim Bassinger, Matt Bomer, Angoruie Rice, Ty Simpkins, Jack Kilmer
Tür:Komedi, Polisiye / Ülke: ABD
7. Gün – The Offering
Kelvin Tong’un yönettiği filmin başrollerini Elizabeth Rice ve Matthew Settle paylaşıyor. Başarılı bir gazetecilik geçmişi olan Jamie, kız kardeşi Anna’nın esrarengiz ölümü üzerine Singapur’a gider ve ölmüş kız kardeşinden gelmeye başlayan e – postalarla araştırmasını derinleştirince Anna’nın ölümünün yüzyıllar öncesine dayanan bir lanet zincirinin parçası olduğu ortaya çıkar. Babil Kulesi efsanesine göre şeytan lanetin 7. gününde yeryüzüne dönmek amacıyla seçtiği kurbanlarını vahşice öldürmektedir. Şeytanın sıradaki hedefleri haline gelen Jamie ve küçük Katie bu korku dolu ve kanlı kabustan kurtulabilecek midir?
Vizyon tarihi: 20 Mayıs 2016 (1s 35dk)
Yönetmen: Kelvin Tong / Yapımcı: Peter Poon / Müzik: Joe Ng, Ting Si Hao
Oyuncular:Elizabeth Rice, Matthew Settle, Pamelyn Chee, Jaymee Ong, Adrian Pang, Kheng Hua Tan, Crispian Chan, Ravi K. Chandran
Tür:Korku, Dram / Ülke:ABD, Singapur
Başımın Belası – Tumbledown
Üniversitede öğretim görevlisi olan Andrew hayatını kaybeden ünlü müzisyen Hunter Miles’ın biyografisini yazmak ister ve müzisyenin eşi Hannah’nın yaşadığı kasabaya giderek ondan yardım almaya karar verir. Ancak Hannah da aynı amaçla çalışıyordur ve bilgilerini bu yabancı adamla paylaşmak konusunda pek istekli değildir. Birbirini son derece antipatik bulan bu ikiliye “kasabanın seksi erkeği” Curtis, Andrew’un New York’tan çıkagelen sevgilisi Finley ve Hannah’nın her konuda abartıya kaçan ailesi de katılınca işler iyice sarpa sarar.Yönetmenliğini Sean Mewshaw’un üstlendiği filmde Rebecca Hall ve Jason Sudeikis başrolleri paylaşırken, onlara Joe Manganiello, Dianna Agron ve Blythe Danner gibi isimler eşlik ediyor.
Vizyon tarihi: 20 Mayıs 2016 (1s 43dk)
Yönetmen:Sean Mewshaw / Yapımcı: Aaron L. Gilbert / Senaryo: Desiree Van Til / Müzik: Daniel Hart
Oyuncular:Rebecca Hall, Jason Sudeikis, Dianna Agron, Joe Manganiello, Blythe Danner, Griffin Dunne, Richard Masur, Michael, Mckean
Tür:Komedi, Romantik / Ülke:ABD
Yakışıklı Rocky – Rocky Handsome
Goa’da işlettiği emanetçi dükkanıyla sakin bir yaşam süren Rocky Kabir Ahlawat, küçük Naomi Rocky’nin yan komşusudur. Rocky ile iyi bir ilişkisi olan ve onu önemseyen Naomi, ona samimi bir şekilde “Yakışıklı” şeklinde hitap etmeye ve annesinin onaylamamasına rağmen kendisiyle zaman geçirip yemek yemeye başlar. Bu arada Komiser Dilip, Goa’daki suç faaliyetlerini ve uyuşturucu satışını yürüten en büyük mafya babası Mantoo’nun yeriyle ilgili bilgi almak için Rocky’ye danışır. Mantoo’nun yanında sadece uyuşturucu işiyle uğraşmayan, bunun yanında organ ticareti ve haraç kesmek gibi suçlarla da meşgul olan Kevin ve Luke vardır. Bu ikiliye ayrıca, emirlerindeki profesyonel tetikçi Attila da eşlik etmektedir. Nishikant Kamat yönetmenliğindeki filmin başrollerinde John Abraham, Diya Chalwad, Shruti Haasan, Nishikant Kamat ve Sharad Kelkar yer alıyor.
Vizyon tarihi: 20 Mayıs 2016 (2s 6dk)
Yönetmen:Nishikant Kamat / Senaryo: Ritesh Shah
Oyuncular:John Abraham (II), Shruti K. Haasan, Nishikant Kamat, Natalia Kaur, Suhasini Mulay, Kazu Patrick Thang, Nora Fatehi, Sharad Kelkar
Tür: Polisiye / Ülke: Hindistan
Misafir
Yıllar önce işlerin bir türlü yolunda gitmediği babaevinden kovulan Nur, aradan on yıl geçtikten sonra annesinin hastalandığının ve ölüm döşeğinde olduğunun haberini alır. Küçük kızını da yanına alarak acilen baba evine geri döben genç kadının tek amacı ise dünya gözüyle annesini son bir defa daha görmek ve helalleşmektir.
Yönetmenliğini Mehmet Eryılmaz’ın üstlendiği film evrensel bir tema olan anne kız ilişkisini ölüm teması çevresinde merkezine alırken; ülkemizde de oldukça yaygın bir sorunsal olan aile içi cinsel taciz meselesini de alt hikaye bağlamında gündemine alıyor. Öyküde aradan geçen zamana rağmen birbirleriyle dirsek teması tam olarak kesilmemiş olan aile fertleri üzerinden bütün olumsuzluklara rağmen diri tutulan umutlar ve bu umutlara sımsıkı sarılmaktan vazgeçmeyen tutunamayanların hikayesi anlatılıyor.
Vizyon tarihi: 20 Mayıs 2016
Yönetmen: Mehmet Eryılmaz / Senaryo: Mehmet Eryılmaz / Yapımcı: Ali Bayraktar
Oyuncular: Zümrüt Erkin, Tamer Levent, Ayten Uncuoğlu, Hale Akınlı, Ersin Umut Güler, Melek Çınar, Fatih Al, Sema Moritz
Tür:Dram / Ülke:Türkiye
Ali Ercivan’ın Misafir Filmi eleştirisi
Misafir ne kadar beklesek de bize hiçbir noktada Nur’un o evde başına gelenleri açıkça söylemiyor, göstermiyor. Esas meselelerin hep etrafında dönüyor. Sadece imayla yetiniyor. Olabilir. Bu anlatıcının tercihidir. Ne olup bittiğini, her şeyi en sert ve çıplak haliyle görmeden de anlıyoruz zaten. Ama Eryılmaz bazı şeyleri de o kadar muğlakta bırakıyor ki mesela Nur’un erkek kardeşi Nuri’nin bütün o geçmiş hikayesiyle bağını kuramıyor. Nuri, ablasının başına gelenleri biliyor mu? Biliyorsa, yaşananlar anne ve babasıyla ilişkisini nasıl etkilemiş? Kendisi de bir taciz kurbanı olabilir mi? Bu sorular ister istemez insanın zihninde canlanıyor ama film bu sorularla ilgilenmedikçe soru işaretleri kaybolmak yerine daha da büyüyor.
Ayrıca Mehmet Eryılmaz esas meseleye girmedikçe pazarcı babanın borçları, icra dertleri gibi ana konuyla ilgisiz görünen başka gündelik temaların içinde kayboluyor gitgide… Tepenin Ardı tarzı, seyircinin ne zaman patlayacağını diken üstünde beklediği bir gerilim yok ortada. Vizyondaki Ana Yurdu tarzı bir aile içi çatışma da bir türlü vücut bulmuyor. Oldukça statik, tansiyonsuz, ne yazık ki ruhsuz bir akış içinde ilerliyor Misafir.
Her şeye rağmen iyi kötü bir gerçeklik duygusuna tutunabiliyorsa, bunu da ellinci dakika civarında karşımıza çıkan müzikhol sahnesiyle yerle bir ediyor yönetmen. İstanbul’un varoşunda yaşayan, biri pazarcılık yapan iki kardeşin katıldığı Türkçe tango dinletisi bir anda işi fantastik bir çizgiye çekiyor sanki. Hiçbir gerçekliği olmayan ve oldukça amatörce kurulup çekilmiş bu sahne, o ana dek tanıdığımız karakterlerle de hiçbir şekilde bağdaşmıyor. İzahata muhtaç bir sahne bu. O karakterlerin öyle bir ortamda ne işi var? Zaten öyle bir konser hangi gerçeklikte veriliyor ve bu filmin orta yerinde neden böyle bir sahne izliyoruz, bunları anlayabilmek mümkün değil.
Her anında klişelerle ve kitabi diyaloglarla ilerleyen Misafir maalesef ne bir sinema duygusu geçirebiliyor ne de sahicilik hissi… Vizyonda kadın öykülerini kadın sinemacıların elinden, gözünden anlatan gayet iyi filmler varken, Mehmet Eryılmaz’ın Nur’un hayatına ve çevresine bakışı oldukça yapay ve kuru ne yazık ki…
Annemle Geçen Yaz – Que Horas Ela Volta?
Sao Paolo’da yaşayan zengin ailenin çocuğu olan Fabinho’ya 13 yıl dadılık yapan Val (Regina Case) aynı zamanda bu ailenin evinde yaşamaktadır ve adeta ailenin bir üyesi gibidir. Ancak bu süre zarfında öz kızı Jessica’yı (Camila Mardila) uzak bir şehirdeki akrabalarının yanına bırakmış, onunla neredeyse hiç görüşememiştir.
Yıllar sonra kızı, üniversite sınavları için yanına gelip onunla aynı evde yaşamaya başladığında bazı sorunlar kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Jessica son derece dürüst, hissettiğini söylemekten çekinmeyen bir genç kızdır ve bu durum en başta Val olmak üzere herkesin yaşamını etkileyecektir.
20 Mayıs 2016
The Second Mother
2015 – Brezilya / Anna Muylaert / Anna Muylaert / Anna Muylaert, Gabriel Lacerda
Regina Case, Camila Márdila, Michel Joelsas, Karine Teles, Lourenço Mutarelli
Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız.Tamam